Taksim’deki Gezi Parkı eylemleri sırasında polisin attığı gaz fişeği kapsülü ile bir gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya, kask numarası belli olmasına karşın polisin tespit edilemediğini ve davalarda sonuca ulaşamadığını söyledi. Sarıkaya, “Adalet binalarının önüne ‘saray’ yazılarak sarayların içinde adalet ararken siyasallaşmış yargıyla, adaletsizlikle tanıştım. Dosyamda 4 tane bilirkişi raporu olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi kararı olmasına rağmen hâlâ dosyamda bir adım ilerleyememiş durumdayız. Tek bir polisi dahi yargı karşısına çıkartamadık. Artık savcılar bile bırakmış durumda” dedi.
Gezi Parkı eylemlerinin üzerinden 11 yıl geçti. Direniş sırasında çok sayıda kişi polis şiddeti sonucu yaşamını yitirdi, birçok kişi da yaralanarak sakat kaldı. Dava kapsamında iş insanı Osman Kavala, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili seçilmesine karşın vekilliği düşürülen avukat Can Atalay, şehir plancısı Tayfun Kahraman, belgeselci Mine Özerden ile film yapımcısı Çiğdem Mater cezaevinde tutulurken, Gezi için hak arama mücadeleleri de devam ediyor.
Taksim’de 11 Haziran 2013 akşamı polisin attığı gaz fişeği kapsülü ile bir gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya da mağdurlardan birisi. Sarıkaya, o günden bu yana aradığı adaleti bulamadı. Sarıkaya, Taksim Meydanı’nda, olayın hemen olduğu yerde ANKA Haber Ajansı’na konuştu.
“Karanlık bir Türkiye’ye iki gözle bakmaktansa aydınlık bir Türkiye’ye tek gözle bakmayı yeğlerim” diyen Sarıkaya, sözlerini şöyle sürdürdü:
“O gün çok yoğun bir gündü. Normalinden kat be kat daha fazla bir polis ablukasıyla karşı karşıyaydık. Süreci izliyordum ve ben de herkes gibi vandalizm olarak değil; sözümüzle, bedenimizle sahada yer alıp bu sürece katkı sunuyorduk lakin devlet terörü, polis vahşeti karşımıza çıkana kadar. Bulunduğum zaman zarfı boyunca herhangi bir çakıl taşı dahi atmış bulunmazken 11’i (Haziran) 12’ye bağlayan gece polis vahşetiyle sağ gözümden vuruldum. Buna bağlı olarak süreç çok da iyi ilerlemedi. Gezi şunu göstermiştir iktidara; ‘Bizler bir bütünüz. Bizleri ayrıştıramazsın. Bizlerin karşısında kulaklarını tıkayamazsın’ demiştir. O akşam ben vurulduktan sonra tabi burada bulunan arkadaşlar hemen kucakladılar. Çünkü vurulduğum an her yerim kan gölüne dönmüştü. Beni hemen sağlıkçı arkadaşların bulunduğu bölgeye götürdüler. Ambulans çağrıldı. Ambulansın girişine izin verilmedi polisler tarafından. Yarım saatten fazla ambulansın içeriye girmesini bekledim. Ambulansın girilmesiyle birlikte hastaneye götürüldüm. Hastanede ilk müdahalede hemen sağ gözümü kaybettiğim ve asla bir daha göremeyeceğim söylendi. Sağlık süreci olarak devamlı süre zarfında 4 kere ameliyat oldum. Gözüm alındı. Şu an protez kullanıyorum. Devlet terörü ve polis vahşeti yüzünden yüzde 50 engelli bir bireyim. 11 Haziran akşamına kadar sağlam bir bireyken 12 Haziran sabahı artık engelli bir birey olarak hayatımı devam ettirmeye çalışıyorum.”
“Hedef gözetilerek vuruldum”
Olay anını anlatan Sarıkaya, “Hastaneye geçtiğimde doktorlar bana direkt şunu söylediler. ‘Gözündeki tahribatı sana özetleyelim. Bir üzüm tanesini düşün. Üstüne bin kiloluk bir balyozla vurulmuş hâlini algıla. Gözün işte bu hâlde’ dediler bana. Göz çevremin hiçbir yerinde kırık yok. Direkt göz bebeğimden vurulmuşum. Nişan alınmış, bilerek ve hedef gözetilerek bir atış sonrasında bu vurulma olayı gerçekleşti” diye konuştu.
“Savcım Selim Kiraz öldükten sonra görüntüler kayboldu”
Erdal Sarıkaya, yargı sürecini de şöyle anlattı:
“Adalet binalarının önüne ‘saray’ yazılarak sarayların içinde adalet ararken siyasallaşmış yargıyla, adaletsizlikle tanıştım. Dosyamda 4 tane bilirkişi raporu olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi kararı olmasına rağmen hâlâ dosyamda bir adım ilerleyememiş durumdayız. Tek bir polisi dahi yargı karşısına çıkartamadık. Artık savcılar bile bırakmış durumda. Polislerin kim olduğu biliniyor. Dönemin savcısı Mehmet Selim Kiraz, benim savcımdı. Onun hazırlatmış olduğu bilirkişi raporunda, alanda görev alan ama Emniyet’in savcılığa vermemiş olduğu, göndermiş olduğu listede ortaya çıkmayan 4 tane polis memuru, 2 tane emniyet müdürü, artı orada hazır olarak bulunan vurma ihtimali olup da ya da vuranları alenen tanıyan 8 tane polis memuru deşifre oldu. İsimleri, sicil, kask numaraları her şeyiyle raporun içinde bulunuyor lakin Mehmet Selim Kiraz savcım adliyede öldürüldükten sonra bu rapor rafa kaldırıldı. Ondan sonraki gelen savcılar hiçbir şekilde bu raporu değerlendirmeye almadı. Biz yeniden bilirkişi raporları istedik. Bunda Jandarma Kriminal Büro, ellerindeki veri sistemlerinin, bu görüntülerin içeriğini açamayacağı gibi absürt bir rapor gönderdi. Sonra özel bir bilirkişiye gönderildi. O kişinin de adliyede zabıt katibi olduğunu öğrendik. O da herhangi bir şey bulamadı. Hatta ATM kuyruklarında bekleyen insanların resimlerini gönderdiler. Buna karşılık savcım Mehmet Selim Kiraz, olay gerçekleşmeden önce kendisi bana bir söz söylemişti. Elinde 8 terrabaytlık bir görüntünün olduğunu ve bu görüntülerin içinde birçok vurulan kişinin ve vuranları kendisinin tespit ettiğini söyledi ama sayın savcım öldürüldükten sonra o 8 terrabaytlık görüntü de kayboldu. Bulamadık, bulunamadı. Defalarca biz sordurmamıza rağmen onun da bir karşılığı çıkmadı.”
“Emniyet, ‘Kask numarası bulunamadı’ cevabını veriyor”
Anayasa Mahkemesi’nin 2021 yılında dosyanın etkin şekilde yürütülmediğine yönelik karar aldığını da anlatan Sarıkaya, şöyle devam etti:
“Anayasa Mahkemesi kararından sonra o dosyada bulunan polis memurları demiyorum, AKP iktidarının lejyonerleri, militan askerlerini savcılık makamı ifadeye çağırdı ve hepsi ortak bir cümle kurdu: ‘Ben o gün yediğimi bile hatırlamıyorum. Ben o gün orada mıydım, onu dahi bilmiyorum. Ben o gün o kaskı kullandım mı, kullanmadım mı; onu dahi bilmiyorum’. Şimdi biz savcılık makamına soruyoruz. Savcılık makamı da Emniyet’e yazı yazıyor. ‘Bu kask numaralı kişileri tespit edin, bize gönderin’. Emniyet’in vermiş olduğu cevap, adaleti bırakın, demokrasi tarihinin en vahim cevapları. ‘Biz araştırdık. Böyle bir kask numarası bulunamadı’. Şimdi ben merak ediyorum. Yargı olsun, Emniyet olsun, devlet kurumları bütün yapmış oldukları fiili hareketler olsun kayıt altında tutar. Şimdi bu kask numaraları, Emniyet araştırmasının içinde yapılan incelemede bulunamıyorsa o zaman bu numaralar kime ait? Otomatikman şu akıllara geliyor. Olmayan kask numaralarıyla kimi militanlara polis üniforması giydirilerek Gezi’yi kana bulayıp halk direnişini kırmaya mı çalıştılar? Eğer böyle bir şey varsa hangi unsurlardan yararlanıldı, hangi militan gruplardan yararlandılar, hangi yapılardan adamlar seçildi, tetikçi olarak sahaya sunuldu? Bunu sorgulatıyoruz. Buna da herhangi bir cevap gelmiyor.
“Bu kask numaralı kişiler kimdi”
Savcılık makamına yazılar veriyoruz. Savcılık makamı yazı gönderiyor ama sadece yazı gönderiyor. Emniyet ise ‘Aradık, bulamadık; soruşturduk, bulamadık’. Peki, şimdi ben merak ediyorum. Bu kask numaralı kişiler kimdi? Bu numaraları bunlara kim verdi? Bu üniformanın içindeki insanlar kimdi? Tamamıyla bir muallakla karşı karşıya bırakılıyoruz. Amaç burada şu. Gezi davası ortada. İçeride yatanlar Osman Kavala olsun, Can Atalay olsun; neden daha içeride yattıkları bile bilinmezken Gezi davası, bizim açtığımız davalarda bir ilerleme kaydedildiğinde, bunu devlet de yargı mensupları da Emniyet unsurları da çok iyi biliyor ki; o gün bizi katledenleri kahraman ilan edene kadar gidecek. Buna bağlı olarak korku imparatorluğundan dolayı kimse ses çıkartamıyor.”
“Mücadeleme devam edeceğim”
Sarıkaya, “Bu zamana kadar yılmadım. Bütün siyasallaşmış yargıya, devlet baskısına karşı mücadele vermeye devam ettim ve devam da edeceğim çünkü tarihi yılanlar değil, mücadele edenler yazar. Ben de bu tarihin sürecinde demokrasinin tecelli edeceğine inanaraktan mücadeleme devam edeceğim” diyerek sözlerini tamamladı.