Birçok kişi bu kanalın yapılamayacağını, Türkiye’nin bu kanalı yapacak gücü olmadığını, ne kamunun ne de özel sektörün finansal imkanlarının bu projeye yetmeyeceğini ifade ediyorlar. Türkiye’nin bu proje için finansal yetersizliği saptamasına katılıyorum. Ancak düşünülen sistem ve AKP politikaları zaten Türkiye’nin sermaye varlığına güvenerek bu girişimi başlatmıyorlar. Benim anladığıma ve öngörüme göre işleyiş şöyle olacak. Kanal yapımı yap işlet devret modeli ile bir konsorsiyuma ihale edilecek. Yapımcı konsorsiyum muhtemelen yabacı şirketler ve yerli yandaş şirketlerden oluşacak. Kanal çevresine Dubai taklidi bir yapay kent kurulacak. Kanal manzaralı plazalar, rezidanslar, villalar, AVM’ler, oteller, yeme – içme ve eğlence mekanları, marinalar, limanlar vs. Çıkan hafriyatla Karadeniz kıyısına bir konteyner limanı yapılacak. Dubai taklidi bir turizm, ticaret ve eğlence kenti kurulacak. Burada yapay olarak büyük bir rant oluşacak. Bu rant, yapımcı konsorsiyuma belli yasal garantilerle, imtiyaz olarak verilirse; bu kanalı yapmaya talip olacak çok konsorsiyum çıkacağını değerlendiriyorum. Devletten herhangi bir ödeme almadan yapılabileceğini değerlendiriyorum. Geçtiğimiz günlerde Katar’la yapılan “ ŞEHİRCİLİK ANLAŞMASI” bu işin hazırlık hamlelerinden biri olsa gerek.Türk oligarklarının Katar’da biriktirdikleri kara sermayenin aklanması için de bir firsat olarak kullanılacaktır. “Bu işe Türkiye’nin mali gücü yetmez onun için nasıl olsa yapılamayacak, boşuna çene yormayalım” diyenlere, ilaveten, şu gerçeği de hatırlatayım. İstanbul’daki emlak fiyatları ile inşaat maliyetlerini bir karşılaştırsınlar. Emlak fiyatları içinde inşaatın maliyetini ve rantın payını bir karşılaştırsınlar. Mevcut boğaz manzaralı emlak fiyatlarının, diğer semtlerdeki fiyatlara oranlarını incelesinler. Bu projeye karar veren iradenin niçin yaptığını ve nasıl yapabileceğini bu oranlardan çıkarabilirler.
Şimdi bunun ekonomik boyutlarını gözden geçirelim. Kanalın yapım maliyeti olarak yetkililer 75 milyar TL dediler. Yapım süresi de yaklaşık 7 yıl olarak öngörülüyor. Bu rakamları baz alarak düşünelim. Yapımcı konsorsiyum bu maliyeti 7 yılda harcayacak. Kanal boyunca kurulacak konut—iş-ticaret-turizm- eğlence yerlerine tahsis edilecek arsaların satışı ile maliyetini ve karını karşılayacak. ( Bundan sonraki vereceğimiz rakamlar bizim tahminlerimizdir, yapılmış bir araştırma sonuu değildir.) Bu maliyetin geri dönüşü herhalde bir 10 yıl alacaktır, kanal yapımı reel maliyeti, finansman maliyeti, kur dalgalanmaları ve karını da düşününce yapımcı konsorsiyum herhalde 150 milyar TL lik bir dönüş bekleyecektir. Bu 150 milyar TL’yi, kanal çevresinde konut, işyeri, otel, AVM , eğlence yeri, yeme içme yerleri, marinalar, limanlar kuracak şahıslar ve şirketler ödeyecek. Bunlar da bu yatırdıkları sermayeyi belli bir sürede geri kazanmak isteyecekler. Bu yapıların inşaatı da kısmen kanal ile eşzamanlı yapılacak, kısmen de kanal yapımından sonra devam edecektir. Bu yapıların inşa maliyeti herhalde bir 150 milyar TL’den aşağı olmayacaktır. Devaminda mülk sahibi olarak veya kiracı olarak işletmeciler ve işletme sermayesi yatırmı devreye girecek. İş bununla da bitmeyecek, yeni yapay kentin yakın çevresinde yapılaşma belki de birkaç on yıl devam edecek, İstanbul’un nüfusuna 3-5 milyon ilave getirecektir. Bu yapay kentin konut ve işyerlerinde çalışacak mavi yakalı, beyaz yakalı kafa-kol-gövde- bacak emekçileri için doğuda İstanbul’a doğru, batıda Çatalca – Çorluya doğru uydu kentler (Gettolar) kurulacak.
Şu anda Türkiye’nin gündeminde olan, yapılması zorunlu olan ve yapılmakta olan inşaat-emlak projeleri büyük bir kaynak yutmaktadır. Depreme hazırlık olarak yapılacak kentsel dönüşüm prjoleri için sadece İstanbul’da 40 milyar TL ihtiyaç öngörülmektedir. Bunu bütün Türkiye’de uygulamak için en az 100 Milyar TL gerekir. TOKİ’nin başlattığı 100 bin konut projesi yürüyor. Yabancılara vatandaşlık promosyonu olarak konut satışı programının yaratacağı talep artışı da eklenince Türkiye zaten şu anda varını yoğunu inşaat –emlak sektörüne yatırmaktadır.
Kanal çevresinde oluşturulan yapay rant- inşaat-emlak pazarı zaten rant –inşaat-emlak bağımlısı bir ekonomi olan Türkiye’nin bütün kaynklarını hortumlayıp çekip emecektir Sadece Türkiye’nin “yerli – milli” sermayesini değil Türkiye’ye gelecek “yabancı-gayrımilli”sermayeyi de hortumlayıp çekip emecektir. İster “yerli milli” ister “ yabancı-gayrımilli” olsun sermaye maksimum kar yönünde akar. Türkiye’de de her zaman bütün sektörler içinde en az riskli en yüksek kar getiren sektör rant- inşaat-emlak sektörüdür, akış yönü buraya olacaktır.Bununla ilgili iki örnek paylaşmak istiyorum.
Geçen yazımızda Ali Babacan’ın 5-6 sene evvel, Dünya Gazetesine verdiği bir röportajdaki söylediğini aktarmıştık, şöyle diyordu “ İnşaat- emlak sektörünün bu kadar cazip olması Türkiye’nin kalkınmasını engelliyor. Sermaye varlığını kara delik gibi kendine çekip yutuyor, teknolojik ilerlemeye, endüstrinin verimliliğini attıracak, katma değeri yüksek ürünlere yönelmesini sağlayacak yatırımlar için sermaye bulunamıyor …” Ali Babacan yeni parti kurdu. Bu görüşleri ekonomi programına yansıtır ve bu görüşleri ile kanal tartışmasına katılırsa partisine de Türkiye’ye de yeni ufuklar açabilir.
İkinci örnek iş yaşamımda tanık olduğum bir olgu. Bir iş arkadaşım seçkin bir cumhuriyet ailesinde doğmuş, ülkemiz standartlarına göre en seçkin eğitim kurumlarında yetişmiş bir mühhendis. 40 yıla yakındır da ileri teknoloji ( elektronik-otomasyon) alanında faaliyet gösteren bir mühendislik şirketinin ortağı ve yöneticisi. Bir gün sohbetimizde söz döndü dolaştı para kazanma, tasarrufları hangi sektöre yatırırsak daha iyi değerlendiririz konusuna geldi. Arkadaşım mealen şöyle dedi “ Bundan x sene evvel elimdeki bir miktar birikimim vardı bir daire aldım. Bu süre zarfında dairem paramı y katına çıkardı. Senelerdir bu mühendislik şirketi için gece gündüz çalışıyor, kendimi parçalıyorum. Bu çabalarıma karşılık bir dairenin kazandırdığı paranın onda birini bile bir kenara koyamadım… “ diye hayıflandı.
Gene geçen yazımızda Japonya’nın rant – inşaat-emlak sektörüne ilişkin politikalarını gönderme yapmıştık. Onu da biraz açarak Türkiye ve Japonya politikalarını karşılaştıralım. Kalkınma iktisatçıları, Japonya’nın kalkınma ve sanayi-teknoloji alanındaki ilerleme mucizesinin arkasındaki nedenleri araştırırken saptadıkları nedenlerden 2 kalem bize ibret olması bakımından önemli.1-İlk olarak, Japonya II. Dünya Savaşında en fazla işgücü kaybına uğrayan ülke. Buna rağmen çok ihtiyacı olmasına rağmen yabancı işçi girişine müsade etmedi. Nedeni de toplumun etnik homojenliğinin korunması. Etnik farklılıklardan kaynaklanabilecek iç çelişmelerden sakınmak, toplumun enerjisini iç mücadelelerle harcamamak. Bunun yerine aile-kabile-milliyet dayanışması ( asabiyeti ) ile işçi – yönetici- işveren – devlet organları arasında uyumlu ve ahenkli çalışmanın getirdiği sinerji ile Japon mucizesini yarattılar. İşçi açığını hazır işçi ithali ile değil OTOMASYON teknolojilerini geliştirerek aştılar. Bugün teknoloji alanında dünya liderliğini ele geçirdiler.
2- İkinci neden de Japon Hükümeti, emlak fiyatlarını vergiler, harçlar vs ile aşırı yükselterek halkın tasarruflarını emlaka yatırmasını caydırıyor, bu tasarruflar sigorta fonlarında ve banka mevduatlarında birikiyor, sanayi için likid sermaye kaynağı sağlıyor. Bu fonlarla Japon sanayicileri bol ve ucuz kredi olanağını kullanarak önemli bir rekabet avantajından yararlanıyorlar.
3- Diğer nedenler: askeri harcamalarınn çok düşük olması, eğitim politikaları, MITI( Uluslar arası Ticaret ve Sanayi Bakalığı)’nın koordinasyon rolu, üretimde fanatiklik derecesine varan titizlik vs.
Yukardaki uygulamalar, Japonya’yi ziyaret eden iktidar sahiplerimizin hiç dikkatini çekmemiş, örnek almak için, bula bula cins ayrımcı üniversite örneğini bulmuşlar.
Görüldüğü gibi, bugün Türkiye’yi yönetmekte olanlar, Japonya’nın kalkınma ve teknoloji atılımlarını sağlayan politikalarının tam tersini uygulayarak Türkiye’yi orta gelir tuzağında bocalatmaktadırlar. Milli Kurtuluş Savaşımızın zaferle taçlanmasının ve Cumhuriyetimizin kuruluşunun dayandığı kederde- kıvançta ulusal birlik ve dayanışma duygularını aşındırdılar.Tarih dışı kalmış Osmanlı Millet Sistemi zorlamaları ile etnik ve mezhepsel bölünmeleri yeniden hortlattılar. Kutuplaştırıcı, kamplaştırıcı siyasi söylemleri, dindarlık- kindarlık kışkırtmaları ile milli birlik ve dayanışma duygularını aşındırdılar. O da yetmedi ülkemizi yol geçen hanına çevirdiler. Kültürel ve coğrafi olarak parçası olduğumuz İslam Dünyası ve Ortadoğu çoğrafyasındakı emperyalist iç savaş kışkırtmalarından çıkar sağlamaya yönelik siyasi mühendisliik gayretkeşliği ile istikrarsızlığın kronikleşmesine çanak tuttular ve bunun sonucu olarak milyonlarca muhtelif etnik ve dini sığınmacı kitlelerini milletimizin sırtına yüklediler.Toplumumuzun etnik homogenliğini yok ettiler, demografik yapımız aşureye çevirdiler. Buradan Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak MİLLİ SİNERJİ çıkmaz. Sırf bu neden bile mevcut iktidarı ilk seçimde muhalefet görevine atamak, milletimiz için bir var olma yok olma bir beka görevidir.
Japon hükümetleri halkın tasarruflarını emlaktan caydırıp teknoloji ve sanayi atılımları için yatırım sermayesi olarak kullanarak mucizeler yaratırken bizimkiler, marifetmiş gibi, ekonomizin lokomotifinin inşaat-emlak sektörü olması ile böbürlenmektedirler. Çapları, çevreleri, entelektüel kapasiteleri, siyasi yetenek seviyeleri bu sektöre yetiyor. Bugünkü iktidar da orta gelir eşiğinde bocalayan, durgunlaşan ekonomiyi canlandırmak için ve kaybettiği halk desteğini yeniden kazanabilmek için gene çareyi Türkiye’nin potansiyelini rant-inşaat – emlak sektörüne kanalize etmeyi seçmiştir. Kanal İstanbul girişimi bu tercihin bir sonucudur. Bu proje ve çevresindeki türevleri ile kentel dönüşüm projeleri, TOKİ’nin 100 bin konut projesi, yabancılara vatandaşlık promosyonu olarak konut talepleri gibi gündemdeki inşaat emlak projelerini üst üste koyarsak Türkiye önümüzdeki çeyrek belki de yarım yüzyılda varını yoğunu rant inşaat emlak sektörüne harcayacaktır.
İçinde bulunduğumuz ve önümüzdeki çeyrek yüzyılda dünyamız hem endüstri alanında hem tarım alanında yeni bir ileri teknoloji devrimi sürecini yaşamaktadır. Dünya bir yandan Endüstri 4.0 ( robotlar, yapay zeka, insansız fabrikalar … ) dönemine geçiyor, bir yandan da tarımsal üretim ve gıda üretimi sektörünü kökünden değiştirecek biyoteknoloji devrimini harekete geçiriyor. Dünyanın her devrimci dönemecinde olduğu gibi bu dönemecin de “galipleri” ve “mağlupları” olacaktır. Galipler arasında yer alma hedefinini seçen milletler kaynaklarını ve enerjilerini bu devrime seferber etmektedirler. Bir örnek Japonya’nın en zengin işadamı Masayoshi Son, sadece Endüstri4.0’ın bir bileşeni olan YAPAY ZEKA sektörüne 108 milyar dolar yatırım yapmaktadır. Japonya, Kore, ABD, Almanya, Singapur, Çin … binlerce milyar dolar yatırmlarla bu devrimin galipleri arasında yerlerini alma hedefine kilitlenmişlerdir.
Türkiye ne yazık ki bu denli kritik bir tarihi dönemeçte çeyrek asır – yarım asır boyunca bütün yatırım kaynaklarını ve enerjisini yutacak rant – inşaat- emlak projelerinde israr etmesi halinde, dünyanın yaşamakta olduğu İleri Teknoloji Devrimi’nin “mağlupları” safına sürüklenecektir. Çağımızda dönüşümler yüzyıllar sürmüyor. İleri Teknoloji Devrimi treni hareket geçti, bu tren dünya turunu önümüzdeki 10 yılda bilemedin çeyrek asırda tamamlayacak. Türkiye bu kafayla giderse bu treni kaçıracak. Bu treni kaçırmanın faturası önceki kaçırılan trenlerden çok ağır olacak.
Bu gerçeği ünlü tarihçi PAUL KENNEDY , “ YİRMİ BİRİNCİ YÜZYILA HAZIRLANIRKEN “ adlı kitabında İleri Teknoloji Devrimi’ni ıskalayacak toplumların hazin sonunu şu çarpıcı ifadelerle gösteriyor. “ Pasifik Okyanus’nun iki yakasında yapılan yeni icatlar her şeyi önüne katıp sürüklemekte ve ileri teknoloji toplumlarıyla (ABD, Japonya, Kore …vbg) diğer toplumlar arasındaki uçurum artık kolay kolay yetişilemeyecek kadar açılmaktadır.” (sayfa: 319) Devam ediyor; “ Bu değişimlerden çıkarılabilecek bir sonuç, yerel düzeydeki topluluklar hatta tümüyle ülkeler bakımından, kendi kaderlerine hakim olabilme imkanlarının ellerinden gitgide çıkmasıdır.”Devam ediyor;
“… Öyle ki, iyimserler dünyadaki “galipler”e bakıp heyecanlanırken, kötümserler de “mağluplar”ın acıklı haline bakıp dertlenebilir…. “
Türkiye’nin iktidar ve muhalefet sahipleri akıllarını başlarına almalıdırlar. Tarih sizleri, dünyanın bugün geçmekte olduğu bu kritik dönemeçte Türkiye’yi “galipler”in arasına yükseltmeye veya “mağluplar”ın arasına süreklenmesine sebep olacak söz, davranış ve eylemlerinize göre yargılayacaktır. TV kavallarındaki kıdemli panelcilerden tarih hesap sormayacaktır. Kanal konusunda doğru tartışma zeminini oluşturma sorumluluğu siyaset önderlerine aittir. Bu süreçte “mağluplar” safına sürüklenerek paryalaşan Türkiye, Lozan’ı da Montrö’yü de savunamaz.
AHMET AKKÜÇÜK / 14.03.2020
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 15.03.2020 00:00:00 / Okunma = 30232