Kişi, aile, köy veya kasaba tarihleri, ülkenin genel tarihinin bir parçasıdır.
Hayatımın çeşitli evrelerine ilişkin anılarımı biraz da bu nedenle yazıyorum.
Seksenine merdiven dayamış ömrümü gözden geçirdiğimde "Ya bende bir gariplik var, ya da devlette" diyorum. Değilse bu devlet neden bunca yıl beni izlesin?
İlk başlarda bunun tam farkında değildim. Hakkımda yapılan işlemleri tekil bazı olaylara bağlıyordum. Fakat bunları uç uca eklediğimde devlet için ne kadar önemli(!) bir kşi olduğumu daha iyi anladım. Biz aslında bu durumda yüz binlerce kişi idik. Hikâyemiz az çok birbirine benzer.
Devletimizin benim arkama adam takması, öğretemen okulu yıllarından başlıyor. Daha etim ne budum ne? Bir lise öğrencisi, sosyalizmi yeni öğrenmeye başlamış, kendini yoksul bırakılmış ve sömürülen köylülerin kurtuluşuna adamış bir gencin arkasına adam takmak nasıl bir şey?
Şimdi bu izlemelerin hangi olaylarda kendini gösterdiğini tek tek anlatayım:
"BANA SENİ TAKİP GÖREVİ VERDİLER!"
Bir: Üç yıl sonra Gazi Eğitimde okurken, Akpınar mezunu bir öğrenci bunu itiraf etmişti. "Beni seni izlemekle görevlendirmişlerdi" demişti. Kim takmıştı, okul idaresi mi, polis mi? Bunu sormadım. Okul yönetiminin bazı sert ihtarlarına rağmen okuldan sağ salim mezun oldum. Okul idaresinin atandığım yerin ilçe Milli Eğitim Müdürlüğüne gönerdiği dosyada hakkımda kullandığı olumlu ifadeler, izlenme işinin okul idaresince yapılmadığını gösteryor.
İki: Öğretmenlikte birinci yılım. Bedenim ve zihnimin elverdiği bir performansla çalışıyorum. Fakat, ilköğretim müfettişinin yüzü bana gülmüyor ve hakkımda olumsuz rapor veriyor.
Üç: İkinci yıl başka bir bölgedeyim. İlçedeki ilköğretim müfettişi kasabanın ileri gelen akrabalarımdan birine benim 200 öğretmene bedel olduğumu söylemişken, sonra kulağına ne fısldanmış ki, ikinc yılımda da stajyerliğim kalkmıyor? Bir yıl daha olumsuz rapor alırsam öğretenlikten atılacağım. Neyse ki demokrat bir ilköğretim müfettişi üçüncü yıl verdiği olumlu raporla stajyerliğimi kadırıyor.
Dört: Fakat devletimiz peşimi bırakacak gibi görünmüyor. Beni Fatsa'dan Siirt il emrine sürüyor.
Beş: Neyse ki, Gazi Eğitim sınavlarını kazanarak 1967'de bu okula kaydoluyorum. MİT'çi olduğunu herkesin bildiği başmuavin bir gün bir iş için odasına girdiğimde adımı öğrenince cüzdanının bir bölmesinden küçük bir kâğıt çıkarıyor. Adımı oraya not etmiş. Belli ki, "Bu genci rahat bırakmayın, takip ettirin!" diye tembih etmişler.
Altı: Başmuavin ardıma öğrencilerden iki kişi takıyor. Bunlar Bulgaristan göçmeni, MİT'in kontenjanından okula kaydolmuş iki ajan ama sosyalist kılığına girmişler. Bunun farkına varıp onları yanımızdan yöremizden uzaklaştırıyoruz. (Bunlardan birine İçişleri Bakanlığınca bir büro tutulup ödenekli bir dergi çıkattırılarak aleyhimde yayın yapıldı.)
Yedi: Millî Eğitim Bakanlığı, okul müdürlüğünden hakkımızda disiplin cezası verilmesini istiyor. Okul disiplin kurulu, buna yanaşmiyor. Bunun üzerine Bakanlık Üst Disiplin Kurulu yönetmeliği çiğneme pahasına beni ve kardeşim Ayhan'ı okuldan temelli atıyor. Bu, öğretmenlik yapamayacağımız anlamına geliyor. Neyse ki Danıştay kararıyla okula dönüyoruz.
Sekiz: Okuldan mezun oluyorum. Göreve başladığım ortaokulda Cumhuriyet Bayramında yaptığım konuşma nedeniyle bir Bakanlık Müfettişi okula damlıyor. Beni bakanlık emrine alıyor. 12 Mart 1971 karşı darbe furyasında onbinlerce öğretmenle birlikte gözaltına alınıyor ve tutuklanıyorum. Bunu özel bir kasta yormuyorum fakat İzmir'de tutukluyken (Mahkeme takipsizlik kararı verecektir)
Ankara'da açılan Dev-Genç Davasına dahil edilmemi neye yormalı? Birlikte yargılandığım arkadaşlarım, 1971-1972'deki olaylara karışmakla suçlanırken, 1970'te mezun olan ve Sıkıyöntime gerekçe sayılan hiç bir olayla ilgisi olmayan beni (ve kardeşim Ayhanı) tutuklayıp yargılamalarını, grubun içinde en ağır cezayı da bana vermeleri herhalde hiç sebepsiz değil.
SÜREKLİ TAKİP ALTINDA!
Dokuz: Af Yasasıyla cezaevinnden çıkıp Fatsa Ortaokulunda göreve başlıyorum. Çok geçmeden okul müdürünün kapıyı çalmadan sınıfa girmesi, dersimi izlemesi ve çıkınca beni odasına çağırıp önüme cevaplamam isteğiyle sorular olan bir kâğıt uzatmasının verdiğim dersle bir ilgisinin olmadığını kendisi itiraf ediyor. "Ceaevinden çıkıp gelmişsin. Bana bu adam hakkında ne yaptın diye sorarlar. Sırf buna cevap vermek için bu dosyayı hazırladım" diyor.
On: Ve daha bu okulda bir yılımı doldurmadan Yozgat'ın bir beldesine, eş durumu da gözetilmeden sürgün ediliyorum.
On Bir: Göreve başlayalı bir hafta olmuş olmamış, bir gece üç beş gencin, gecenin karanlığında kaldığım evin yakınında "Komünistler Moskova'ya!" diye bağırtılması, takibin devam ettiğini gösteriyor.
On İki: Eşlerin aynı yerde görev yapması kuralından yararlanarak İnebolu'ya atamamızı yaptırıyoruz. Burada da rahat vermiyorlar. Vali Hazretleri bir gün ekibiyle birlikte sınıfımı basıp beni tanımak istiyor. Ertesi gün bu kez eşimle birlikte Valilik emrine alınıyoruz.
On Üç: MİT'ten verilen bilgilerle hareket ettiği açık olan İnebolu gazetesi, hakkımızda korkunç şeyler yazıyor. Biz öğretmenlerin arasına maksatlı olarak sokulmuşuz! Halk bizi linç etmek istiyormuş gibi onları itidale davet ediyor.
On Dört: Valinin açığa alma süresi üç ayı geçemez. Bunun üzerine vali bizi göreve döndürmek zorunda kalıyor fakat iki gün sonra bu kez Bakanlık tarafından açığa alınıyoruz. Yapılan müfettiş soruşturmasında suçsuz bulunuyoruz., bununla birlikte eşimle uzak illere kararnamemizi çıkarıyorlar. Neyse ki, Ankara'da Amme İdaresi Enstitüsü bizim gibi olanlar için güvenli bir liman. Oranın sınavını kazanınca Ankara'ya naklediliyoruz. Yıl 1977'dir.
On Beş: 12 Eylül 1980'de tutuklanan, meslekten atılanları görünce "Devlet beni unuttu, ne güzel!" dedim. Ama 1982'de şöyle bir şey oldu? 1980'de çıkarmaya başladığımız Öğretmen Dünyası dergisinde sırf devlet yanında kötü bir sicile sahip olduğumu bildiğimden, benim yüzümden dergiye bir zarar vermesinler diye, sahiplik veya yazı işlseri müdürlüğünü üstlenmiyorum. Yalnızca yazı kurulu üyesi oluyorum. Ancak 1982'ye gelindiğinde bu görevleri üstlenen arkadaşlar çok bunadılar ve yazı işleri müdürlüğünü üstlenmek zorunda kaldım. Bu görevim iki ay sürebildi. Ankara Emniyet Müdürlüğü Derginin sahibi görünen Ayhan'a benim için "Onu Yazı işleri müdürlüğünden atacaksın" talimatını veriyor. Önce direnmek istiyoruz, fakat emir yerine gelmeze benim "soluğu Van'da alacağım" ihtarını alınca bu kanunsuz emre uymak zorunda kalıyoruz ve yazı işleri mdürlüğünü bırakıyorum!
On Altı: Meğer 12 Eylül rejmi bizi unutmamış. Nisan 1983'te Ayhan'la ikimizi 1402 Sayılı yasa ile meslekten çıkarıyorlar.
"SİZ ONUN KİM OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?"
On Yedi: Geçici işlerde nafakamızı çıkarırken 1986'da, eşimle birlikte Ankara'da gözaltına alınıp Ordu'da tutuklanmamızın da aslında polisin iddia ettiğinin aksine Fatsa olayları ile ilgisi olamazdı. Çünkü Fatsa Olayları denilen tarihten dört yıl önce Fatsa'dan sürülmüştüm. Bir yıl sonra da eşim ayrılmıştı. Fatsa'dam uzaklaşalı on yıl olmuştu. Bir aylık bir tutukluluktan sonra takipsizlikle dışarı çıkıp, 1402 ile meslekten uzaaklaştırılıp hüküm hüküm giymemiş olanların göreve dönebilecekleri kararından yararlanıp mahkeme kararıyla öğretmenliğe dönüyorum.
On Sekiz: Öğretmen Dünyası'nda yayımlanan "Eğitimde Rüşvet" konulu bir dosyadan ötürü 1990'da 50. Yıl Lisesinden Üreğil Ortaokuluna sürülüyorum. Mahkeme kararıyla geri döndüğümde artık okulda müdürün beni izletmesi nedeniyle çalışma ortamım çok bozulmuştu. Kâğıt üzerinde 25. yılımı doldurduğum için yeni çıkan yasadan yararlanıp emekliliğimi istiyorum ve kendimi araştırmacılığa ve yayıncıllığa veriyorum.
On Dokuz: Paralı Eğitim ve ve eğitimde özelleştirme gibi temel eğitim sorunları konusunda kitle örgütlerinden oluşan Eğitim Hakkını Savunma Komitesi adıyla bir platform oluşturuyoruz ve bunun sözcülüğünü yapmaya başlıyorum. Fakat "İyi saatte olsunlar" buna izin vermeyeceklerini gösteriyorlar. Derneklerin ve vakıfların platform oluşturamayacaklarını ileri sürerek Platformu destekleyen kuruluşlar hakkında soruşturma açıyorlar, Kuruluş yöneticilerine benim için "Siz onun kim olduğunu biliyor musunuz?" diyorlar. Bazılarına para cezası veriyorlar, platformda dergiyi temsil ettiğimden bana ceza veremiyorlar.. Fakat geri çekilen kuruluşlar nedeniyle 76 kuruluşun desteklediği platformu dağıtmak zorunda kalıyoruz. Yerine Ulusal Eğitim Derneği'ni kuruyoruz. (2003)
Yirmi: Bu tarihten sonra MİT'in takibiyle bir kez karşılaştım. Köy Enstitüleri hakkında Kastamonu'da bir panel yapılacaktı. Birkaç konuşmacı Kastamonu'ya gidiyoruz. Tam kürsüye çıkacağımız sırada polisler benim konuşamayacağımı tebliğ ediyorler. Bazı kısıtlayıcı hükümlerin uzun süre kayıtlarda kalması gibi Kastamonu Emniyeti yanında hâlâ temize çıkamadığım anlaşılıyor. Avukat olan eşime telefon ediyorum. O Bakanlığı ve Kastamonu Valiliğini arıyor da konuşma hakkımız teslim ediliyor. Panelin ortasında sahneye çıkabiliyorum.
O DOSYADA NELER OLDUĞUNU GİZLİYORLAR
Bilgi Edinme Yasası'na dayanarak birkaç yıl önce dosyamın bulunduğu Ankara Millî Eğitim Müdürlüğünden hakkımdaki yazışmaları ve raporları istedim. Öyle ya, hayattayken, devletimizin hakkımızdaki düşüncelerini öğrenmek hakkımız değil miydi? Ancak ikinci başvurumda Müdürlükten yalnızca ilkokul öğretmenliğim sırasında ilköğretim müfettişlerinin raporları verildi. Oysa emekli olurken bir özlük yazısını almak için Bakanlığa gittiğimde, dosyamı arşivden getiren memur "Ne kadar da kalın bir dosyanız" var demişti. Gerçekten dosya oldukça kabarıktı! Bana içindekileri göstermediydi.
İşbirlikçi, sömürücü ve zalim bir devlet için hiç de sağlam bir ayakkabı olmadığımı itiraf ediyorum. (Bununla gurur da duyuyorum.) Bütün bu anlattığım süreçlerde halkın bağımsızlık, demokrasi, eşitlik mücadelesini söz ve yazıyla dile getirmekten geri durmadım. Dün olduğu gibi bugün de Pilavdan dönenin kaşığı kırılsındı!
Görev gereği gene bu süreç içinde bazı Cumhurbaşkanları, Millî Eğitim Bakanlarıyla görüştüm, mülakatlar yaptım. Bazı Millî Eğitim Şûralarında, televizyonlarda ve salonlarda konuştum. Mahmelelerde bütün davalarımı kazandım ya da bunlar takipsizlikle sonuçlandı. Demem o ki, MİT'in beni takip kararı devletin bütün kurumlarının ilgisi içinde değildi.Ya da MİT'in bu kararının gereksiz ve haksız olduğunu düşündüler.
Bu durum aslında bir değil iki devlet bulunduğunu gösteriyordu. Devletlerden birinin anayasası, yasası ve yönetmelikleri vardı. Aldığı haksız kararlar, bu metinlere göre iş görmek zorunda olan kurumlara çarpıyor ve geri dönebilyordu. Diğer devlet ise gizliydi. Hesap vermiyordu. Keyfi hareket ediyordu. Yazılı olmayan bir anayasaya bağlıydı.
Devletin kara listeye aldığı kişiler içinde ancak üçüncü katagoride bir kişi olabilirim diye düşünüyorum. Birinci grupta olsaydım herhalde öldürülürdüm. İkinci gruptakiler ağır işkence görenler ve ömürlerini hapishanelerde geçirenler olabilir. Ben işkence görmedim, yalmızca üç kez tutuklandım ve toplam üç yıl üç ay hapis yattım. Bir kez valilik, ki kez Bakanlık emrine alındım. Okuldan ve meslekten birer kez atıldım, Bir kez de yazı işleri müdürlüğünden... Üç kez sürgüne gönderildim. Birkaç kez kıdem durdurma cezasına çarptırıldım. Bu millet daha neler gördü!
Bunları yazmamın nedeni, yapanın yanına kâr kalmamasıdır, hiç değilse bilinsin istedim. O dosyamdaki bilgileri dava açarak elde etmek niyetindeyim. (Ayvalık, 24 Ağustos 2022)