“Balkanlar da Ekonomik Büyüme ve İstihdama Bir Araç Olarak Sosyal Demokrasi” konulu ikinci oturumda beş konuşmacı söz aldı. Faik Öztrak ın yönettiği panelin konuşmacıları Dr. Erhan Türbedar (TEPAV), Dr. Charalambos Tsardanidis (Uluslararası Ekonomik İlişkiler Enstitüsü, Atina); Bodo Weber (Demokratikleşme Politikaları Konseyi, Berlin); Dr. Sevil Recepi (Güneydoğu Avrupa Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kalkandelen); Dr. Yavor Siderov (Bulgaristan Amerikan Üniversitesi) gerçekleştirdikleri sunumlarda neoliberalizm karşısında sosyal demokrasinin ekonomi alanında içinde bulunduğu sıkıntılardan söz ettiler. Ekonomik kalkınma ile demokrasinin el ele yürümesinin önemine vurgu yaptılar. Avrupa Birliği nin içinde bulunduğu ekonomik krizin ve Yunanistan da yaşananların Balkan ülkelerinde ekonomik sistemin sorgulanmasına yol açtığı özellikle dile getirildi. Kalkınma politikalarının yanı sıra sosyal konulara ve demokrasinin gelişimine ağırlık verilmesi gerektiği öne çıkan hususlar arasındaydı. Bu bağlamda Çin örnek gösterildi. Bu ülkede 30 yıllık bir ekonomik kalkınma var ama demokraside bir gelişme kaydedilmedi denildi. Çin ve Rusya nın post demokratik kapitalizm in temsilcisi ülkeler oldukları ifade edildi. Siyasetin teknokrat bir yapıya dönüşmesinin, siyasetin aşırı popülerleşmesinin, iletişim teknolojilerinin siyasi partilerin toplumsal tabanını erozyona uğrattığı ve bunun da sosyal demokrasiyi olumsuz etkilediği belirtildi. Sosyal ve demokrasi belki de yeniden tarif edilmeli denildi. Etik ve ahlaki değerlerin, sosyal demokrasinin Balkanlar da iyi anlatılması gerektiği konusunda fikir birliği dikkat çekiciydi. SONUÇ YERİNE Genel bir saptama olarak Cumhuriyet Halk Partisi nin Balkan ülkelerine bakışının öncelikle demokrasi temelinde olduğunu söyleyebiliriz. Etnik kökeni, inançları öne çıkarmadan demokrasi temelinde gelişen bir işbirliğinin ancak bu bölgede karşılık bulabileceğini CHP kavramış görünüyor. Elbette sosyal demokrasinin eşitlik, özgürlük, dayanışma gibi evrensel değerleri ve sosyal demokrat politikalar üzerinden yürüyen ortak projeler sayesinde demokrasi zeminin güçleneceğinin de bilincinde bir CHP den söz ediyoruz. Diğer taraftan, çok etnili ve çok dinli bir toplumsal yapıya sahip Balkanlar da barışın ve güvenliğin teminatının çoğulcu ve katılımcı demokraside olduğu konferans katılımcıları tarafından da sıkça vurgulandı. Konferansın tartışmaya açılan önemli bölümleri arasında ekonomik adaletsizliklerin nasıl aşılacağı, kapitalizmin hoyrat yanlarının törpülenmesinin zorlukları da vardı. Hatta konferansın en çetrefil konularından biriydi de diyebiliriz. Öyle ya, neoliberalizm karşısında sosyal demokrasinin yenik düştüğü iddiası dillere pelesenk olmuş durumda. Hatta tarihsel bir sorgulama bağlamında ve toptancı bir değerlendirmeye dayanan sosyal demokrasinin kapitalizmin stepnesi olduğu iddiası sadece sosyal demokrasiye olumsuz yaklaşanların değil, sosyal demokratların da sıkça gündemini meşgul ediyor. Ancak, reel siyaset açısından konuyu ele alanlar çözüm odaklı bir pencereden bu mahut sıkışma alanına bakmayı tercih ediyorlar. Yani, tespit siyasetinin ötesine geçmeyi becerebiliyorlar. Mevcut durumun zorluklarına rağmen yapılabilecekler olduğunu savunuyorlar. Ekonomik adaletsizliklerin aşılması sadece Balkanlar a özgü bir sorun değil elbette. Küresel bir sorun ve neoliberal siyasal/ekonomik düzen karşısında sosyal demokrasinin kendini kanıtlamak gibi bir zorunluluğu her zaman var. Piyasa etkinliğini ve dinamik bir ekonomiyi fırsat eşitliği, sosyal adalet ile bağlantılı düşünmek ve bunu uygulamada göstermek, sosyal demokratların her daim muhatap oldukları hassas bir dengedir. Ekonomik adaletsizlikler aşılmadıkça siyasi ilerlemelerin etkisiz olduğunu iyi bilir sosyal demokratlar. Toplumsal değişimde politikadan ziyade teknolojik gelişmenin ve ekonomik dinamizmin belirleyici olduğu tezine ihtiyatla yaklaşmaları da bundandır. Sosyal demokrat dünya görüşü refahın toplumun genelinde kendini göstermesini ve tüm yurttaşların her türlü sosyal bölünmeden ve dışlanmadan korunmasını hedefler. Bu da sosyal devletin sağlayacağı güvence ve mali destekler ile olasıdır ve onlar olmadan özgürlük ve insan haysiyeti söz konusu olamaz. Sosyal demokrasi ile neoliberalizm arasında belki de en çarpıcı ayırt edici özellik buradadır. Yani, kapitalizmin insanileştirilmesine yönelik siyasi ve ekonomik müdahalelerdir, ki buna düzenleme (regülasyon) diyoruz. Neoliberal ideolojinin ne devletten ne de toplumdan gelen bir düzenleyici müdahaleye sıcak bakmadığı ve müdahaleleri önlemek için azami çaba sarf ettiği dikkate alındığında, sosyal demokrasinin neoliberalizm karşısında etkili olmasının yolunun sosyal politikaların ekonomik politikalar karşısında mevzi kazanmasından geçtiği daha anlaşılır oluyor. Evet, küreselleşme sürecinin beraberinde getirdiği olumsuz etkilerin sosyal kalkınmayla en aza indirilebileceğini ileri sürüyor sosyal demokratlar. Dolayısıyla sosyal devletin korunması ve modernize edilmesi, fırsat eşitliği ve gelir dağılımında daha fazla adaletin sağlanması sosyal demokratların neoliberalizm karşısında taviz vermeden savunacakları ve gerçekleştirmeleri gereken hedeflerdir. Neoliberal küresel düzenin engel tanımayan kalkınma politikalarının sosyal ve ekolojik açıdan doğurduğu sorunların aşılabilmesi için sürdürülebilir kalkınmanın zemin kazanmasını sağlamak da sosyal demokratların siyasal alanında olduğu, konferans katılımcılarının konuşmalarından çıkan sonuçlar arasındadır Balkanlar da sosyal demokrasi konulu yazı dizisini tüm değerlendirmelere zemin olacağını düşündüğüm kapsayıcı bir tespit ile bitirmek isterim: Siyasette, devlet yönetiminde etik değerlere işlerlik kazandırmak, sosyal demokratların öncelik verdiği bir alan olarak kendini göstermelidir. Neoliberal düzenin yarattığı toplumsal tahribata set çekmenin bir yolu da bu olsa gerek...