“Terörsüz Türkiye” için İmralı’daki teröristbaşından medet umulurken, istenen tek şey PKK’nın tüm şubeleriyle kendini feshedip, silah bırakmasıydı. Erdoğan’a göre böylece, “Terörün 40 yıldır yüreklerde açtığı yaralar el ele, gönül gönüle verilerek sarılacak”, “kazanan emperyalistler değil; Kürdü, Türkü, Türkmeni, Arabıyla biz olacaktık”.
Evet, yola çıkarken tartışmasız hedefler şöyleydi:
“Terör örgütü, Irak ve Suriye’deki tüm yapılarıyla feshedilmelidir… Silahlar bırakılmalıdır…”
Medya, iktidarın bu hedeflerini biraz daha netleştirirken; “Terör örgütü içindeki yabancıların ülkelerine dönmesi”, “Türkiye vatandaşlığı bulunanların ise adalete teslim olması” maddelerini de ekledi.
Yine medyamıza göre; “ABD, PKK’ya verdiği silahları toplamaya başlamıştı” bile…
Dahası, “ABD ile bölücü örgüt 10 bin PKK’lı teröristin Suriye’yi terk etmesi konusunda” anlaşmıştı…
Neyin Zaferi?
Ama 10 Mart’ta ne oldu?
Türkiye’nin terör örgütünün feshi ve silah bırakması şartlarından hiçbirisi yerine gelmemişken, Suriye’nin yeni lideri Ahmet Şara, 2007’de Dağlıca’da 12 askerimizin şehit edilip 8’inin kaçırıldığı saldırı başta olmak üzere, ülkemizdeki pek çok eylemin faili olarak hakkında yakalama kararı bulunan ve başına 20 milyon lira ödül konan Mazlum Kobani ile masaya oturup anlaşma imzaladı.
İktidarın “fatih” yazarlarından İbrahim Karagül bile “anlaşmanın şimdilik PKK/YPG unsurlarının silahsızlandırılmasını, örgütlerin feshedilmesini içermediğini” ve “özerklik hayalinin ne olacağı konularında net bilgi vermediğini” vurgulayıp, “anlaşmanın ABD tarafından organize edildiğine” dikkat çekerken, Erdoğan ve diğer yetkililer, “Uygulamaya bakacağız.” demekle yetindi.
Medyamızın büyük bölümü ise yine “boynuz kulağı geçer” misali coşup Şara-Kobani arasındaki anlaşmayla; “terörist YPG/SDG’nin teslim olması/biat etmesinin nefis Türk işçiliğine işaret ettiğini”, “bu tarihi zaferin her adımında Türkiye’nin olduğunu” savunabildi!..
Bunlar Ne?
Bu satırların ve o anlaşmanın mürekkebi kurumadan da gerçekler ortaya saçıldı.
Terörist Mazlum Kobani, “SDG’nin Suriye Savunma Bakanlığı’na entegrasyonu”, “Kürt halkının anayasada yer alması” ve “bölgesel özerklik” taleplerini tekrarladı…
Şara-Kobani imzasından iki gün sonra ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’na (CENTCOM) bağlı Birleşik Ortak Görev Gücü-Doğal Kararlılık Harekâtı’na ait bir sosyal medya hesabından, ABD güçlerinin PKK/YPG’li teröristlerle ortak tatbikat düzenlediği duyuruldu.
Hemen peşinden sözde özerk yönetim ve meclisi ile Barzanilere bağlı Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS), Şara’nın açıkladığı “geçiş süreci anayasa taslağına” itiraz etti.
Bu arada PKK’nın çatı yapılanması KCK da İmralı’daki teröristbaşının “fesih” çağrısına karşılık, “bu koşullarda kongrenin toplanmasının mümkün olmadığını” bildirdi.
“Emperyalist Projenin Tasfiyesi” mi?
Şara ve Kobani arasındaki anlaşmaya sevinenlerden birisi de Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlarından Mehmet Uçum oldu. Uçum, anlaşmayı “emperyalist projenin tasfiye sürecine girmesi” olarak tanımladı.
Öyle mi değil mi; bir de emperyalistlere bakalım.
Yıllardır bölgedeki planları ilmek ilmek dokuyan ABD ve Fransa, anlaşmayı memnuniyetle karşılayıp, “Kürt ortaklarının güvenliğinin garanti altına alındığını” kaydetti…
Almanya tam destek verip, “Kürtlerin ve onların askeri güçlerinin Suriye devlet yapısına entegrasyonunun önemli bir adım olduğunu” bildirdi…
AB ve BM’den de memnuniyet açıklaması geldi… BM Genel Sekreter Sözcüsü Stephane Dujarric’in, “Suriye Özel Temsilcimiz Geir Pedersen… Amerika, Türkiye ve bölgesel ortaklar da dahil olmak üzere ilgili uluslararası tarafları, Suriyeli ortaklarını desteklemeye teşvik ediyor. Bu, ulusal bir ateşkesi destekleyecek ve gerçek anlaşmaları sağlayacak, ayrıca Suriye’nin kuzeydoğu bölgesinde barış ve huzura yol açacaktır.” demesi ayrıca dikkat çekiciydi…
Elbette Rusya da hem teröristbaşının çağrısını hem Şara-Kobani anlaşmasını “memnuniyetle” karşıladı.
Başka?
Teröristbaşlarından Cemil Bayık, “Kuzey ve doğu Suriye ile Şam arasında” anlaşmanın “bir başlangıç olduğunu” söyledi…
DEM Eş Başkanı Tuncer Bakırhan; kendilerini bugüne getiren teröristlere “şükranlarını” sunup, “Hiçbir şey boşa gitmedi… Bugün hem Türkiye’de hem Orta Doğu’da hem Suriye’de bedel ödeyenlerin mücadelesi artık eşit yurttaşlıkla demokratik haklara kavuşacakları bir sürece ulaştı.” dedi. Terörisbaşının çağrısı için de, “100 yıl sonra ilk defa Kürtlerin, Orta Doğu halklarının önüne bir fırsat çıktı.” yorumunu yaptı.
100 yıl önceki “fırsat” ne ola ki?! Elbette ki, Sevr’den başka bir şey değil!..
Öyleyse nasıl oluyor da Cumhurbaşkanlığı katında bile bu süreç “emperyalist projelerin tasfiyesi” diye sunulabiliyor?!
Dışişleri Bakanı da “Kurucu İrade” Dedi
Ortada Türkiye için bir başarı var mı yok mu? Son olarak Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a kulak verelim.
O anlaşmadan sonra Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’la birlikte Şara’nın ayağına gidip, “Şam yönetimi ile YPG arasında varılan anlaşmanın üzerinden geçen” Fidan; Şara ve Kobani arasındaki anlaşmaya ilişkin olarak şu değerlendirmeleri yaptı:
“Özellikle YPG ile ilgili olan konularda ileriye yönelik tezgâhlar başta olmak üzere her şey gündemde olabilir. İyi niyetle imzalanmış olan bir anlaşma varsa gereği yapılsın. Fakat orada ileriye yönelik döşenmiş mayınlar olabilir. Türkiye olarak bunu yakından gözetliyoruz. İnşallah çok fazla kan dökülmeden sulh içinde normal hayata geçiş olur ve terör biter. Otonomi veya özerklik arayışına ilişkin bir taviz olduğunu düşünmüyoruz. Bu, çağdaş ve iyi bir şey de değil. Bizim coğrafyamızda hiç iyi değil.”
Terör örgütüne özerklik verilmiş mi verilmemiş mi; Fidan verildiğini “düşünmüyor”… İşlerin geri kalanı da “inşallah”a kalmış… Yani bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!..
Devam edelim.
Fidan da MHP Lideri Bahçeli’den sonra teröristbaşı hakkında “kurucu lider”, “kurucu irade” ifadelerini kullanırken, aslında 2013’te bu sürece girildiğini, ama “örgütün kandırıldığını”, “aklının çelindiğini”, bu yüzden bunca yıl kaybedildiğini anlattıkan sonra yeni süreç için, “Bunu değerlendirmeme yolunda bir adım atarlarsa, başkaları bunların aklını çelerse 2013’te çeldiği gibi kendi bilecekleri iş. Biz her türlü senaryoya hazırız.” dedi.
Yani Türkiye’nin kaybedeceği bir şey olmadığı mesajını verdi.
Acaba?
Şehit Aileleri Federasyonu Başkanı Hamit Köse’nin söylediği gibi, “vatan haininden medet umar, ondan icazet-görüş alır duruma gelmek, terör örgütünden yardım beklemek”, evvel emirde Türk Milleti’nin “onuru ve gururuyla oynamak” değil midir?
Daha ne olsun?!