Geçtiğimiz günlerde patronlar ve onların devleti tarafından belirlenen asgari ücret ve maaş baremleri, çalışanları hayal kırıklığına uğrattı. Artışlar, enflasyonun yarattığı hayat pahalılığını karşılamaya bile yetmedi. Kapitalizm yürürlükte olduğu sürece bu kısır döngü böyle sürüp gidecek.
Günümüz sorunlarının ağırlığına bakarak durumun hep böyle sürüp gideceğini sanmak, umutsuzluğa kapılmak yersizdir. Nasıl her birimiz o sınırları belli olmayan evrenin içinde bir toz zerresi kadar yer kaplayamıyorsak, bize hükmeden, bizi bunaltan sistem ve iktidarlar da insanlık tarihinde bir denizdeki su zerresi kadar bir yere sahip olamayacak.
Öyle görünüyor ki insanlığın temelli kurtuluşuna daha çok zaman var. Kurtuluştan köleliğin çeşitli biçimlerde devamı olan her türlü bağımlılıktan kurtuluşu anlamak gerekir. Üretim araçları belli bir kesimin tekelinde iken kesin kurtuluş sağlanamaz.
TEKNOLOJİ İNSANLIĞI KURTARABİLİR Kİ?
İnsanlık, tekerleğin icadından, ateşi kumanda altına almasından beri sürekli gelişiyor. İnsanoğlu sahip olduğu bir teknolojiyi sürekli yenileyip geliştiriyor. Günümüzde bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiğine tanık oluyoruz ve bu olağanüstü gelişme konusunda deyim yerindeyse başımız dönüyor. Ancak on binlerce yıl geriye giden ve önünde çok daha uzun bir gelecek olan uygarlığın neresindeyiz? Gelişmeler öyle gösteriyor ki sonunda değiliz, ortasında bile olduğumuz söylenemez. Belki daha başlangıcındayız.
Evet, bilim ve teknolojinin gelişmesi üretimin artmasına neden oldu. Hayat herkes için biraz daha kolaylaştı. Ama bu insanlığın kurtuluşunu sağlayamadı. Buharlı geminin bulunuşu denizcilikte büyük bir devrim yarattığı ve dünyanın bilinmeyen kıtalarının keşfine yaradığı halde bu kıtalarda yaşayan yerlilerin ve başka kıtalardan zorla getirilenlerin köleleşmesine de sebep oldu. Atomun parçalanması büyük bir buluştu fakat bu ilk olarak İkinci Dünya Savaşı sonunda yüzbinlerce insanın yanarak ölmesinde kullanıldı.
İnsanlığın tek kurtarıcısının bilim ve teknoloji olduğu çok kullanılan bir kavramdır. Türkçede “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” özdeyişi ile bilinir. Bu söz, hurafelerin terk edilmesini, bilimsel gerçeklerden başka bir şeyi kılavuz edinmemeyi anlatır ve Türkiye gibi bilim yerine Ortaçağ karanlığını üzerinde hisseden topluluklar için büyük önem de taşımaktadır.
Ancak… İnsanlığın kurtuluşu için bilimin yetmediğine de görüyoruz. Baskı makinalarının bulunuşu teknolojide büyük bir gelişmedir. Fakat matbaayı bulan Gutenberg, o makine marifetiyle yalanların milyonlarca kere çoğaltılıp her gün halkın beynine zerk edilebileceğini düşünmüş olabilir miydi? Televizyonlar da öyle. Hatta bu ileri teknolojiler, insanlığın büyük bölümünün sermayenin, yalanın, hurafenin esiri olmasında da başrolü oynayabiliyorlar.
ANCAK EMEĞİN KURTULUŞUYLA
İnsanlığın kurtuluşu, emeğin kurtuluşuyla mümkündür. Emek kurtulmadığı sürece insanlık özgürleşemez. Emeğin kurtulduğu bir sistemde bağımlılık değil, insanlar arasında eşit ilişkiler egemen olur. Orada herkes birbiriyle dayanışma halindedir. Herkesin yaptığı iş, büyük bir işbölümünün özgür bir parçasıdır.
İlkçağlardan beri, insanlık için bu kutlu “cennet” kapısının kilitlerini kırmaya uğraşan kişiler ve kitleler oldu. Tarih, köleler, serfler, esir milletlerin isyanlarıyla doludur. Şeyh Bedreddin gibi düşünürler, insanlığa yeni ufuklar açtılar. Bütün bunlar sosyal ve sosyalizm mücadelelerinin geçmiş hammaddesi olarak kaldılar. 19. Yüzyılda Paris Komüncüleri ve 20. Yüzyılda işçi sınıfı ideolojisinin öncülündeki iktidar mücadeleleri, bilimsel bir karakter kazandı.
Bilimsel sosyalizm, ilk ve ortaçağlarda hayal edilen fakat başarıya ulaşamayan ütopik sosyalizmi bilimsel bir temele oturtmuştur. Bilimsel sosyalizm, tarihsel akımları ve olayları sosyal ekonomik ve nesnel koşulları çerçevesinde inceleyerek muhtemel sonuçları ve gelişmeleri anlamak ve öngörmek için başvurulan bir yöntemdir.
EMEKÇİ CENNETİ
Bu yöntemin verilerinden anlaşıldığı gibi toplumun ilerlemesinde ve özgürleşmesinde sınıf mücadelesi esastır. Bu mücadele emeğin iktidarıyla sonuçlanacak ve o sınıfsız bir toplumun kapısını aralayacaktır. İlk Çağ’dan beri insanlığın zihninde biçimlenen cennet işte bu toplum hayalinin yansımasından başka bir şey değildir.
Halkların büyük çoğunluğu bilinçsizlikleri, güçsüzlükleri, örgütsüzlükleri nedeniyle belki daha uzun yıllar bir cehennem hayatı yaşamaya devam edecek ama hiç kuşkumuz olmasın ki gelecekte emekçiler ölmeden hayal ettikleri cennete kavuşacaklar. Onu emekçilere kimse bahşetmeyecek, kendi mücadeleleri ile yaratacaklar.