Thomas Moore 1478-1535 yıllarında yaşamış ingiltere’nin üst tabakası mensubu bir ailenin, yargıç bir babanın oğlu. Döneminin koşullarına göre iyi eğitim almıştır. Babasının yönlendirmesi ile hukuk eğitimine yönelir. Dönemin bilim ve kültür dili Latinceyi, eski yunanacayı öğrenir, dönemin vazgeçilmezi teoloji eğitimi alır. Hukuk eğitiminin gereği retorik ve mantık eğitimi görür. Öğrenim çağında İngiltere’deki hümanist akımın öncüleri ile tanışır. Hümanist eğitimin esası olan gramer, retorik, tarih, şiir ve ahlak felsefesi disiplinlerinde ileri düzeyde bir öğrenim görür. Dönemin önemli dil bilimcilerinden ders alarak Latince ve Yunana’sını ileri düzeye çıkarır.
İş yaşamına 1496 yılında Oford’da St. Paul’un mektupları üzerine dersler vererek başlar, ve st. Paul katedralinin dekanı olur. Ardından İngiltere’nin ilk hümanist gramer okulunu kurar. 1499 yılında . yaşamının sonraki döneminde yakın dost olacağı Erasmus İle tanışır. Erasmus 1509 yılında yazdığı Delileğe Övgü adlı eserini Moore’a adar.
Bu süreçte bir dönem kendini ilahiyata kaptırır, rahip olabilmek için bir tarikata katılır, 4 yıl boyunca dua ederek ve oruç tutarak inzivaya çekilerek yaşar. 1505 yılında evlenir ve inziva hayatından gerçek dünyaya döner.
Bundan sonra kendini hukuk mesleğine verir. 1504 yılında parlementoya seçilir. Bir ödenekle ilgili olarak kralla arası açılır. Kral VII. Henry, bunun öcünü moore’un babasını hapsederek alır. 1510 yılında Londra’da Asliye Hukuk hakimliğine atanır. 1517 yılında eğitimi, zekası ve çalışkanlığı ile Kral VIII. Henry’nin dikkatini çeker ve Kral’ın meclisine kabul edilir. 1521 yılında şövelya ünvanının alır. 1529 yılında Kral’ın özel sekreteri ve sözcüsü olur. ( Bu dönemde bu görev başbakanlık düzeyinde bir görev. İngiltere’de başbakanlık kurumu ve ünvanı 1721’de başladı.)
1532 yılında sağlık nedenlerini ileri sürerek devletteki görevlerinden ayrılır. Bu zahiri neden, asıl neden Kral’ın İngiltere’yi Katolik Kilisesi’nden ayırıp , Protestanlığa yönelmesini onaylamamasıdır. More, Kral’ın eşini boşayıp Anne Boleyne ile evlenmesine, Boleyne’nin çocuklarının İngiltere tahtının meşru varisi olmasını sağlayan parlemento kararına ( 1534 Ardıllık Sözleşmesi ) karşı çıkması, buna onay yemini vermemesi üzerine tutuklanır, 17 Eylül 1534’de Londra kulesine kapatılır. Vatan hainliği suçlaması ile hüküm giyer, 6 Temmuz 1535’de idam edilir. 1935 yılında ise Papa X1. Pius tarafından aziz ilan edilir.
Moore Ütopia’sını 1515 yılında bir görev için Flandaria’ya (Fransa-Hollanda-Belçika ortak sınırlarının çevresindeki bölge) yaptığı gezide tanıştığı kişilerle yaptığı sohbet anıları üzerine tasarlamıştır. Bu sobetlerin katılımcıları Moore, Antwerp kent konseyi sekreteri ve Erasmus’un yakın dostu Peter Giles (Petrus Aigidius) ve Portekizli eski bir denizci Raphael Hythlodaeus (Raphael Hythloday) dur. ( parantez içindeki isimler Moore’un Ütopya’da kullandığı takma isimlerdir.)
Moore, Utopia’da sosyal, ekonomik, siyasi ayrıcalıkların olmadığı, nimetleri ve külfetleri paylaşan, dürüstlüğü , erdemliliği, mutluluğu yaşam felsefesi olarak benimsemiş bir toplumu, bu değerlere göre yönetim icra eden bir devletin yönettiği hayali bir adayı tasvir etmektedir. Kapitalizmin şafağında, sanki kapitalizmin insanlığın başına açacağı belaları öngörerek insanoğluna başka bir dünyanın da mümkün olabileceğini anlatmaya çalışmaktadır.
TVlerde Darüşşafaka’ya bağış çağrısı yapan bir tanıtım spotu var. Sloganı birçok şey OLMASA DA OLUR ama EĞİTİM OLMAZSA OLMAZ. Bu sloganı genelleştirip içinde yaşadığımız kapitalist sisteme uyarlarsak, Dünya doğasını, sularını, havasını, toprağını, taşını diğer her şeyini tüketerek, kirleterek mal ve hizmet üreten sektörlerin ne kadarının OLMASA DA OLUR şeyler üretiminde ne kadarının OLMAZSA OLMAZ şeylerin üretiminde kullanıldığını sorgulamak insanlığın geleceği için hayati önem taşıyor.
Coronavirus pandemisi nedeniyle yaşamakta olduğumuz karantina süreci bize bu sorgulamayı yapabilmemizi sağlayacak yaşanmış deneyler ve veriler sundu. Bu üç aylık süreçte dört sektörün ürettiği mallar ve hizmetlerle yaşamımızı pekala sürdürebileceğimizi öğrendik. Bu sektörler ;
-SAĞLIK SEKTÖRÜ
- GIDA, YİYECEK İÇECEK SEKTÖRÜ,
- GÜVENLİK SEKTÖRÜ ve
- İLETİŞİM SEKTÖRÜ.
Bunların sosyo- ekonomik hayatımızımn OLMAZSA OLMAZ sektörleri veya Temel (yaşamsal) ihtihyaç Sektörleridir. Bunların dışındaki sektörler OLMASA DA OLUR sektörleridir. Maalesef dünya kaynaklarının daha büyük kısmı bu Olmasa da olur sektörleri tarafından tüketilrmekte ve kirletilmektedir. Türümüz varlığını sürdürebilmek için mutlaka bu çarpıklığı sorgulamak hayati değeri olan dünya varlıkarının “olmasa da olabilecek şeyler” için hunharca tüketilmesine son vermek zorundadır.
Thomas Moore’un Utopyalıları bu sorgulamaları yapmışlar ve yaşam felsefelerini ve yaşam pratiklerini bu sorgulama sonucu kurgulamışlar. Temel ihttiyaç maddelerinin dışındaki mal ve eşyalar için emek ve kaynak harcamayı israf olarak görüyoırlar. İnsanların “fiziksel kölelikten kurtulup, zihinsel erginliğe erişmek” ve bunu diğer insanlanla paylaşmayı erdemin ve mutluluğun kaynağı olarak görüyorlar, temel ihtiyaçlarının üretimi dışındaki teferutlarla emeklerini ve zamanlarını israf etmek istemiyorlar. Utopialıların günümüz dünyasına en önemli mesajı bu olsa gerek.
Utopialılarıın günümüze başka mesajları da var. Aşağıdaki alıntılarda Utopyalıların yaşam felsefelerini, yaşam pratiklerini, inançlarını, mülkiyet, ketleşme –inşaat, beslenme, sağlık hizmetleri ve kurumlarını anlatan pasajlar bulacaksınız. Kendilerini dünyanın sahibi olarak gören ama vatanadaşını bir salgın hastalıkta korumaktan aciz kalan kapitalist Vahşi Batı medeniyetine mesajlar var. Bizdeki rant – inşaat – emlak bağımlısı yık – yap ekonomistlerine mesajlar var. İzleyelim
ÖZEL MÜLKİYET ÜZERİNE : sayfa-84
“Bu yüzden ben kesin olarak şuna inanıyorum: Özel mülkiyet tamamen terk edilmedikçe, malların eşit ve adil bir yöntemle dağıtılması ya da insanların yaşamının refaha kavuşması olanaksızdır. Özel mülkiyet var olduğu sürece insanların yaşamının refaha kavuşması olanaksızdır. Özel mülkiyet var olduğu sürece insanlığın en büyük en faydalı kesimi yoksulluğun ve çetin yaşamın getirdiği kaygıların malum yükü altında ezilecektir. Kabul, bu yük bir dereceye kadar hafifletilebilir, ama iddia ediyorum ki asla tamamen ortadan kaldırılamaz. “
İŞ YAŞAMI (sayfa-101 / 102)
“Ama yanılgıya düşmemeniz için bir noktaya özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Ütopyalılar günde sadece altı saat çalışıyorlar diye, belki de siz şimdi onların temel gereksinimlerini karşılamada dara düştüklerini sanacaksınız. Ama hiç de böyle değil, çünkü bu altı saat onların gerek temel, gerekse keyfi ihtiyaçlarını bol bol karşılamaya yetiyor da artıyor. Nüfuslarının büyük bir bölümünün tamamen işsiz olduğu başka ulusları şöyle bir gözönüne getirecek olursanız, işte o zaman buradaki durumu daha rahat kavrayabilirsiniz.
........................................................
Sözkonusu uluslarda kadınların neredeyse hiç işi yok... demek ki nüfusların yüzde ellisi işsiz. Kadınların çalıştığı ülkelerde ..... kocalar yan gelip yatıyor. ... Sonra .... ruhban sınıfından olduğu söylenen adanların ne kadar tembel bir güruh olduğunu bir düşünün, zengünleri ... toprak sahiplerin, .... onların uşaklarını ..... düşünün ... “sayfa-105
“Görüldüğü gibi, herkes faydalı mesleklerde çalıştığından ve bu meslekler çok az iş gücü gerektiğinden, dolayısıyla her şey bol olduğundan, zaman zaman insanları bir araya toplayıp ,,,, (kamu hizmetlerini) görüşüyor... iş yoksa da ... çalışma saatlarını kısma kararı alıp halka duyuruyorlar. .... Yöneticiler yurttaşlarını zorla lüzumsuz işlere koşmaz, çünkü böyle kurumsal bir devletin göz önünde tuttuğu ana hedef : Toplumun zorunlu ihtiyaçları karşılandıktan sonra, artan zamanı bütün yurttaşların fiziksel kölelikten zihinsel özgürlüğe ve gelişime aktarmalarını sağlamak. Çünkü yaşamdaki mutluluğun temelinin bu ana hedefte yattığına inanırlar. “
ÜTOPYA ADASINDA İNŞAAT SEKTÖRÜ ( Sayfa-104 )
“Yukarıda söz ettiklerime ek olarak, çalışma sorunlarını halletmelerinin bir başka nedeni de, zaruri işlerinin çoğunu diğer ulusların harcadığından çok daha az emek harcayarak halletmeleri. Hemen bir örnek verelim; başka her yerde binaların inşa edilmesi ve onarılması için birçok insanın gece gündüz çalışması gerekiyor. Çünkü mirasçılar babalarının inşa ettiği binaları hor kullanıp yavaş yavaş viraneye döndürür. Böyle olunca, onun ardından gelen mirasçılar az bir masraf yaparak ayakta tutabilecekleri bu binaları büyük paralar harcayıp yeni baştan inşa etmek zorunda kalır. Hatta .... ev müşkülpesent bir mirasçının zevkine hitap etmiyorsa kısa süre içinde yıkılır, büyük meblağlara başka bir yerde başka bir evin inşasına başlanır; böyle olaylarla o kadar sık karşılaşabilirsin ki. Ama Utopyalılar arasında her şey yerli yerine oturmuş ve kamu düzeni sağlanmış olduğundan, evleri yepyeni mekanlarda yeniden inşa edilmesi öyle pek rastlanacak bir olay değildir. Ayrıca mevcut hasarlı evler hemen onarıma alındığı gibi, hasara uğramamaları için de önceden önlem alınır. Böylece evler azıcık bir çabayla uzun süre ayakta kalırlar, hatta öyle ki müteahhitler bazen yapacak iş bulamazlar. Böyle durumlarda onlardan evlerinde tahta kesip taş yontmaları istenir, öyle ki herhangi bir bina inşa edilmesi gerektiğinde işi bir çırpıda hallediversinler .”
UTOPYA ADASINDA KILIK KIYAFET ( Sayfa -104 )
“Gelelim kıyafetlerine, bir düşünün bu iş için de ne kadar az emeğe ihtiyaç duyuyorlar. Her şeyden önce, çalışırken deriden ya da postlardan yapılan gösterişsiz, gösterişsiz ve yedi yıl dayanacak giysiler giyiyorlar Dışarı çıktıklarında da bu kaba iş kıyafetlerinin üstüne bir pelerin geçiriveriyorlar. Bütün adada bu pelerinler hep aynı renk ve has yünden . Bundan ötürü başka ülkelerdeki insanlara göre hem daha az yüne ihtiyaç duyuyor, hem de ihtiyaçlarını çok ucuza mal ediyorlar.
Az emek gerektirdiğinden en çok keten kumaşlar kullanıyorlar ve ketenleri beyazlığından, yünlüleri de temiz olduğundan tercih ediyorlar... “.
Sayfa – 107
“Yoksunluk endişesi nasıl ki her tür hayvanı açgözlü ve yırtıcı hale getirebiliyorsa, sadece insana özgü olan kibir, hani şu her şeye bol bol sahip olduğu için şımarıp insanın kendisini bir şey sanmasına yol açan duygu da aynısını yapar. Oysa Utopialıların yaşam tarzında böyle bir şeyin esamesi bile okunmaz.”
UTOPYA’DA HASTAHANELER ( Sayfa- 108)
“... Her
bir yemekhane görevlisi günün belli saatinde pazara gider ve salondaki insan
sayısına göre erzak alır. Ama öncelik sırası her zaman devlet hastanelerinde
tedavi görmekte olan hastaların. Çünkü kentin çevresinde, surların az ötesinde
dört hastane mevcut. Bu hastaneler o kadar geniş ki, sanırsın her biri birer
küçük kasaba. Bundan kasıt, hastaların sayısı ne olursa olsun sıkış tepiş, yan
yana yatıp da birbirlerini rahatsız etmelerini önlemek ve bir de hastalar
arasında salgına yol açacak türde hastalık taşıyanlar varsa bunları
kalabalıktan tecrit edebilmek. Bu hastaneler çok iyi düzenlenmiş, insanı
sağlığına kavuşturacak ne varsa hepsine sahip; hastalara şefkatli ve özenli bir
bakım uygulanıyor, işinin ehli hekimler her an görevlerinin başında.
... ........................... “
sayfa-109
“Yemekhanelerdeki
görece ağır ve angarya işleri köleler yapar. Ama yemek pişirmek, hazırlamak ve
sofrayı eksiksiz donatmak kadınların işidir; bütün aileler sırasıyla bu görevi
üslenir.
....................................... “
UTOPIA’lıarın yaşam felsefeleri üzerine. ( Sayfa-124/125 )
“Utopialıların
dinsel ilkeleri şöyle: Ruh ölümsüzdür ve tanrının cömert iyiliği sayesinde
mutluluğa yazgılı olarak doğmuştur. Bu dünyadan sonraki yaşamda erdemlerimiz ve
yaptığımız iyilikler ödüllendirilecek,
günahlarımız ise cezalandırılacaktır. Evet, bunlar dinsel ilkelerdir, ama
Utopiaiılara göre bizi bunlara inanmaya ve kabul etmeye sevk eden aklımızdır.
Ama hiç tereddüt etmeden şunu da eklerler ki, dini ilkeler ortadan
kalktığı anda insan, bir budala değilse,
bütün gayretini günahına ya da sevabına bakmadan sadece haz elde etmeye
verecektir. “
..................................
İşin aslı
Utopialılar mutluluğun her tür hazza değil, sadece iyi ve dürüst olan hazza
bağlı olduğunu düşünür. ............................. ........... Çünkü bunlar erdemi doğaya uygun yaşama
olarak tanımlıyorlar ve tanrının bizi bu amaca uygun olarak yarattığını
söylüyor.
................................................
Utopialılar için insanlık açısından özellikle övgüye değer olan, insanın insana kurtuluş, ve teselli kaynağı olmasıdır. Başkalarının sıkıntısını dindirmek ve bütün üzüntülerini giderip yaşamlarını huzura erdirmek en önemli insani değerse (zaten başka hiçbir erdem bu kadar insana özgü olamaz.), bunun getirisi hazzın ta kendisidir. O halde doğa niçin kendimize de aynı şekilde davranmzmızı istemesin ki ?”
Bu pasajlar, Thomas Moore’un Kabalcı Yayınevi tarafından dilimize çevrilip yayınlanan UTOPIA adlı kitabından alınmıştır.
İyi okumalar.
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 4.06.2020 00:00:00 / Okunma = 30392