Anadolu’da bir söz var: “Boşa koyuyorum dolmuyor; doluya koyuyorum olmuyor!”
İçinde
bulunulan şapşal durumu bu şekilde gözlemliyorum.
Ülkede 16 milyon
emekli var. En büyük partiden daha büyükler. Bu 16 milyon emeklinin büyük
çoğunluğu açlıktan ölmek üzere ve ertesi yılı göremez durumdadır. Emekliler,
kendilerine bu berbat yaşamı, bu açlığı uygun gören zihniyete oy verdiler.
Ülkenin ikinci
en büyük kitlesi işçilerdir. Büyük çoğunluğu asgari ücretle çalışıyor. Emekli
olmaya korkuyorlar; zira emekli olunca SGK kesintilerinin %40’i ek olarak kesilmiş
şekilde emekli olacaklar. Onlara asgari ücretin yarısı kadar emekli maaşı verilecek.
Bu iktidarın çıkardığı SGK kanunu nedeniyle bu şekildedir. Asgari ücretle
çalışanlar bunu bilmektedir. Yine de kendilerine bu yaşamı uygun görene oy
verdiler.
Ülkede tarım ve
dolayısıyla çiftçilik bitmiş durumdadır. Ülkenin sırtı kalın ve yavşak iş insanları
Türk Malı adıyla başka ülkelerde üretim yapıyor, o ürünleri içeri getirip halka
satıyor. Çiftçiler ürünlerini, protesto ederek yollara döküyor. Köylünün çiftçinin
malı artık satın alınmıyor bile! Bu
köylünün yaşadıklarına sebep bu iktidarken, onlar yine kendilerine bu yaşamı
uygun görene oy verdiler.
Eğer gerçek
ekonomiye, yani pazara bakarsak ülke yaşanmaz durumdadır. Bir ürünü hangi
fiyata alacağın artık tahmin edilemez oldu. Maliyetler fena şişti. Böyle bir
ortamda üretilen malzeme veya ürün de pahalı oldu.
İnşaatın yapımında
kullanılan demirin, çimentonun, işçiliğin masrafı arttı. YENİ bir inşaatın
maliyeti arttığı için daire fiyatı da arttı. Peki, 10 yıllık, 20 yıllık, 50
yıllık köhne binalara ne oldu da daire fiyatı arttı? Eski bir dairenin neyi
arttı? Satım veya kiralama durumu sapkın bir fiyat aşamasına geldi.
İkinci el araba
mesela! Alındığında x lira iken, kullanım, eskime, masraf, hatta kaza arabanın eksi hanesine yazılırken, üstüne kar konuyor ve araba alındığı fiyattan çok düşük
olması lazımken, çok yüksek fiyata satılıyor. Alıcı da buluyor.
Gerek ev, gerek
araba ve gerekse de pazar fiyatlarının aşırı şişmesine karşı iktidar, halkı
sopayla dövmeye çalışıyor. Fakat fiyatlar daha çok tırmanıyor.
Böyle bir
gerçeklik karşımızda iken, TV’lerden, sosyal medyalardan bağıran İyimserlerin
iyimser demeçleri hiç inandırıcı gelmiyor.
Çünkü:
İktidarın
kullandığı bütün taşıtların maliyet kontrolü yurt dışında olduğu halde iktidar
tasarrufa hiç yanaşmıyor. Ülkedeki makam aracı sayısı, tek başına israfla
açıklanamaz. Organize kötülük gibi geliyor bana.
Bir ülkenin
yöneticisinin, kendi üretimi olmayan, hiçbir malzemesi kendine ait olmayan 13
uçağı ve bunun masrafı, maliyeti inanılmaz boyuttadır.
Ülkede birden
çok yerden maaş alanların halk nazarındaki savurganlık eylemleri devam ediyor.
Bu da vatandaşta devletin, hazinenin, milletin varlığının kutsallığını çürütüyor;
değersizleştiriyor.
Soygun köprüleri,
soygun yolları, soygun hastaneleri tam hızla devam ediyor. Onlara ödenen
paralar da devam ediyor. Garanti
ödemeleri de devam ediyor.
“Kendine ihale”
denilen soygun ihaleleri de devam ediyor.
Elbette ülke
bir şirket değil ama kısmen ve öz itibariyle şirket gibi bakmakta fayda vardır.
Bir firma ekonomik krize girince yöneticisi ilk anda ne yapar?
Derhal
maliyetleri, israfı, gideri kısar. Gerekirse personel çıkarır. Firma içindeki
verimsiz alanları ve verimsiz personelleri kontrol eder. Daha iyi ve daha
farklı ürün üreterek yeni para girişine çalışır. Firmayı daha itibarlı, ürünü
daha değerli ve kaliteli, kitleyi daha saygılı hale getirmeye çalışır. Bunları
yapmazsa ne olur?
Firma hemen batar!
Türkiye’nin
batışını anlık bekleyenlere şunu belirtmekte fayda vardır: Abdülhamid, ekonomik
krize giren Osmanlı’yı kurtarmak için ilk borç aldıktan sonra, defalarca borcu
borçla kapamaya, olmayınca Kıbrıs’ı, Adaları, Boğazı, Sarayları satmaya
başladı. Bunlar ülkeyi kurtarmaya yetmedi, Duyunu Umumiye geldi, paranın başına
geçti. Duyunu Umumiye‘de olan herkes farklı köken veya farklı ülke vatandaşıydı.
Hiç Türk yoktu.
Osmanlı, bu
beceriksizlik yaklaşık 80 yıl kadar ancak dayanabildi. Sonrası zaten biliniyor;
kan, gözyaşı, ölüm, tecavüz, katliam yaşandı ve kalanlarla birlikte ülke
kurtuldu. Ülke kurtulduğunda hem toprak, hem insan, hem de para kaybedilmişti.
Umarım tarih
tekrar etmez!
O karabasan
dönemlerinin içinde bile, şu an olduğu gibi, her şeyin iyi olacağını dikte
eden, hem padişaha hem de etrafa anlatan “İyimserler” köşe başını tutmuştu.
Aynı iyimserler şimdi de, yakında toparlanacağız masalı okuyor! Üretmeyen bir
ülkenin ayakta kalamayacağını kendileri de biliyor. Fakat onların tuzu kuru,
paraları ecnebi bankalarında, hatta belki de Londra’da alınan Türk Mahallesi’nde
dairleri de vardır!
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 15.07.2023 09:19:50 / Okunma = 75449