Muhalefet direniyor.. HSYK, tasarının sakıncalarını sayıp döküyor.. Nafile.. AKP, daha doğrusu Erdoğan, kararlı.
Çünkü, yargıyı avucunun içinde istiyor. Bayram değil seyran değil.. Daha bir ay önce gündemde yok.. İşe bakın; bu vahim adım, 17 Aralık operasyonu sonrasında ve oğluna savcılıktan çağrı gelince atılıyor. HSYK üzerinden yargıya faşizan bir örtü örtülmek isteniyor.
soL Gazetesi, önceki gün birinci sayfasında “BİLAL ARANIYOR” diye ilan vermişti. İlana yanıt gelmiş. Bilenler, duyanlar, görenler anlatmış:
ARTVİN.. GÜRCİSTAN..
Bilal Erdoğan, operasyonun ardından Artvin’e gitmiş.. İddiaya göre, burada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın Yusufeli’deki yakınlarının evinde kalmış. Daha sonra yurtdışına çıkmış. Önce Gürcistan’a, oradan Azerbaycan’a gitmiş. Bakü’de, Qafqaz City Hotel’de kalmış. Otel görevlileri, bu bilgiyi soL’a doğrulamış.
Erdoğan ailesi, yaklaşık iki haftadır susuyor. Bilal Erdoğan, sanki sırra kadem bastı. Nerededir, neden ortaya çıkmaz? Hiç kaçırmadığı Cuma namazlarında neden görünmez? Ne yanıt var, ne de Bilal’in kendisi. Bakanlarını, üstelik de “kötüleri ayıkladık” gibi sakil bir ifadeyle sokağa atan Erdoğan bakalım şimdi konuşacak mı? soL Gazetesi’nin bu iddiasına yanıt verecek mi?
Sanmıyorum. Hatta, ben de ortaya bir iddia atayım: HSYK yasası Meclis’ten geçinceye kadar Bilal Erdoğan’ı göremeyeceğiz.
Zaten yasa, tam da bu nedenle BİLAL YASASI adını hak etmiyor mu? Amaçları.. Telaşları.. Tasarının paraşütle Meclis’e inivermesi.. Hep bu yüzden değil mi!
Bilal’i.. Ve elbette babasını, yani Başbakan’ı korumak için çıkmıyor mu bu yasa?
BİR ANALİZ DE BENDEN!
Tasarının ilk durağı Meclis Komisyonu’nda neredeyse “çocukça” deyip güleceğim, ama vahameti nedeniyle gülünemeyecek sahneler yaşandı. AKP’liler, toplu halde ve erkenden gelip komisyon sıralarını doldurdu. CHP’liler “yer bulamadık, gidiyoruz” mu diyeceklerdi! Bunu mu bekliyorlardı sahiden, bilmiyorum.
Neyse, CHP’liler sıraların üstüne, yere oturunca mecburen yer açılmış. Malum, muhalefeti engellemek istiyorlar ama öte yandan aceleleri de var. Yoksa Başbakanları öfkelenir, “Bir yasayı çıkartamadınız mı” diye kızar.
Bazıları bu tabloyu, birer paragraflık süslü cümlelerle anlatmaya kalkabilir. İnanın, aslında mesele bu kadar basit. Bu kadar sığ.
Daha üç beş ay önce “AKP ile Cemaat aynı gövdeyi paylaşıyor. Asla kopmazlar, savaşa tutuşmazlar” diyen kimileri, bugün madde madde kavganın analizini yapıyor ya.. Veya yollarda basılan “Suriye yolcusu TIR’ları” önce önemsemeyip, şimdi -aylar önce yazdıklarımı- analiz analiz döktürüyorlar ya.. Aynı onun gibi, HSYK tartışması da laf kalabalığında boğulup gidiyor. Akıllar karıştırılıp duruyor.
Oysa analiz şu üç maddeden ibaret:
Bilal’in ve babasının –yaptıklarından ve yapacaklarından dolayı- korunması lazım..
Bunun için yargının avuçlarının içinde olması lazım..
Bunun için de, örneğine ancak faşist yönetimlerde rastlanacak bir bağımlı yargı lazım.
Durum budur. Böyle olduğu için de “faşizme ve Bilal Yasası’na direnme” hakkımız vardır. Nokta!
ANCAK BAŞINIZA GELİNCE ANLIYORSUNUZ
HSYK yasası, genel olarak hakim ve savcıların atanması.. Görevden alınması.. Çeşitli davaların hangi dairelere verileceğinin kararlaştırılması.. Ve benzeri TEKNİK MESELELER gibi, değil mi!
Aslında bütün yasalar, böyle sunuluyor. Hayatımızla ilgisi, büyük çoğunluğun okuduğu gazetelerde / izlediği televizyonlarda anlatılmıyor.
Oysa, o yasalar yeri geldiği zaman SIRADAN BİR HAYATIN AKIŞINI DEĞİŞTİRİYOR. İşte örneği:
YOLA YAZI YAZAN ÇOCUK
13 yaşında bir çocuk, Çanakkale’de Gezi’ye destek yürüyüşü sırasında yola “Hükümet istifa”, “Faşizme ölüm” yazdığı için yargılanıyor. “Kamu kurum ve kuruluşlarına ait, kamu hizmetine tahsis edilmiş veya kamunun yararlanmasına ayrılmış yer, bina, tesis veya diğer eşya hakkında, mala zarar verme” suçundan, hakkında 2-6 yıl hapis isteniyor.
Ürperdiniz, değil mi! Ama tuhaflık burada değil.
Çocuk, 27 Kasım’daki ilk duruşmaya katılmadı. Bunun üzerine mahkeme 21 Ocak’taki duruşmaya “zorla getirilmesi” kararı verdi.
Evet, irkiltici ama tuhaflık burada da değil.
Süreç ilerlerken, aile ve avukatları Adli Tıp Kurumu na başvurdu. Adli Tıp Şube Müdürlüğü de, Savcı Ozan Kaya’ya sunduğu raporda, “çocuğun cezai ehliyeti olmadığını” bildirdi.
“İşlediği fiilin hukuki anlamını ve sonuçlarını algılayıp davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olduğunu” söyledi.
ADLİ TIP DA NEYİN NESİ!
İşte, nihayet geldik tuhaflığın ne olduğu meselesine.
Savcı Kaya, iddianamesinde Adli Tıp raporu hakkında şunu yazdı:
“Doktor raporuna göre, işlediği suçun anlam ve sonuçlarını kavrayamayacağının belirtildiği, fakat yeni ceza kanunu sisteminde bu konuda karar verme yetkisinin, yargılamayı yapan mahkemeye ait olması nedeniyle raporun bağlayıcı olmadığı, mevcut deliller karşısında atılı suçtan kamu davasının açılmasına yeterli şüphe elde edildiği anlaşılmakta…”
Yani, diyor ki sayın Savcı, “Adli Tıp, raporunda ne derse desin, YENİ CEZA KANUNU SİSTEMİNE GÖRE, YARGILANIP YARGILANMAYACAĞI KARARINI MAHKEME VERİR”.
Balyoz davasında, hatırlar mısınız, mahkeme heyeti son savunma faslını atlayınca avukatlar protesto için duruşmalara girmemişti. Bunun üzerine –şimdi tüm suçu Cemaat’e atan- AKP İktidarı (yine) bir gecede yasa çıkartmış.. “Avukatlar olmadan hükmün verilemeyeceği” yolundaki EVRENSEL KURALI değiştirmişti.
Şimdi de Adli Tıp yargı sisteminin dışında. “Bilim adına” verilen raporların, çok sevdikleri deyimle YOK HÜKMÜNDE olduğunu söylüyorlar. Ve bunu yıllardır yapıyorlar. Yıllardır ha bire yasa yapıp yasa bozuyor, yargıyla oynuyorlar.
KADININ ADI: AYLİN
Sevgili Duygu Asena, ardında “Kadının Adı Yok” gibi, manifestoya dönüşen bir kitap / kavram / slogan bırakıp gitti.
Kadına dair her meselede aklıma önce bu slogan ve Duygu gelir. Ankara’daki CHP dedikodularını duyduğumda olduğu gibi..
Duyduklarım özetle şu:
Malum, neredeyse atı alan Üsküdar’ı aşmışken, CHP bir türlü kendi belediye başkan adaylarını (bırakın açıklamayı) saptayamadı. Bu amaçla kurulan beş kişilik komisyonun sona yaklaştığı söyleniyor. Ama nasıl bir “sona”?
Bir önceki yerel seçimleri hatırlıyorum. Gece 3’e doğru yatarken, Halil Ergün Beyoğlu Belediye Başkanlığı’na garantilemişe benziyordu. Sabah kalktığımda kaybetmişti. Hatta o sırada, sırf bu yüzden “Beyoğlu seçimlerinde hile mi yapıldı” diye spekülasyon yapılmıştı. Daha sonra öğrenmiştim; 8 mahalleden neredeyse SİLME AKP çıkmıştı.
Gezi olayları ve Taksim tartışmaları nedeniyle, biz İstanbul’da yaşayanların gözü Beyoğlu’nda. Dolayısıyla, orayı yönetmeye talip belediye başkan adaylarında..
UMARIM DOĞRU DEĞİLDİR
Gelelim, CHP dedikodularına. Duyduğum kadarıyla, Beyoğlu için Aylin Kotil’in adı öne çıkmış.
Bunda, Aylin Kotil’in aylardır, özellikle şu meşhur 8 mahalle başta olmak üzere, Beyoğlu’nu ev ev dolaşması..
Dahası, Adil Gür, Konsensus, Gezici gibi önemli araştırma şirketlerine anketler yaptırması..
Ve bu anketlerde hep açık ara önde olması rol oynamış.
Ne var ki, Aylin Kotil’in ÇOK ÖNEMLİ BİR ENGELİ varmış! Ne mi? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa Sarıgül’ün eski eşi olması.
Doğru mu? Eğer doğruysa bu nasıl bir mantık?
Aylin Kotil, Mustafa Sarıgül’den boşanıp kendisine yepyeni bir hayat kuralı 6-7 yıl (belki daha fazla) oldu. Mustafa Sarıgül’le artık hiçbir ilgisi yok.
Efendim, Sarıgül’ün eski eşi Beyoğlu’ndan aday olursa, bu durumu seçmene açıklayamazlar-mış!
Sahi mi! MHP’den gelen Mansur Yavaş’ı açıklayabileceksiniz.. Hatay’daki seçiminizi açıklayabileceksiniz.. Ama Aylin Kotil’i açıklayamayacaksınız, öyle mi!
Daha önce, bütün bunları bilmeden yazdım. “Beyoğlu’na Aylin Kotil çok yakışır” dedim. Şimdi, bazı şeyleri bilerek tekrarlıyorum: Aylin Kotil, herkesin / hepimizin yapması gerekeni yapıp seçim barajı gibi faşizan bir engele karşı Ankara’ya kadar yürüdü. Aylar boyunca Beyoğlu’nda ev ev dolaştı. Anketler yaptırdı. Nabız ölçtü. Programını hazırlayıp açıkladı.
Yani, yapılması gereken ne varsa yaptı.
Şimdi onu, “BİR ERKEĞİN ESKİ EŞİ OLDUĞU İÇİN” oyun dışında bırakamazsınız. Artık bunu yapamazsınız. Çünkü KADINLAR VAR.. KADININ ADI VAR..
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 14.01.2014 00:00:00 / Okunma = 1931