Jurnalist.com.tr haber portalında yayınlanan “ETG Üzerine Düşünceler” başlıklı yazım üzerine Edirne hudutgazetesi.com.tr haber portalı yazarlarından, Nurhan Işıkseren kardeşimiz eleştirel bir yazı kaleme alarak Aydınlanma Ateşi grubunda paylaştı. Sayın Işıkseren’in ilgisine ve mesajının girizgah bölümündeki iltifatlarına teşekkür ederim.
Benim ETG üzerine yazdığım yazının ana teması ve konu hakkındaki düşüncelerimi özetleyen cümleler, okuyanların göreceği gibi, şöyledir;
1- ETG’yi “herhangi bir koşula bağlı olmaksızın, bireyin temel-yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir yurttaşlık maaşı “ olarak tanımladık.
2- ETG’nin ümit vadeden bir girişim olma olasılığı ihmal edilemez, “saçma”, “zırva”, “emperyalist kapitalist sistemin yeni oyunu” gibi mobbing dili klişeleşmiş öyargılarla çöpe atılacak bir öneri olmadığını söyledik. Tartışmaya değer bulduğumuzu ifade ettik.
3- Takip edilmesi gereken doğru yolu da, SDD İsanbul’da yaptığımız Forum’un raporunun sonuç bölümünde : “Konunun önyargısız bir şekilde takip edilerek sorgulanmasına ve tartışılmasına devam konusunda ortak mutabakat ile toplantı sona erdi.” cümlesi doğrultusunda yürümeyi önerdik.
4- Şüphesiz mucize yaratacak bir öneri de olmadığını ifade ettik.
Ana fikri yukarki maddelerle ifade edilen bir yazıya Sayın Işıkseren, fanatik bir ETG propagandası anlamı yükleyerek kendi fanatik üslubunu gerekçelendirmeye çalışmış. Yazımızı “Peki nedir bu o zaman “mal bulmuş mağribi” gibi (büyük bir zenginliğe kavuşmuşçasına aşırı bir coşku ve sevinç ile) ortaya fırlamalar..?” gibi, veriye dayanmayan polemik cümleleri ile değersizleştirme gayretleri, en hafif ifadeyle, mantık tutarsızlıklarıdır. Benim yazımın içeriği de üslubu da, bu yakıştırmalar gibi, fanatik bir ETG savunusu değildir, bir sorgulamadır. “Zırva “ “Emperyalist kapitalist sistemin yeni oyunu “ gibi kestirip atmacı, beylik klişelerle beyinleri tartışmaya, sorgulamaya kapatma gayretlerinin tutarsızlığını gösterme çabasıdır. Sayın Işıkseren’in mesajı ise içeriği boş, üslubu da fanatik bir ETG karşıtlığıdır. Fanatizm aklı körelten bir duygusal tutumdur, yandaşlık aşkı veya karşıtlık nefreti şeklinde tezahür eder. Aşk gibi nefret de gözleri kör eder. Bugün Türkiye’nin ortak akıl üretememesinin temel nedeni de budur; dogmatizm- sekterizm- fanatizm üçüz kardeşlerin ürettiği bu zihinsel pandemi. Ayrıca tartışılması gereken bir konu.
Bir başka tutarsızlık, Einstein’ın “ Bir fikir ilk başta saçma gelmiyorsa ümitsizdir.”
Sözüne yaptığım atıf üzerine. Burada Sayın Işıkseren, Einstein özel ismini türkçeleştirerek kullanıyor (Tektaş), şöyle diyor “Hz. ‘Tektaş’ alıntısının talihsizliği hemen göze batıyor. Klasik bir elma armut karşılaştırması olmuş. Bilimsel önermelerle ETG’yi kıyaslamayı yadırgadığımı belirtmeliyim. “ Bir kere benim cümlem bir kıyaslama, karşılaştırma cümlesi değildir. Bilim öznesinin doğal veya sosyal nesnel varlıkları veya önermeleri incelerken (Örneğin ETG) pozitif veya negatif önyargılardan arınmayı öğütleyen bir deyiş. Işıkseren buna elma –armut kıyaslaması yakıştırıyor, ilgisiz ve tutarsız bir polemik “ustalığı”.
Bir diğer tutarsızlık; Sayın Işıkseren beni “ … refah toplumu dönemindeki gelişmeleri sadece “emek mücadelesi” temelinde değerlendirmek ‘hakikati’ perdelemek…”le eleştiriyor. Aynı eleştiri yazısında benim yazımdan şu alıntıyı koymuş:
“2.. Dünya Savaşında yerle bir olan Avrupa, bu Sosyal Refah Devleti politikaları ile paralel olarak yeniden kurulmuştur. Bu politikaları uygularken Demokratik sosyalistler sadece emekçilerle başarmadılar bunları, ülkelerinin sermaye sınıflarını, işverenlerini de ikna ederek, desteklerini kazanarak başardılar.” Ben ne demişim, Sayın Işıkseren beni neyle eleşetiriyor ? Tutarsızlık “ben buradayım!” diye bağırıyor. Sayın Işıkseren tekrar okursa çelişkiyi mutlaka görecektir.
Sayın Işıkseren’ın yazısını geneli bu tür tutarsız, veriye dayanmayan polemik cümlelerinden oluşuyor. Teker teker bu cümlelerin değerlendirmesine girmeyeceğim. Yazısında kullandığı bazı sözlerin bir listesini vereceğim, şöyle ki: “zırva, Elma-armut / muzaffer komutan muamelesi / yumurta – tavuk / mugalata / gönüllü top koşturan borazan / bagajında taşımak … sürüye katmak / alaca kuş sloganlar / menüye …afiyet olsun / oltaya takılmak / mal bulmuş mağribi / ortaya fırlamalar / payanda / bebelere balon / pervane / tiyatroda figüran/ SD’nin çaya çorbaya limon görülmesi …. “ Bu sözler ve bu sözlerle kurulmuş çümleler üzerinde polemikler yaparak çağımızın sosyal güvenlik sorunları üzerine ufuk açıcı değerlendirmeler ve öneriler geliştirmek mümkün müdür, takdir okuyucunun? Bu sözlerle tartışmak benim tarzım değil, bu sözler işime yaramaz, bunları sayın Işıkseren kardeşime teşekkürlerimle iade ediyorum. Bir atasözümüz vardır, “güzel söz sahibine aittir”, diye.
Sorunun özüne gelecek olursak. Son elli yılın gelişen teknolojileri her geçen yıl artarak biriken kronik bir işsizler ordusunu sosyo-ekonomik hayatın dışına atmaktadır. Bunda artık herkes mutabık. Bunun yaratacağı sosyal, ekonomik, politik, insani sorunları çözmek ve/veya üreteceği krizleri bertaraf etmek için değişik öneriler var. Sisteminn içindeki bazı kesimler artan dünya nüfusunu ve işsizler ordusunu bir dünya savaşı veya başka bir yolla “traşlamayı” ciddi ciddi tartışıyorlar. Sistem içindeki başka bazı kesimler de Dünyadaki ve Türkiye’deki ETG ve VTG girişimlerini destekliyor. Bu kesimlerin dışındaki çoğunluk ise tehlikenin farkında değil sistemin çizdiği olağan yörüngede dönmeye devam ediyor. Dünyada da Türkiye’de sol ve sosyal demokratlar, demokratik sosyalistler ETG girişimlerini sahipleniyorlar. Eleştiri konusu yapılan yazımızda dünyadan ve Türkiye’den veriler sunduk. Ülkemizde VTG girişimine öncülük edenlerin, katılımcıların çoğunluğu CHP üyesidir. CHP seçim bildirgelerindeki Aile Sigortası bir VTG biçimidir. Sosyal yardımları sadece işsizlere vermek çalışma isteğini engelliyor.
Sosyal bilimlerde mutlak doğrular ve mutlak yanlışlar yoktur. Ufukta görülen kitlesel işsizliğe karşı insani çözümler, öneriler geliştirme görevi sosyal demokrat – demokratik sosyalist siyasi hareketler için bir fantezi değil bir zorunluluktur. ETG böyle bir öneridir. Maymuncuk gibi her kapıyı açacak bir araç da değildir. Uygulanacak ülkelerin sosyo ekonomik gelişme düzeylerine göre farklı uygulama biçimleri olacaktır. Bazı ülkelerde uygulama imkanı olmayacaktır, üretim odaklı projelere öncelik verilecektir. Uluslarararı dayanışma da gereklidir. (BM İnsan Hakları Evrnesel Bildirgesinin 25. Madesi bireyin ve ailenin temel ihtiyaçların karşılanmasını temel bir insan hakkı olarak tanıyor.) Birçok ülkede pilot uygulamalar yapılarak alınacak sonuçlara göre kararlar verilecektir. Bizim milli tarihimizdeki Köy Enstitüleri (KE) projesi de bu yolu izlemiştir. Türk köylülerine çağdaş eğitim hizmeti sağlama sorunu 1908 Meşrutiyet Meclisi’nde tartışılmaya başlamıştır. Birçok öneriler yapılmış, bazı denemeler yapılmıştır. 1937’de 2 örnek ile pilot uygulama başlamış, sonuç olumlu görülerek 1940’da yasa çıkmış ve Türkiye çapında 21 KE kurulmuştur.
“TAM İSTİHDAM” “EMEK YOĞUN ÜRETİM” SEÇENEKLERİ DE TARTIŞILMALIDIR
Ufukta görülen kitlesel işsizliğe karşı insani çözümler, öneriler geliştirme görevi sosyal demokrat – demokratik sosyalist siyasi hareketler için bir fantezi değil bir zorunluluktur. ETG böyle bir öneridir. ETG’yi tartışmaya değer bulmayan arkadaşlardan, ufukta görülen kitlesel işsizliğe karşı çözüm önerileri bekliyoruz. Bana göre tartışılması gereken bir seçenek de “tam isthdam” politikaları, “emek yoğun üretim” modelleridir.. Çünkü iş ve çalışma sadece “meta üretimi” için değil, insanın bedensel ve ruhsal sağlığı için, kişilik gelişimi için, kişinin sosyalleşmesi için de gerekli ve önemlidir. İstihdamı arttırmanın da 2 yolu vardır; birinci yol iş saatlerini ve günlerini azaltmak, ikinci yol da üretimde teknoloji kullanımını sınırlamak, veya her ikisi birden. Veya bunlara ETG’yi de entegre eden hibrit sistemler. Bunlar da dünyada tartışılmaktadır. Rekabetçi Pazar ekonomisinde, kalkınmayı – gelişmeyi insanlık dışı bir “kutsal” büyüme paradigması kabul eden mevcut sistemde, olabilirlikler tartışlmaktadır. Bu tartışmaları ilerki yazılarımızda paylaşacağız.
Işıkseren arkadaşımızın Sosyal Demokrasi konusundaki görüşleri Şiddete Dayalı Devrim yolu ile sosyal demokrasi arasında gidip gelmektedir. “…şu sosyal demokrasinin “çaya çorbaya limon” görüldüğü anlayışa bir girelim bakalım…” girişi, “…sosyal demokrasiye muzaffer bir komutan muamelesi yapmak, gerçekleri ıskalamak…. “ tır, “…Sosyal demokrasi de, bir paradigmadır, yani verili durum temelinde uygulamaya sokulan kural ve yaklaşımları ifade eden bir modeldir. Ama bir dönüşüm modeli değildir… verili duruma sadakati tartışılmaz…“ Verili durumdan kastı 2. Dünya Savaşı sonrası dönemi işaret etmektedir ve devam ediyor. “Yanılgı şuradadır: Günümüz kapitalizmi 2’inci Dünya Savaşı sonrası ile kıyaslanamaz…” En hafif ifadeyle günümüz koşullarında sosyal demokrat çözümlere inançsızlık belirtiyor. Yukarki sözleri şiddete dayalı devrim yanlılarının sosyal demokrasiye yönelik suçlamalarının yumuşatılmış ifadeleridir. Sayın Işıkseren kendisi de bunu farketmiş ki şöyle bir düzeltme cümlesi kurma gereğini duymuş. “Ancak, sıklıkla karşılaştığımız gibi, Sosyal demokrasiyi kapitalizmin stepnesi olmakla yaftalamak ya da kapitalizmin yarattığı sorunlara yegane çözüm görmek, siyaset felsefesi temelinde bir bakış açısı değildir…” diyerek tevbe ediyor. Buradaki “…bakış açısı değildir .. “ yargısı da yanlıştır. Söz konusu her iki tutum da bal gibi bakış açılarıdır.
“Sosyal Demokrasi kapaitalizmin yarattığı sorunlara karşı yegane çözüm” müdür ? El cevap: Barışçı, demokratik, çoğulcu, özgürlükçü siyasal sistemlerin kuralları içinde; insanlığın güvenlik, refah, özgürlük ve adalet istemlerini karşılayabilecek, Sosyal Demokrasinin dışında bir yolu, henüz insanoğlu bulamamıştır. Dünyamız buluşlara açıktır ve alışıktır. Bulan arkadaşlardan önerilerini bekliyoruz.
AHMET AKKÜÇÜK / 16.06.2020
Bu yazının başında belirttiğim “Evrensel Temel Gelir (ETG) Üzerine Düşünceler” konulu yazımın erişim linki https://www.jurnalist.com.tr/yazar.asp?yazarid=2626 dır.
Sayın Nurhan Işıkseren arkadaşımızın bu yazıma yönelik ETG ZIRVASI başlıklı eleştiri yazısı da aşağıdadır. Sağlıklı okumalar.
AHMET AKKÜÇÜK
ETG Z I R V A S I / Nurhan Işıkseren
Sevgili Akküçük’ün, ETG üzerine uzun bir mütalaa sunduğunu ve dostların ilgisine sunarak bir tartışma zemini oluşmasını arzu ettiğini görüyoruz.
Ancak Akküçük’ün, “ETG Üzerine Düşünceler” başlıklı yazısına bilgi, görüş, eleştiri ve değerlendirme kapsamında bugüne kadar bir katkı gelmedi.
Hem anılan yazıya teveccüh gösterme babından hem de yazının daha başında, Edirne Hudut gazetesinde yayınlanan “ETG Zırvası” başlıklı yazıma atıfta bulunulduğu için, kenarda durmak yerine mütevazi bir katkı vermeyi uygun gördüm.
Yazıda bazı hususları alıntılayarak üzerinde duracağım.
Değerlendirmekte gerek/yarar gördüğüm bölümler hakkında görüş belirteceğim.
,
Elbette konunun özü ve bütünselliğine dair bir çıkarım göz ardı edilmeyecektir.
Diğer taraftan, konu hakkındaki düşüncemi olasılıklara dayalı, kategorize ederek sunmayacağım. Yani yaklaşımım, “ konuya öyle de bakılabilir böyle de, “ bakın burası çok önemli bir de şöyle bakın” şeklinde olmayacak.
Şöyle girmiş konuya Akküçük;
“Hz. Einstein diyor ki “ Bir fikir ilk başta saçma gelmiyorsa ümitsizdir.”
Hazret’in bu değerlendirmesi ile bazı arkadaşların ETG’yi, ilk başta “saçma”, “zırva”, “emperyalist kapitalist sistemin yeni oyunu” gibi biraz da mobbing kokan etiketlemelerle mahkum etmeye, doğmadan öldürmeye çalışmalarını yan yana koyunca, ETG’nin ümit vadeden bir girişim olma olasılığının ihmal edilemeyeceği yargısına varıyorum.
ETG girişiminin özeti “herhangi bir koşula bağlı olmaksızın, bireyin temel-yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir yurttaşlık maaşı “ önerisidir. Diğer bir ifadeyle Vatandaşlık Temel geliri (VTG ) dir.//
Hz. ‘Tektaş’ alıntısının talihsizliği hemen göze batıyor. Klasik bir elma armut karşılaştırması olmuş. Bilimsel önermelerle ETG’yi kıyaslamayı yadırgadığımı belirtmeliyim.
Hadi kıyaslama oturmamış ama sonraki saptamalar ne diyor?
Şunu: Akküçük konuya önyargı ile bakılmaması gerektiğini vurgulayarak kesin kararını açıklıyor. Kafasında net bir yargı var. ETG’yi benimsediğini söylüyor açıkça.
Bunu da şöyle vurguluyor: “ETG’nin ümit vaat eden bir girişim olma olasılığının ihmal edilemeyeceği yargısına varıyorum…”
Ve Akküçük bu yargıya (benim yazıma da atıfla): “…bazı arkadaşların ETG’ye “zırva” diyerek, onu “mobbing kokan etiketlemelerle mahkum etmeye doğmadan öldürmeye çalışmalarını yan yana koyunca…” vardığını ifade ediyor.
Demek ki, Akküçük’te ETG hakkında oluşan olumlu yaklaşıma, bazı arkadaşların farklı, sorgulayıcı bakışı katkı sunmuş.
Böyle bir eleştiri olmasa nasıl düşünürdü Akküçük, bilmiyorum; gerçi konuya gösterdiği ilgi ve konuyu ele alış yöntemi ETG’yi benimsediği, yazısının ilerleyen bölümlerinde açıkça görülüyor.
Akküçük, uzun uzun yaptığı açıklamalarla ETG’yi önemsetme çabası da gözden kaçmıyor ama neden böyle davrandığı açık değil.
İyi bir sosyal demokrat olarak (iyi bir Müslüman gibi) ETG üzerinden kapitalizmin hoyrat yanlarının törpüleneceği umudunu taşıdığı ise hemen göze çarpıyor.
Özellikle şu yazılanlar bunu gösteriyor…
//Diğer taraftan Demokratik Sosyalist veya Sosyal Demokrat hareketler kapitalist sistem içinde reform mücadeleleri ile emekçi sınıfların iş ve yaşam şartlarını yükseltmek, adaletli gelir dağılımı, sosyal dayanışma, genel eğitim, genel sağlık, emeklilik hakkı, işsizlik sigortası gibi alanlarda verdikleri reform mücadeleleri ile hem ülkelerinin emekçilerinin yaşam seviyelerini yükseltmişler, hem de ülkelerini zenginleştirmişlerdir. 2. Dünya Savaşında yerle bir olan Avrupa, bu Sosyal Refah Devleti politikaları ile paralel olarak yeniden kurulmuştur. Bu politikaları uygularken Demokratik sosyalistler sadece emekçilerle başarmadılar bunları, ülkelerinin sermaye sınıflarını, işverenlerini de ikna ederek, desteklerini kazanarak başardılar.
2. Dünya Savaşında yerle bir olan Avrupa, bu Sosyal Refah Devleti politikaları ile paralel olarak yeniden kurulmuştur.//
Akküçük’ün kapitalizmin geçirdiği evreleri dikkate alarak, sistemin günümüzdeki işleyişinde yine sosyal demokrasinin etkili olacağını ve bu nedenle ETG’ye değer biçtiğini söylemek zor olmasa gerek.
Yanılgı şuradadır: Günümüz kapitalizmi 2’inci Dünya Savaşı sonrası ile kıyaslanamaz.
Refah toplumu dönemi, savaş sonrası azalan nüfus ve moral çöküntüsü nedeniyle Batı toplumlarını ayağa kaldırmak, üretime katmak üzere sermayenin bilinçli şekilde taviz verdiği döneme denk gelir. Sermaye birikimi için üretimin artması gerektiği ve bunun için de toplumda moral motivasyona gerek olduğu elbet çok iyi biliniyordu.
Bu dönemde sosyal demokrasi Avrupa’da altın yıllarını yaşamıştır; çünkü
bu döneme taşıyıcılık, aracılık yapacak nitelikte bir siyasi yapıdır sosyal demokrasi.
Bu dönemde sendikal hareketler de yükselmiş, çalışanların refah seviyesi de artmıştır.
Tüm bunlar aynı kapıya çıkar: kapitalizmin bu evresinin koşullarının doğurduğu sonuçlardır bunlar.
Bu nedenle sosyal demokrasiye muzaffer bir komutan muamelesi yapmak, gerçekleri ıskalamak anlamına gelmektedir benim gözümde, naçizane…
Ve burada “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan” çıkar sorusunu sorarak mugalataya da yol verilemez çünkü dominant olan sermayedir.
Bilindiği gibi kapitalist sistem, sermayenin düzenidir.
Bu nedenle refah toplumu dönemindeki gelişmeleri sadece “emek mücadelesi” temelinde değerlendirmek ‘hakikati’ perdelemektedir.
Kuşkusuz böyle bir mücadele döneminden geçmiştir dünya. Ancak 2’nci Dünya Savaşı ve sonrasında Soğuk Savaş Döneminin koşullarının belirleyici bir rol oynadığını da gözden kaçırmamak gerekir.
Nitekim, 50’li ve 60’lı yıllar sonrası sistem özüne uygun yeniden yapılandırılmış, baş gösteren sermaye birikim sorununa çözüm olarak neoliberal kapitalizm uygulamaları devreye sokulmuştur.
Almanya’da Kohl, İngiltere’de Thatcher, ABD’de Reagan, bizde de 1980 darbesi ile Özal, bu dönüşümün mimarlarıdır.
Zaman içinde küresel neoliberal düzüne doğru yol alındığı; finans kapitalin sisteme ağırlığını koyduğunu (ki neoliberalizmin temelidir) yaşayarak gördük.
Bu dönemde sendikaların nasıl işlevsizleştirildiği de gözümüzün önündedir.
Şimdilerde ise küresel neolibereral sistemin krizinden söz edilen bir dönemden geçiyoruz.
Covid 19 meselesinin de bu krize bağlayan görüşler var.
Reel üretim yapan sermaye ile finansal sermaye arasındaki çekişme uzun zamandır tartışılan bir konu. Yeni bir boyut olarak da teknofinansal sermayenin bu çekişmeye katıldığını belirtmek gerekiyor.
Görüldüğü gibi, kapitalizmin geçirdiği evreleri iyi takip etmek ve siyasal alandaki dinamikleri de bu bağlamda ele almak lazım.
Batı’da sosyal demokrasinin güç kaybına koşut aşırı sağ partilerin yükselişini de sermayenin siyasal alana yön verdiği gelişmelerden saymakta beis görmüyorum. Ayrıntıya gerek yok, genel çerçeve bu ama…
ETG’nin de, yeni düzen arayışı çerçevesinde, sistem içi dinamikler ve çekişmelerin bir ürünü olduğu tartışma kaldırmaz.
Akküçük, yazısında öne çıkarmış zaten. Şöyle diyor:
//EVRENSEL TEMEL GELİR projesini Dünya’da destekleyen ünlüler
Konusunda bilgiler paylaşıldı, başlıca önemli isimler aşağıda;
ELON MUSK : Tesla Motor kurucusu
BILL GATES : Microsoft patronu
MARK ZUCKENBERG : Facebook kurucusu
MILTON FRIEDMAN ve Şikago Ekonomi Okulu//
E, açık işte, destekleyenler değil de projenin arkasındaki bazı isimler olarak okumak lazım Akküçük’ün saptamasını.
Dolayısıyla…
Konuya şöyle bakanlar var, böyle bakanlar var, şuradan da bakanlar var diyerek ETG’nin tasarımcılarının ortaya bıraktığı topu dolaştırmak, konforlu bir siyasi meşgaledir.
Gönüllü bir top koşturan konumunda bir ETG propagandisti olmak sizi tatmin ediyor, heyecanlandırıyorsa, önünüze atılan topu zevkle ortalarda dolaştırmanızı yadırgayacak değiliz tabii.
ETG Türkiye bayiliğini üstlenmiş muhteremlerin itina ile, fevkalâde programlı şekilde propagandist (amiyane tabirle söyleyecek olursak: borazan) eleman yetiştirme çabalarına teşne olursunuz sadece.
Kulağınıza hoş gelen, bagajınızda taşımaktan zevk aldığınız, size bir siyasi duruş katan ezbere dönüşmüş bazı sloganların önünüze sizi etkilemek ve sürüye katmak amaçlı atıldığının farkına varamıyorsanız, artık elverişli bir propagandiste dönüşmüşsünüz demektir.
Nedir o “alaca kuş sloganlar” mesela?
Efendim, ETG emekten yana halkçı bir çözümmüş.
Sermayenin taviz vermesini sağlamak üzere toplumsal baskı oluşturacak bir hareketmiş.
Sosyal demokrat uygulamalarla da örtüşen bir girişimmiş, bu nedenle desteklenmeliymiş.
Bu menüyü sindirmek isteyenlere, afiyet olsun!
Gelin bu menüyü yavan bulanlar olarak irdelemeye devam edelim…
Öncelikle şu sosyal demokrasinin “çaya çorbaya limon” görüldüğü anlayışa bir girelim bakalım…
Yukarıda değindik, tartışma yaratacağından da eminim. İkinci Dünya Savaşı sonrası tam istihdam, refah toplumu dönemini sosyal demokrasinin kazanımları şeklinde okumanın kısmen doğru kabul edilmesi gerektiğini, esas belirleyici faktörün “sermaye” olduğunu belirtmiştik.
Sosyal demokrasinin bu döneme uygunluğunun altını da çizdik. Bir karma dünya görüşü konumunda siyasi varlığını etkin göstermesini de dönemin karakteriyle ilişkilendirdik.
Öyle ya, hem 2’inci Dünya savaşının tahribatı ve sonrasında Soğuk Savaş dinamikleri bu dönemin karakteristik özelliklerini oluşturmuştur.
“Emek/Sermaye Çelişkisi”ya da “Sınıf Mücadelesi” kavramları,
kapitalist ekonomik/toplumsal düzen ile sosyalist ekonomik/toplumsal düzen arasındaki mevzi kazanma, üstünlüğünü kanıtlama çekişmesinde ağırlığını hissettiren siyasi pratiklerdir.
Gayet tabii ki, teorisi, 2’inci Dünya Savaşı öncesine aittir.
Sosyal demokrasi de, bir paradigmadır, yani verili durum temelinde uygulamaya sokulan kural ve yaklaşımları ifade eden bir modeldir. Ama bir dönüşüm modeli değildir.
Tedrici değişimlere dayalı varlık gösterir fakat verili duruma sadakati tartışılamaz.
Tam da bu nedenle sosyal demokrasiye indirgemeci veya yüceltici yaklaşmak, eşyanın tabiatına aykırıdır. Sosyal demokrasinin çerçevesi bellidir.
Ancak, sıklıkla karşılaştığımız gibi, Sosyal demokrasiyi kapitalizmin stepnesi olmakla yaftalamak ya da kapitalizmin yarattığı sorunlara yegane çözüm görmek, siyaset felsefesi temelinde bir bakış açısı değildir.
Oysa, her ideoloji, dünya görüşü, özde siyaset felsefesi ekseninde ele almayı gerektirir.
Haliyle, ETG’ye sosyal demokrat bir çözüm önerisi gözüyle bakmak da, ayakları havada bir yaklaşımdır.
Kaldı ki, Akküçük’ün de altını çizdiği gibi, teknofinansal sermayenin öncülüğünü yaptığı bir girişimdir. Toplumsal bir talep yaratmaya dönük bir çabanın varlığı aşikârdır.
Değindiğimiz gibi, Soğuk Savaş dönemi reflekslerinden “Hak verilmez, alınır” anlayışını, “Emek/Sermaye çelişkisini, “Sınıf Mücadelesini” kitlelerin önüne getirme kurnazlığı boşuna değildir. Bu oltaya takılacak milyonların varlığını düzenin tasarımcıları elbette çok iyi bilmektedirler.
Evet, ortada bir aldatmacanın, kurgunun, sistem tarafından çoktan içi boşaltılmış kavramlara dayalı zahiri bir hak arayışının olduğu çıplak gözle bile görülmektedir.
Düzenin efendilerinin, kapitalist sistemde yaşanmakta olan krize sadece ekonomi temelinde çözüm getirmenin yetmeyeceğini, toplumu da formatlamanın kaçınılmazlığını bilmemeleri mümkün mü?
Ancak, öyle kolay para da yok tabii, kapitalizmin ruhuna aykırıdır.
Peki nedir bu o zaman “mal bulmuş mağribi” gibi (büyük bir zenginliğe kavuşmuşçasına aşırı bir coşku ve sevinç ile) ortaya fırlamalar..?
“Ağlamayan bebeğe mama yok” sözünü de beşikten beri biliriz, beynimize nakşedilmiştir.
Nitekim, sanki bir sınıf mücadelesi varmış, ya da sistemi zorlayarak bir hak elde ediyormuş gibi bir zehaba kapılarak ETG’ye sarılmak da böyle bir şey işte…
Halbuki kapitalist düzenin cari evresinin ürünü “prekarya” kavramı (esnek, güvencesiz, hak iddia edemeyen istihdam) gözümüzü çıkaracak neredeyse ve hala bunu görmeyip ETG üzerinden sistemden bir hak koparacağını sanarak payanda (destek) işlevi görmek, tartışmanın mizahı boyutudur kanımca.
Kaldı ki, dağıtılacağı varsayılan paranın kaynağına dair de ortada belirsizlik var ve bunun üzerinde ciddi durulmadığı çok açık.
Bildiğimiz sosyal devlet uygulamalarına vurgudan öte bir öneri de yok ortada.
Efendim, servet vergisi artışı yapılabilirmiş, para hareketlerine vergi konulabilirmiş, falanmış filanmış… Yahu bunla bildik şeyler… Aklımızla bu kadar alay edilmesine müsaade edecek değiliz herhalde…
Dahası, paranın dağıtımı için öngörülen aygıt da devlet ayrıca ve bence “zurnanın fırt” dediği yer de burası.
Kapitalist düzenin vazgeçilmez aygıtı devlet, burada da göreve çağrılıyor.
Akküçük’ün isabetle saptadığı gibi, Milton Friedman’ın (elbete daha nicelerinin) perde arkasında olması da ilginç gelmiyor mu size?
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” deriz ama devletsiz de yapamayız değil mi efendim?
Evet, “bebelere balon ETG” eğlence kaynağı vallahi…
Sadede gelirsek…
Ülkenin temel siyasi/ekonomik/sosyal sorunları canımızı acıtırken, şu ETG zırvasının payandası, pervanesi olmak, abesle iştigaldir…
Çünkü…
Konforlu bir siyasi meşgaledir…
Senaryosunu kapitalist düzenin egemenlerinin yazdığı tiyatroda figüran olmaktır…
Sıkça önümüze gelen; emperyalizm karşıtlığı, ülkenin karanlığa sürüklenmesi/kaynaklarının kurutulması, geleceğimiz hakkındaki endişeler vb. serzenişleri lafta bırakmaktır ETG zırvasına sarılmak…
Boşa zaman harcamaktır…
Bizi temel meselelerden uzaklaştırır, oyalar, enerjimizi alır…
Yazıyı uzattığımın farkındayım fakat kapsamı geniş tutmadan şu ETG zırvasını ele almak mümkün değil hakikaten. Hatta analize dahil edilmesi gereken başka boyutlar da var…
Yine de, Akküçük’ün tartışma talebine bir nebze cevap verebilmişsem ne mutlu bana…
(Konuya bir duyuru ile destek veren, sevgili Ayhan Baha Tuğsuz’a da cevaben: Biz de buradayız efendim, bekleriz…)
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 18.06.2020 00:00:00 / Okunma = 77915