“Bir gece ansızın gelebilirim”, Kıbrıs Barış Harekâtı’mızın sembol şarkısıydı. Maalesef dış politikamızla dalga geçilmesinin sembolü haline getirildi.
Bir değil, iki değil; defalarca gördük ki, aslında devamındaki şu dizeler esas alınıyormuş:
“Beni bekliyorsan, uyumamışsan sevinçten kapında ölebilirim. Belki de hayata yeni başlarım, içimde küllenen kor alevlenir. Bakarsın hiç gitmem kölen olurum, belki de seversin beni kimbilir. Kal dersen, dağlarca severim seni, bir deniz olurum ayaklarında… Ya da unuturum kim olduğumu, hatırlamam belki adımı bile.”
Erdoğan’ın son Atina seferi de aynen böyle gerçekleşti.
Yunanistan o sefere ramak kala Türkiye’nin Ege’de “tacizleri” azaltmasıyla övünmüş, işgâl ettiği adalarımıza ilave “Zürafa adası da bizim toprağımız.” demiş… Sadece bir gün önce Savunma Bakanı Nikos Dendias, “Takımadalar tarihsel olarak Helenizm’in beşiğiydi. Lozan Antlaşması, Montrö, Paris Antlaşmaları ve BM Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi, Ege’nin sularını açık ve net bir şekilde tanımlamıştır.” sözleriyle Yunanistan Donanma Günü’nü kutlamış; ne gâm?!
Türk Radyo’yu Susturmak mı?
Erdoğan’ın ifadesiyle “başarıyla tamamlanan” ziyaretin sonuçlarına gelelim.
Erdoğan Miçotakis’e, “Değerli Kiriakos”, Miçotakis de Erdoğan’a, “Agapite Tayyip” (Sevgili Tayyip) ve “Agapite mou proedre” (Sevgili Başkan) diye hitap etti… “Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Bildirgesi” imzalandı. Meğer -Yunanistan yayılmacılığına karşı dişe dokunur tek bir maddenin yer almadığı- bu bildirgenin “hukuki bağlayıcılığı” da yokmuş. Sağolsun, bizzat iktidarın bir yazarı aktardı; “Türkiye ile ilişkilerinde AB veya ABD’yi joker olarak kullanmayı alışkanlık hale getiren Atina, imzalanan ortak metnin ‘hukuki bağlayıcılık taşımasına’ hiç istekli olmamış.”!..
Tabii ki, elimiz boş dönmedik. Günlerdir medyadaki kutlamalardan görüldüğü üzere Yunanistan, Türk vatandaşlarına on ada için vize kolaylığı getirdi. AB Komisyonu da bu büyük lütfu şak diye onayladı.
Nasıl bir zaferse; yine iktidarın yazarlarından birisi hızını alamadı, işi Deniz Kuvvetlerimizin Ege’deki sesi olan Türk radyonun, Yunan tacizlerine karşı yaptığı “tahrikkâr” anonsları kaldırmasını istemeye vardırıp Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu’na bu “jest”i yapması çağrısında bulundu!..
Yunan jetlerinin Ege’deki ihlâllerinin ve uçaklarımızı tacizlerinin duyurulmaması da Temmuz 2013’te böyle başlamıştı. O tarihe kadar gün gün bunları paylaşan Genelkurmay geri çekilmiş, konu Dışişleri Bakanlığı’na havale edilmişti. Bildiğimiz kadarıyla Yunan Genelkurmayı ise sözde “Türk ihlâllerinin” istatistiklerini yayınlamayı sürdürüyor.
2002’den Beri “Kazan-Kazan” Diyerek Kaybetme
Efendim, tümü Yunanistan’ın “Megali İdea”sından kaynaklanan ana sorunlar ötelenmiş. Çünkü, “kazan-kazan” politikasının gereği olarak, “bardağın dolu tarafıyla”, “pozitif gündemle” ilgileniyormuşuz. “Dost kazanma” peşindeymişiz. “Aramızda çözülemeyecek kadar hiçbir sorun yokmuş”; “büyük resme odaklanmamız” yeterliymiş, “denizi geçip derede boğulanlardan olmamalıymışız”.
Bizler 2002’den beri seçim dönemleri geçtikten sonra hep bu sloganları duyarken Yunanistan, işgâl ettiği adalarımızın sayısını 20’ye çıkardı… Ege ve Doğu Akdeniz’de at koşturmaya devam etti… 2004’te Annan Planı’na verilen destekle neredeyse Kıbrıs’ı kaybediyorduk yahu!..
Kıbrıs demişken; Miçotakis’le basın toplantısında Erdoğan, “Kıbrıs meselesinin adadaki gerçekler temelinde adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüme kavuşturulması tüm bölgenin yararına olacaktır.” dedi.
Birincisi; Türkiye’nin “Kıbrıs sorunu” mu var?
İkincisi; hani KKTC’nin tanınmasının zamanı gelmişti? Daha neyin “çözümü”nden söz ediliyor?
Yunan medyasından öğrendik; Erdoğan, basına kapalı görüşmede Miçotakis’e Gazze’nin tarihiyle ilgili bir kitap hediye etmiş. Medyamız bunu, “Helal olsun Reis. Miço’ya anlamlı hediye” başlığıyla haberleştirdi.
Keşke -Gazze kitabının yanı sıra- Kıbrıs tarihine ilişkin, örneğin Kıbrıs Türklüğünün büyük önderi merhum Rauf Denktaş’ın, “Kıbrıs Girit Olmasın” isimli kitabını da hediye etseydi!..
Yunanistan’daki “Kandil” Kapatıldı mı?
Miçotakis’le ortak basın toplantısından bir başka not. Erdoğan, “Yunanistan’ın Kandil’i” olarak bilinen Lavrion’la ilgili şunları söyledi:
“Özellikle Lavrion Kampı’nın kapatılmasını memnuniyetle karşıladık. Yunanistan’da teröristlere barınma imkânı sağlayan benzeri kampların oluşmaması için dikkatli olunması gerektiğinin altını çizdim.”
Evet, bu kampın kapatılacağı iddiası geçtiğimiz Nisan’da gündeme geldi. Medyamız yine pek bir sevindirik oldu, “Olay yaratan karar” diye duyurdu.
Ancak üç gün sonra gerçek ortaya çıktı ki, kapatıldığı görüntüsü verilip Atina’ya yakın bir noktaya taşınması kararı alınmış. İktidarı destekleyen Yeni Şafak’ın bu haberi şimdiye dek yalanlanmadığı halde soralım:
Acaba o haber mi gerçek dışıydı, yoksa Erdoğan “kapatıldı” diye bildiği için mi Yunanistan’a memnuniyetini bildirdi? Öyleyse çok vahim bir durum değil mi?!
Takla Bile Atar
Erdoğan’ın tarihi Atina seferiyle ilgili daha yazacak çok ayrıntı var. Yarın devam etmek üzere şu notla bitirelim:
Erdoğan, Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakelaropulu ile görüşmek için salona girdiğinde Dışişleri Bakanı Giorgos Gerapetritis, başını öne eğerek selam verdi. Bu selam Yunanistan’ı karıştırıp, “Erdoğan’a teslimiyet” yorumları yapılırken medyamız gururlandı.
Gerepatritis ise, o selamın Erdoğan değil Yunanistan Cumhurbaşkanı için olduğunu söyledi.
Selamın gerçek muhatabı kimdir, bilemeyiz; ama gerçek şu ki Yunan yetkililer -Türkiye’yi böyle böyle oyalayarak- “Megali İdea” hedeflerini gerçekleştirme uğruna gerekirse takla da atar, el de öper!..