Yarın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’mizin tapu senedi olan Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yıldönümü.
Mayıs’tan bu yana Barzani’sinden PKK’sına içeride, dışarıda Sevr özlemi çekenler kampanyalar düzenleyip resmen Lozan’ın iptal edilmesi için harekete geçti.
Düşünebiliyor musunuz; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimi avukatlar, Antlaşma’nın iptalinin yanı sıra, “Kürtlerin, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik Kültürel ve Sosyal Haklar Sözleşmesi uyarınca ‘kendi kaderini tayin hakkı’nın hayata geçirilmesi” için önce Erdoğan’a dilekçeyle müracaat etti, cevap gelmeyince de Danıştay’a dava açma cüretinde dahi bulundu.
Ancak AKP’li bir ismin teröristbaşıyla ilgili açıklamalarını yorumladığı için Gazeteci-Yazar Merdan Yanardağ’ı veya Erdoğan’ın afişine bıyık çizen bir çocuğu tutuklayanların, ülkenin tapu senedinin böylesine hedef alınması karşısında gıkı dahi çıkmadı!..
Son seçimle birlikte “Türkiye yüzyılı” başlattılar, ama ülkenin birinci yüzyılının temeli olan Lozan’ı adeta yok saymaları da cabası.
Evet, çok sayıda sivil toplum örgütü kendi imkânlarıyla bu tarihi gün için seferber; ama Devlet ortada yok. Belki yarın yasak savma babında kuru mesajlarla kutlarlar.
Vazgeçtik kutlama programları düzenlemelerinden; iktidara yakın isimler, “Bugün şahit olduğumuz siyasi ve sosyal kutuplaşmanın temelinin Lozan üzerinden atıldığını”, “Lozan’ın, ülkemizin sınırlarını daraltmakla kalmayıp, fikir ufkumuza, gönül coğrafyamıza da hudut çizen” bir “teslimiyet”, “mağlubiyet” anlaşması olduğunu, “esarete rıza belgesine dönüştüğünü” ve “ülkemize prangalar vurduğunu” öne sürüp, “Lozan’ın konuşulması üzerindeki baskının kaldırılmasını” istiyor.
Musul üzerinden Misak-ı Milli’nin gerçekleştirilememiş olmasını sorgulayıp Ege’deki adaların terk edildiğini öne sürüyorlar… Ama öte yandan, bizatihi devr-i iktidarlarında Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırmak zorunda kaldıklarını, “Halep’i, Şam’ı alacağız” denirken Suriyelilerin Gaziantep’i, Kilis’i, Hatay’ı; Yunanistan’ın da 20 adamızı işgâl etmesini görmezden geliyorlar.
Bu parantezden sonra devam edelim.
Defalarca olmadığı söylendiği halde, daha dün iktidarın ortağı bir partinin yöneticisi ve kalemi, yine Lozan’ın “hezimet” olduğunu belirttikten sonra “antlaşmanın halktan gizli tutulduğunu” iddia edebiliyor.
Bir ülke düşünün ki, varlığını borçlu olduğu bir Antlaşma, bizatihi yöneticileri eliyle küçümseniyor, tartışmaya açılıyor; tabir-i caizse bu devletin varlık sebebi inkâr ediliyor.
Dimyat’a Pirince Giderken
Bakmayın yıldönümü için geçmiş yıllarda yayımlanan mesajlarda Lozan’ın, “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi” olduğunun vurgulanıp Antlaşma ile elde edilen kazanımlarımızın hatırlatılmasına; alenen şunlar söylenmedi mi?
“Lozan’da işte o 3 milyon metrekareden maalesef bir yerler yine tırmıklandı, 780 bin kilometrekareye kaldık. Burnumuzun dibindeki yerler bizden alındı… ‘Bu sözleşmeden, bu anlaşmadan çok başarıyla çıktık.’ diyenler oldu. Nasıl oluyor? Elindekini veriyorsun, hâlâ ‘Başarılı çıktık.’ diyorsun… Lozan tartışılmaz bir metin değildir, kutsal bir metin asla değildir. Elbette tartışacağız, elbette daha iyisine ulaşmanın çabası içinde olacağız… Soğuk Savaş sonrası oluşan dengeler birer birer yıkılıyor. Buna rağmen bizi hâlâ Lozan’a hapsetmeye çalışıyorlar. Kimse kusura bakmasın, bizim milletimize sözümüz var. Biz, Türkiye’yi… her alanda dünyanın en büyük 10 ülkesinden biri haline getirmek için tüm şartları zorlayacağız.”
22 Kasım 2016
“Bize Sevr’i dayattılar, Lozan’a razı olduk; olay budur. Yoksa biz buna lâyık mıyız? Düşünebiliyor musunuz, 17-18’inci asrın dünyada bir numarası olan bir devletiz, oradan bu bakiyeye kaldık.”
24 Aralık 2016
“Ülkemizin bugün güney sınırlarında yaşadığı güvenlik sorunlarının en önemli sebebi, Misak-ı Milli’den verilen tavizlerdir. O tavizler verilmeseydi şu anda nerede olduğumuzu anlayın, hatırlayın. Dün bizi Misak-ı Milli’nin gerisine düşürenler, bugün Lozan’ı da bir kenara bırakıp Sevr’e doğru giden bir hesap içindeler.”
10 Kasım 2017
Madalyalık Tablo!..
Egemenliği, bağımsızlığı ve onuru için ölümü göze almış milletimiz için öyle içler acısı, tarifi imkânsız bir hal ki;
– Sevr’in 21. Yüzyıl versiyonu olan BOP’un eş başkanlığını üstlendiler. Irak, Libya ve Suriye’nin bölünmesine katkı verdiler.
– Halen kol kola yürüdükleri ABD’nin himayesinde olanların, 100’üncü yıldönümünde Lozan’ın iptalini ve “kendi kaderini tayin hakkını” istemesi karşısında parmaklarını dahi oynatmadılar.
– Suriyeliler, Afganlılar, Afrikalılarla demografik yapımız değiştirilirken ülkenin yetişmiş beyinleri Avrupa’nın, ABD’nin yolunu tuttu. Yani emperyalizme iki kere kazandırdılar.
– Devletimizin kurucusu, milletimizin büyük Önderi Atatürk cami kürsülerinde lanetlendi.
– “Türkiye’yi 2023’te dünyanın en büyük 10 ülkesinden biri haline getireceğiz” iddiasıyla; Lozan’la bu devleti kuranların büyük imkânsızlıklar içinde yoktan ver ettiği ne varsa satıp savıldı.
– Nihayet sırtımız duvara dayandı. El elde, baş başta kalınca, ekonomi İngiliz vatandaşı birisine emanet edildi. Tümüyle ABD-İngiltere güdümünde olan Körfez ülkelerine muhtaç hale gelindi.
-Ve dahi askerimizin başına çuval geçiren ABD’den sonra, bir işgâl girişimi olan 15 Temmuz’un finansörü tarafından madalya ile ödüllendirildiler.
“Minnettarız”
Lozan’a dönelim.
Lozan fatihi merhum İsmet İnönü’nün o günlere ilişkin unutamadığı anısını; TRT’de yıllarca unutulmaz programlar yapan Gazeteci-Yazar Nazmi Kal’ın 15 Ekim 1973’te sorduğu bir soru sayesinde öğrenmiştik.
İnönü’nün anlattığı şunlardı:
“Lozan’da İngiliz delegesi Lord Curzon ve Amerikan delegesi oturuyorduk. Konuşmamızı hiçbir zaman aklımdan çıkarmadım. Lord Curzon, ‘Lozan muahedesinden memnun ayrılmıyoruz, hiçbir dediğimizi yaptıramadık. Harap bir memleket alıyorsunuz. Bunu imar etmeyecek misiniz? Neyle, nasıl yapacaksınız? Para bir bunda var (Amerikan delegesini işaret etti), bir bende var. Geleceksiniz para isteyeceksiniz, diz çökeceksiniz, reddettiklerinizin hepsini cebimden çıkarıp size göstereceğim.’ dedi. Bunu hiçbir zaman unutmam. Ben de kendisine şu cevabı verdim; ‘Bizim burada istediklerimiz müstakil, medeni bir devlet olarak onun bütün şartlarını sağlamaktır. Bunu temin edelim, sulh olsun; gelirsem size, istediğinizi yaparsınız.”
Bu tarihi nottan sonra 100 yıl sonraki ahvalimize şunu ekleyelim:
İngiliz vatandaşı Bakanımız, Birleşik Arap Emirlikleri ile imzalanan toplam 50.7 milyar dolarlık “çok sayıdaki stratejik anlaşma ve mutabakat zaptıyla” ilgili İngilizce bir paylaşım yaptı ve dedi ki;
“Birleşik Arap Emirlikleri’nin Türkiye’ye devam eden güçlü desteği için minnettarız.”
Herhalde bu kadarını Lord Curzon dahi tahmin, hatta hayal bile etmemiştir!..
Ayrıca bugün “Vatan bir bütündür, bölünemez.” kararının alındığı Erzurum Kongresi’nin 104’üncü yıldönümü. Her iki tarihi bayramımız da kutlu olsun.
İsteyen istediğine “minnettar” olsun; ama Türk Milleti Atatürk ve İnönü başta olmak üzere tüm silah arkadaşlarına, şehitlerimize minnettardır.