Kahramanmaraş merkezli depremin yıldönümü vesilesiyle hem depreme uğrayanların gönlünü almak hem 31 Mart’ta yapılacak yerel yönetim seçimleri içim propaganda yapmak için bölgeye giden Cumhurbaşkanı, Hatay’da yaptığı konuşmada "Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı" demiş. Bunun “Benim partime oy vermezseniz bütçeden zırnık koklatmam” anlamına gelen bir tehdit olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekir.
Gerçi her zaman yaptığı gibi ertesi gün İktidarın en marifetli sözcülerinden Ahmet Hakan, Hürriyet’teki köşesinde sözüm ona bir düzeltme yapmayı denedi. Bir önceki cümleyi de göstererek Cumhurbaşkanının öyle demek istemediğini ileri sürse ve Cumhurbaşkanı da başka bir konuşmasında “Biz her ilin bütçeden hakkını gönderiyoruz. Muhalefet belediyeleri bunları doğru kullanmıyor” dese de İstanbul için yaptıklarından biliyoruz ki Hükümet, muhalefetin yönetimindeki belediyelerin başarısız olması için her yola başvuruyor. Yurttaşların zararına da olsa yeter ki belediye başarısız olsun politikasını güdüyor.
NASIL BİR CUMHURBAŞKANI?
Bu vesile ile düşlerimdeki Cumhurbaşkanını anlatmanın sırasıdır:
Cumhurbaşkanı, adı üstünde, seçimlerde çoğunluğu da kazansa da kendisini bir partinin değil, bütün milletin başkanı saymalıdır. Milletin yarısını günde birkaç kez hakaretlere boğan biri, cumhurun başkanı olduğunu nasıl ileri sürebilir? O partisinin “cumhurbaşkanı”dır.
Cumhurbaşkanı, devlet kurumları, o ülkedeki partiler, çeşitli sınıf, milliyet, din ve mezheplerden oluşan insanlar arasında düzenleyici, dengeleyici bir rol üstlenmelidir.
Cumhurbaşkanlığı makamı yurttaşlardan oy isteme makamı değildir. O makam, partiler karşısında tarafsızdır.
Cumhurbaşkanlığına seçilecek kişinin bir partiye mensubiyeti olsa bile, seçildikten sonra partilerle ilişkisini keser.
OLGUN, BABACAN, ADİL…
O, konuşurken ağzından ateşler fışkıran bir kavgacı değil, sözüne herkes tarafından itibar edilen, babacan, güler yüzlü bir baba gibi davranmalıdır.
Cumhurbaşkanı çok konuşmamalıdır. Gerektiği zamanlarda az ve öz konuşmalıdır.
Bütün yurttaşlar, Cumhurbaşkanlığı makamında kendilerini seven ve sayan, haksızlıklara uğradıkları zaman başvurabilecekleri, adaletli bir olgun insanın bulunduğuna inanmalıdırlar.
Bir Cumhurbaşkanının, maaşından başka bir geliri olmamalı, yaşamında şatafattan kaçınmalı, ortalama bir vatandaş gibi yaşamalıdır. Onun eşini, dostunu, yakınlarını kayırması, onları çeşitli işlerin başına getirmesi, yurttaşların güvenini sarsar.
Bir cumhurbaşkanı, kimlerin cezaevine atılacağına karar vermez. Mahkemelerin hükümlerine ima derecesinde bile etki etmeye kalkmaz. Yoksa günümüzde olduğu gibi adalete güven kalmaz.
Bir cumhurbaşkanı, hangi din veya mezhebin mensubu olursa olsun, kendi inancının propagandasını yapamaz. Yurttaşlara devlet eliyle bu dinin kurallarını yerine getirmeyi dayatamaz. Devlet işleriyle din işlerinin birbirine karıştırılamayacağını bilir. Değilse, farklı inançlardaki kişiler yanında itibar kaybına uğrar.
Bizde de daha önce uygulanmış olan anayasalar gibi, dünya anayasalarında bütün bu kaygılar gözetilmiş, Cumhurbaşkanlarına tarafsızlık görevi verilmiş, bu nedenle dokunulmazlık kazandırılmıştır. Hem bir partinin militanı olmak, hem de dokunulmazlık zırhına bürünmek olmaz.
Bir cumhurbaşkanının uzun süre aynı koltukta, hem de olağanüstü yetkilerle oturması, Türkiye’de olduğu gibi rejimin yozlaşmasına neden olur. Bundan önceki anayasada bu süre bir defaya özgü olmak üzere yedi yılla sınırlandırıyordu.
Türkiye’nin devlet düzenindeki akıl almaz çarpıklığın nedeni, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adlı garip bir sisteme geçmiş olmasıdır. Bu sistem başkanlık sistemlerinden de farklıdır.
Tarafsız ve sorumsuz cumhurbaşkanlığı sisteminden neden Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçildi? Devleti ve toplumu “şeriat” dediği kendi dinî inançları doğrultusunda bir dönüşüme uğratırken, toplumun varlıklarını yandaşlarına yağmalatmak isteyen bir kişi ve onun elinde tuttuğu bir siyasi hareketin hırsı, bu sonucu doğurdu. Seçmenlerin bir kısmı da başka nedenlerle buna onay verdi.
Milletlerin tarihi böyle on, yirmi hatta daha uzun yılları kapsayan parantezlerle doludur. Türkiye halkı da bilinçlenerek aklını başına alacak ve bu garip duruma son verecektir. (6 Şubat 2024)
zekisarihan.com