Tüm eğitim bilimcilerin,
pedagogların, psikologların ittifakla savundukları ve önerdikleri bir gerçeği
tekrarlayarak başlayalım. EĞİTİMİN TEMELİ TEMEL EĞİTİMDİR. Burada Temel Eğitimi
OKUL ÖNCESİ EĞİTİM (Ana Okulu ) ve İLK ÖĞRETİMİ kapsayan bir kavram olarak
kullanıyoruz. Okul öncesi eğitim zorunlu müfredatımıza girdi ancak uygulama
yeterli yaygınlığa kavuşamadı. Mevcut okullaşma yapısı içinde
yaygınlaşması çok zor, hatta imkansız.
Yeni bir okullaşma modeli bulunup uygulanmazsa, eğitimimizin Ana Okulu aşaması
kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Bu
çalışmamız bu can alıcı soruna çözüm olacağına inandığımız, Okul öncesi eğitimi
ve ilköğretimi Temel Eğitim çatısı
altında birleştiren bir okullaşma modeli
tasarısıdır.
İnsan yaşamının evrelerini şöyle
sıralayabiliriz; bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik. Yetişkinlik evresi
de genç yetişkinlik, orta yaşlılık ve yaşlılık olarak alt evrelere ayrılıyor. Çocukluk dönemi başlangıcı olan 4/5 yaş ile ergenlik (
gençlik dönemine geçiş) yaşı olan 14/15 yaş aralığında verilen eğitim çocuğun
hayatı boyunca başarı derecesini, ne tür
bir insan, nasıl bir yurttaş olacağını belirliyor. Çocuğun zihinsel, bilişsel, fiziksel,
psikolojik, sosyal gelişimlerinin yüzde doksan beşten fazlasını bu dönemde kazanıyor. Hayatı boyunca
kullanacağı dil veya dillerin sözcük hazinelerini bu dönemde biriktiriyor.
Zihinsel yetkinliği; akıl yürütme, problem çözme yeteneklerini, ahlak
değerlerini bu dönemde kazanıyor. Bu gerçekliğin ve gerekliliğin nedenleri
üzerine çok yazılar, kitaplar yazıldı, konferanslar yapıldı , yapılıyor. Radyolarda,
TV’lerde konuşuluyor. İlgili bilim insanlarının, eğitimcilerin ittifakla kabul
ettikleri bir gerçek bunlar. O nedenle OECD, ülkelerin eğitim kalitelerini
ölçen testleri (PISA) temel (çocukluk)
eğitimini bitiren 14/15 yaş grubu çocuklar üzerinde yapıyor, ona göre ülkelerin
eğitim kalitelerini değerlendiriyor. Bizim bu testlerde hangi sıralarda
olduğumuz malum. (Biz bu köşede yayında olan “PISA test test raporları ve
yerlerde sürünen milli eğitimizi -1,2 3 “ başlıklı yazılarımızda “Temel Eğitim”
hal-i pür melalini sergilemeye çalıştık) Çocukluk dönemi eğitiminin önemi konusunda
kapsamlı, ve kolay okunacak bir kitap olarak Prof. Dr. Selçuk Şirin’in
“YETİŞİN ÇOCUKLAR / Bebeklikten ergenliğe çocuk yetiştirme kılavuzu” adlı
kitabını öneririm. Bu kitaptan bir bölümü, önerdiğimiz planın sonunda okuma
parçası olarak veriyorum. (Ek-1)
AKP’nin eğitim alanında yaptığı
tahribatın bertaraf edilmesi, yeniden eğitimin bütün kademelerinin (Temel
Eğitim, Orta öğretim, yüksek öğrenim ) bilimsel, laik, demokratik esaslara göre
düzenlenmesi, müfredatın ve eğitim materyalleri içeriklerinin bu prensibe göre yeniden
hazırlanması önümüzdeki dönemin Cumhuriyetçi Hükümetleri için en önemli görev
olarak duruyor. Biz bu çalışmamızda aynı derecede önemli olan, çocuklarımızın
okula erişim sorunlarına çözüm önerileri sunacağız. Bugün çocuklarımız ya
sabahın köründe kalkıp, kentlerde trafik keşmekeşi içinde AVM tarzı okullara
gidip dönmek için saatler harcamaktadırlar. Ders başı ve paydos saatlerinde,
okul önlerinde, Esenler otogarının
bayram başı ve sonlarındaki trafik keşmekeşi benzeri kaoslar yaşanmaktadır.
Teneffüslerde sıkış – tepiş koridorlarda çocuklar birbirleri ile bağırarak
konuşmak zorunda kalıyorlar. Kırsal kesimde ya taşımalı eğitim adı altında
çocuklar dağ bayır yollarında saatlerini harcamaktalar, veya aileler
çocuklarını sicili bozuk yurtlara vermek zorunda kalıyorlar. Özetle 4-15 yaş
grubu çocuklarımıza travmatik bir çocukluk yaşatıyoruz. Ailesinden ayrı,
mahalle arkadaşlığı yaşayamadan, sokakta oyun oynayamadan çocukluklarını
geçirmektedirler. Bu tür travmatik bir
çocukluk geçiren insanlarda,
başarısızlığın yanında, ilerde şiddet ve suç eğilimlerinin daha çok olduğu
bilimsel araştırmalarla saptanmıştır. Bir örnek olarak ünlü astronom Prof.
Carl Sagan’ın , COZMOS adlı eserinde bu tehlikeyi ele aldığı bölümde , ABD’da yapılan bir
araştırmayı aktarıyor. Bu bölümü, çalışmamızın sonunda Ek-2 okuma parçası olarak veriyoruz.
Bu bilgiler ve düşünceler
çerçevesinde YENİ TEMEL EĞİTİM OKULLAŞMA
MODELİ hangi kriterlere dayanmalıdır?
1-
TEMEL EĞİTİM KADEMESİ ( Ana Okulu + ilk öğretim)
tek kademe olmalıdır. Bütün aklı başında eğitim bilimcilerin, pedagogların,
psikologların ortak görüşü ve önerisi, AKP’nin getirdiği 4+4+4 yanlışlığı bırakılmalı,
eğitim kademeleri TEMEL EĞİTİM( Ana Okulu + kesintisiz 8 Yıllık İlköğretim) + 3
veya 4 yıllık orta öğretim ( Lise veya meslek lisesi ) + Yüksek öğrenim şeklinde
düzenlenmelidir. Bu konuda ekte bir okuma parçası veriyorum. (Ek-2
: Duayen psikiyatrist, hocaların hocası Prof. Dr. Özcan KökneL’in,” BİLGENİN
AYNASI / toplumsal Ruh Sağlığımız için tespitler” adı ile yayınlanan biyografik röportajından
eğitimle ilgili bölüm. )
2-
TEMEL EĞİTİM öğrencisi çocuklar; aileleri ile
birlikte oturarak 15-30 dakikalık yürüyüş mesafesinde, çok zorunlu hallerde
araçla, erişebilecekleri 8-12 derslikli
butik okullara kavuşmalılar. Ana Okulu ve ilköğretim öğrencilerinin aynı ana
yapı içinde, ayrı giriş ve çıkışları olacak şekilde düzenlenmiş okullar.
3-
Okul sadece bir bilgi aktarma yeri değildir.
Aynı zamanda çocuğun sosyalleşmesini sağlayacak bir ortam sunmalıdır. Yüzlerce
derslikli, binlerce öğrencili AVM tarzı okulların kaotik ortamı da 5-10
öğrencili (her sınıfa 1-2 öğrenci düşen) ıssız okullar da çocuğun sosyal
gelişmesine hizmet etmiyor. Arkadaşlık
bağları geliştirmesi, sözcük hazinesini zenginleştirmesi, sosyal faaliyetler, ekip çalışmaları, takım oyunları, takım
yarışmaları deneyimlerini yaşayabileceği
ortamlar sunmalı okul. Genç Cumhuriyetin eğitimcileri bu durumu dikkate
alarak ilkokullar için asgari öğrenci limiti belirlemişler. 8 öğrencinin
altındaki 5 yıllık ilkokullar kapatılıyor, öğretmen atanamıyordu. Kapanan köy ilkokullarının kapanış nedeni
siyasi-idari karardan çok bu nedene dayanıyor. Çarpık çok partili demokrasimizde bazı
karanlık zihniyetli iktidarların bunu fırsat olarak kullanmaları olasılığı da
bir gerçektir.
4-
Öğretmenlerin dağılımı : Ana okulu ve ilköğretim
okulu yöneticileri, sınıf öğretmenleri
okulun tam gün kadrolu elemanları olmalı, branş öğretmenleri ilçe milli
eğitim müdürlüklerinin veya kurulacak yeni bir koordinasyon biriminin
kadrosunda taşımalı olarak birden fazla temel eğitim okuluna hizmet
verebilmelidir. 7-8 yaşlarındaki çocukları servis araçlarında
süründüreceğimize, onlara travmatik bir çocukluk yaşatacağımıza, yetişkin öğretmenleri
dolaşımlı olarak görevlendirmek hem daha ekonomiktir, hem de daha sağlıklıdır.
5-
Diğer kriterler: Bu önerinin planlaması yapılırken geniş bir
uzman kadrosu, çok taraflı kurumsal yapıların, sosyal grupların temsilcileri çalışacaktır.
Onların da önerecekleri, öngöremediğimiz yeni kriterler de mutlaka olacaktır.
Bu kriterleri
karşılayacak bir TEMEL EĞİTİM OKULLAŞMASI uygulaması sosyo –ekonomik koşullara,
coğrafi özelliklere, yerleşmiş gelenek ve göreneklere bağlı olarak, farklı şekiller alacaktır. En
temel farklılık kent –kır ayrımında olacaktır. Şimdi bu iki sosyo-ekonomik yapı
için ayrı ayrı okullaşma modeli önerisini açıklayacağız.
KENTLERDE TEMEL EĞİTİM YENİ
OKULLAŞMA MODELİ
Yukarda
saydığımız 5 kriteri baz alarak kentlerdeki temel eğitim okullarını ana sınıfı veya sınıfları 8-12
derslikli, 50-150 öğrencili 8 yıllık Temel ilköğretim okulu olarak, saha
araştırması ile elde edilecek verilere göre; SİTE BAZINDA, SOKAK BAZINDA veya
ADA BAZINDA temel eğitim okulları kurulmalıdır.
Çocuklar, ana
caddelere çıkmadan, komşu arkadaşları ile kardeşleri ile, küçük yaşlarda
ebeveynleri veya büyük kardeşleri ile okula
gidip gelebilecekleri bir okula kavuşmalıdır. Böyle bir okullaşma eğitimin
kalitesini arttıracak, çocuklarımız mahalle arkadaşlıkları ile pekişmiş okul arkadaşlıkları
ile daha zengin bir sosyalleşme ortamına kavuşacaklardır. Arkasından ağıtlar
yaktığımız mahalle kültürümüz de belki yeniden canlanabilir. Çocuklarımıza
fiziksel, zihinsel, sosyal - duygusal gelişmeleri için daha sağlıklı bir ortam
sunmuş oluruz.
Böyle bir okullaşma
atılımının, kentlerden, eğitim kalitemizin yükselmesine ilaveten 4 önemli ilave yan faydası olacaktır:
Birincisi, temel eğitim çağındaki
çocukların kullandığı servis araçlarının tamamı olmasa bile önemli bir kısmı trafikten çıkacağı için kentlerdeki
kronikleşmiş ulaşım sorununa kısmi bir azalma getirecektir.
İkinci
olarak ; yeni temel eğitim okulları deprem veya benzer afetler
çıktığında Afet Sığınma Merkezleri ( AFS )olarak kullanılabilecek şekilde
tasarımlanarak, ACİL DURUM’larda kullanılabilir. Olmalı. Afet durumunda okullar belli bir süre kapalı olacak nasıl olsa. Yaşlıların,
hastaların, engellilerin ulaşamayacağı uzaklıktaki bir parkın köşesine konmuş,
senelerce kapısı açılmamış
konteynerlerin bir afet anında hiçbir fayda sağlamayacağı anlaşılmalıdır.
Ayrıca deprem anında insanlar birçok nedenlerle evlerinin yakınından
ayrılmıyorlar.
Üçüncü olarak; salgın hastalık
durumlarında; bulaş riskini azaltacağı gibi, karantina tedbirlerini kısmi
izolasyonlarla çözme imkanı sağlayacaktır. Çünkü karantina tedbirlerini
uygulamada en zor kontrol edilen nüfus kesimi çocuklardır. Son coronavirüs
salgını bu gerçeği de bize öğretti.
Dördüncüsü: Öğretmen ihtiyacımız
artacak, minibüs şoförü ihtiyacımız azalacaktır. İşsiz öğretmen gençlerimizi
istihdamı artacak, ilave olarak, daha az minibüs şoförü, daha çok öğretmen
yetiştirerek toplumumuzun eğitim düzeyi çıtasını da yükseltmiş olacağız.
Kentlerde bu
planın uygulanabilirliği önündeki en büyük güçlük veya engel kamu arsalarının yağmalanmış olması, arsa
bulma güçlüğüdür. Merkezi ve yerel
yönetimlerin birleşik iradesi ile oluşacak kamu gücü için bu engel aşılamayacak
bir engel değildir.
Türkiye’nin
önünde çözüm bekleyen devasa bir KENTSEL DÖNÜŞÜM sorunu var. Bu sorun
çözülürken Kentsel dönüşüm projelerinde Yeni Temel Eğitim okulları da projelere
uygun şekilde dağıtılmalı ve yerleştirilmelidir. Bu da bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.
KIRSAL KESİMDE TEMEL EĞİTİM YENİ OKULLAŞMA MODELİ
NOT: Eskiden kırsal kesimdeki
klasik köy tanımı hem sosyolojik bir birimi hem de idari bir birimi ifade
ediyordu. Son dönemde Bütün Şehir yasası kapsamına giren illerin köyleri,
sosyolojik olarak köy olmasına rağmen, idari olarak “mahalle” statüsüne
geçirildi. Biz bu çalışmamızda sosyolojik karaktere sadık kalarak hepsi için “
köy “ kavramını kullanıyoruz.
Eğitim politikaları ile kırsal
bölgelerdeki sosyo-ekonomik çöküş; neden
– sonuç – neden ilişkileri ile birbirini etkilemekte, biri diğerinin hem nedeni
hem sonucu olarak bir kısır döngü (fasit daire ) içinde birbirini yok
etmektedir. Bu özellik nedeni ile kırsal
kesimde temel eğitim için özel bir OKULLAŞMA proje hazırlanması gerekiyor.
1950’den başlayarak gerek kırdan kente
göç, gerek yurt dışına işçi göçü ile köyler genç nüfusu sürekli kaybetti. Buna bağlı olarak köy okullarında öğrenci
sayısı azaldı. Öğrenci sayısı belli bir miktarın altına düşünce mevzuat gereği
o okul kapanıyor, öğretmen atanmıyor. Okul kapanınca köyünde yeterli geçim olanakları
olan aileler de çocukların eğitimi için çaresiz kalıyorlar. Ya onlar da kent
merkezlerine taşınıyorlar veya 6-15 yaş grubu çocuklarını malum sicili bozuk
yurtlara vermek zorunda kalıyorlar, ya da Taşımalı Eğitim denen sisteme
bağlanıyorlar. Çocuklar, tıpkı kentlerdeki yaşdaşları gibi, günün 3-4 saatini
dağ- bayır yollarda geçiriyorlar. Ülkemiz için ileri bir adım olan Temel eğitimi 8 yıla çıkarılması, kırsal
kesimdeki eğitimin ve sosyo-ekonomik yapının çözülme sürecini daha da
hızlandıran olumsuz bir sonuç da üretmiştir.
Zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasından sonraki eğitimdeki yap bozlarla
kapanan köy okullarının sayısı 20000’e ulaştı. Yani kırsal kesimde
sosyo-ekonomik yaşam ile eğitim arasında neden – sonuç – neden şeklinde
döngüsel bir illiyet bağı var. Biri
diğerinin hem sonucu hem nedeni.
Kırsal kesimin sosyo – ekonomik
yaşamı aynı zamanda TARIMSAL ÜRETİM
KÜLTÜRÜNÜN de yaşamıdır. Tarımsal üretim
kültürünün yaşaması bir ülke için ekonomik, sosyal, kültürel zenginlik
olmasının yanında bir ulusal güvenlik sorunudur da. Bir ulusun ve devletin
ayakta kalabilmesi, bekası için GIDA
GÜVENLİĞİ en az silah kadar önemli bir faktördür. Bu da Tarımsal Üretim kültürünün yaşamasına bağlıdır.
Savaş halinde, bir ambargo halinde, uzun süreli ekonomik veya ekolojik
krizlerde market raflarındaki gıda
maddeleri tükenip, ithal yolları da kapanınca; kendi milli üretim kabiliyet ve
kapasiteleri ile karnını doyuramayan uluslar ayakta kalamazlar. Tarihte ve
günümüz dünyasında ders alınacak olumsuz ve olumlu birçok örnek vardır.
Tarımsal üretim kültürü bin
yılların birikimi olan bir kültürdür. Onu bir kere kaybederseniz geri kazanmak
imkansız denecek kadar zordur. Türkiye bu kültürel zenginliğini bütünüyle
kaybetmenin sınırındadır. Hayatında kazma –kürek tutmamış nesillerle bu kültürü
geri kazanamayız. Az çok eli kazma kürek tutmuş nesiller ayakta iken bu
hazineyi kurtarmak gerekiyor. Günümüzde
birçok gelişmiş ülke Tarımsal üretim kültürünü ayakta tutmak için özel
teşvikler uyguluyorlar. Örneğin Almanya, çiftçilerin sektörü terk etmelerini
önlemek için Enerji bitkileri üretimine
özel destek veriyor. Biyokütle ve biyogaz üretimi yolu ile elektrik
üreten santrallara destek fiyatları ile alım garantisi veriyor. Bundan 5-6 yıl önceki istatistiklere göre Almanya’daki bu
tür elektrik santrallarının sayısı 9000 idi. İsviçre köylülerine çiftliklerinin
başında üretimlerine ve yaşamlarına devam etmeleri için maaş veriyor.
Ülkemizdeki duruma bakarsak; ekonomist
Mahfi Eğilmez, NTV’deki günlük programlarından birinde ( 29.01.2016 )
aynen şöyle diyor. “ Türkiye’nin kır – kent demografik yapısı çok
bozuldu. İl ve İlçe merkezlerinde oturanların genel nüfusa oranı % 92. Çok kötü bir oran. Tarım ve
hayvancılığımızın gerileme nedenlerini başka yerde aramayalım. En büyük 3
kentin nüfus toplamının ülke nüfusuna oranı 1/3 …” Tabii burada kırsal
kesimdeki % 8 nüfusun büyük çoğunluğunun
üretim yeteneği tükenmiş yaşlı nüfus olduğunu dikkate alırsak, durum “çok
kötü”nün ötesinde vehamet derecesindedir. (Bir not; Mahfi Eğilmez uzun süredir
anti sosyal medya kanallarında artık konuşturulmuyor, aforoz edildi herhalde.
Günümüz medya dünyası için yeni atasözü gerekli hale geldi: Doğruyu söyleyen dokuz kanaldan kovulur.)
Sonuç olarak kırsal kesimdeki
temel eğitim örgütlenmesini ve tarımsal
üretim kültürünü yaşatma projesini birlikte ele alıp, eşgüdümlü bir planlama ve
uygulamaya ihtiyaç var. Türkiye’nin tarihinde ve Dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan bir
durum, hazır bir reçetesi yok. Köy Enstitüleri örneğinde olduğu gibi yaratıcı
düşünceye ve kamu girişimciliği tutkusuna ve çoşkusuna ihtiyaç var.
Önce çok sık tekrarlanan iki öneri hakkındaki
düşüncemi ifade edeyim. Köy Enstitülerini yeniden kurmak ve/veya kapanan köy ilkokullarını
yeniden açma hazır reçetelerinden söz ediyorum. Bunlar, bugünün köylüsüz kalan köylerinin derdine deva
olacak reçeteler değildir artık. Geçmişin zaruri doğruları idi. Bugün okul
öncesi eğitimin de müfredata girmesi ile; kurulacak temel eğitim okullarına (
ana sınıfı + 8 yıllık ilköğretim), anlamlı sayıda öğrenci verebilecek köy
sayısı benim kişisel tahminime göre %10 u geçmez. Tabii bunun için özel
araştırmalarla saptamalarının yapılması gerekiyor.
Kapanan köy ilkokulları; fiziki
olarak, okulöncesi eğitimin de müfredata girmesiyle ve 8 yıllık temel eğitim
uygulamasına uygun değildir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında nüfusun %80’i
köylerde oturuyordu. Köylerde okul da yoktu, köylere gönderecek öğretmen de
bulunamıyordu. Muhtelif denemeler yapıldı. Köy öretmeni okulları açıldı,
askerliğini erbaş olarak yapan köy çocuklarına 6 aylık kurs verilerek eğitmen
ünvanı ile 3 yıllık köy ilkokullarında okuma yazma öğretimi için görev
verildi Bu uygulamalara paralel olarak
da yerleşim yerlerinin nüfuslarına göre ve devletin imkanlarına göre okullaşma
planları yapıldı, muhtelif büyüklükte okullar yapıldı. 1940’da Köy Enstitüleri
kanununun çıkması ile ard arda kurulan enstitüler köy öğretmeni sorununa
başarılı bir çözüm getirdi, Enstitü mezunu birçok öretmen, ilk yıllar köylere
gittiklerinde camileri, köy odalarını veya köyün ileri gelenlerinin tahsis
ettikleri mekanları okul olarak kullandılar. Bugünün 50’li yaşların üstündeki
birçok köy çocuğu bu pratikleri
yaşamıştır, yaşamayanlar da Yeşilçam filmlerinde seyretmiştir. Bu denemelerden çıkarılan derslerle 05.01.1961
tarihinde kabul edilen 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile kır ve
kentlerdeki okullaşma hareketi yasal bir zemine kavuşmuştur. Kırsal kesimdeki
temel eğitim okullaşma sorunu o zaman da dönemin eğitimcilerini en çok
zorlayan, uğraştıran konu olmuştur. Bu kanunla kırsal kesimde muhtelif özel
uygulamalar gündeme getirilmiştir. Kanunun 9. maddesi şöyle diyor:
“çeşitli sebeplerle henüz bir ilkokul açılmamış birbirine yakın birkaç
köyün bulunduğu yerlerde veya evleri ve ev grupları dağınık olan köylerde
gündüzlü, yatılı, Pansiyonlu Bölge Okulları ve gezici okullar açılabilir ve
gezici öğretmenler görevlendirilir.”
222 sayılı Kanunun uygulama görevi Milli Eğitim Bakanlığına ve
Bayındırlık bakanlığına verilmiştir.
Burada 1966 yılında Forum
Dergisinin 1966 yılında yayınlanan 302, 303, 304, 305,306, 307 sayılarında dönemin
Bayındırlık Bakanlığı İmar İşleri daire reisi Sadettin Tuğrul Cemaligil’in
yazdığı “Eğitim Sorunlarımız”
başlıklı seri yazıları 1960’lar Türkiyesi’nin
ilk, orta, lise ve yüksek öğrenim seviyelerindeki okullaşma profilini
sunmaktadır. Bu yazılardan ilköğretim okullaşması ile ilgili iki tabloyu
aşağıda veriyorum. 1963 – 1967 yılları
ilkokullarının derslik sayılarına göre düzenlenmiş tablolar. Tablo-1’de görüldüğü
gibi söz konusu döneme ait ilkokulların ortalama derslik sayısı 2.37 – 2,43
aralığında.
Tablo -1: 1963-1967 yıllarına ait ilkokul sayısı, derslik sayısı, öğretmen ve öğrenci sayıları
Ders yılı İlkokul sayısı derslik sayısı öğretmen sayısı öğrenci sayısı
-1963-1964 27.829 66.143 80.831 3.622.340
1964 – 1965 29.444 70.217 85.437 3.830.281
1965 – 1966 30.681 74.056 90.471 4.000.068
1966 – 1967 32.000 78.000(tah 98.000 4.250.000
Tablo- 2’de 1960 yılındaki derslik sayılarına göre
ilkokullar listesi : 1 derslikli okul sayısı 1353, 2derslikli okul sayısı 690,3
derslikli okul sayısı 919, 4 derslikli okul sayısı 970, 5 derslikli okul sayısı
17.843, toplam okul sayısı 21.775, toplam derslik sayısı 98.345.
Tablo-2, 1960 yılına ait
ilkokulların sayılarını ve derslik sayılarını vermektedir. Son rakam (Toplam derslik sayısı ) tarafımızdan
hesaplanarak bulunmuştur. Bu sayı Tablo -1’ deki sayılarla çelişik gibi gözüküyor.
Sanırım dönemin istatistik verilerinin yetersizliğinden,
farklı kurumların verilerine dayanmasından kaynaklanmaktadır. Yazar da; yazısında,
dönem istatistiklerinin uyumsuzluğundan ve yetersizliğinden şikayet ediyor.
Farklı veriler de olsa şu gerçek açıkça görülüyor: 1940’lı, 50’li, 60’lı yıllarda
yapılan köy ilkokullarının bir çoğu, zorunlu okulöncesi eğitimin
uygulanabilmesi ve 8 yıllık kesintisiz
temel ilköğretim programının
uygulanmasına fiziken müsait değildir. Örneğin, ben ilkokulu 2 derslikli bir
okulda okudum (1953-58). İlk üç sınıf
bir derslikte, son iki sınıf diğer derslikte okuyordu, tek öğretmenimiz vardı
ve şu anda kapalı. Sonuç olarak yeni tip okullara, yeni bir okullaşma modeline ihtiyaç
vardır. Aynı zamanda bu proje kırsal kesimdeki sosyo-ekonomik hayatın yeniden
canlandırılması projesi ile eşgüdümlü olarak yürütülmelidir. Moda deyimle
entegre bir proje olmalıdır. Çünkü okulsuz köy insansızlaşıyor, insansız köy
okulsuzlaşıyor.
İnsanların köylerini terk edip şehirlere göç etmelerinin nedenleri bellidir. Sırasıyla bunlar EKONOMİK NEDENLER, EĞİTİM VE
SAĞLIK HİZMETLERİne erişim ve GÜVENLİK ihtiyacıdır. Eğitim, sağlık, güvenlik
gibi kamusal hizmetler, köylerin kolay
erişebileceği noktalara
götürülürse, ekonomik teşvikler ve
teknik destek de verilirse genç nüfusun boşalan köylere dönmesi sağlanabilir. Elimizde
iki önemli deneyim birikimi var. Birincisi yukarda belirttiğimiz ve
halen de yürürlükte olan 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun
uygulamalarından edindiğimiz deneyim
birikimi. Diğeri de 1970’lerde CHP programlarında dile
getirilen, 1999’da kurulan Anasol Hükümeti başbakanı Bülent Ecevit’in pilot uygulamalarını
başlattığı ama devamı getirilemeyen KÖYKENT PROJESİ. Değişen sosyo-ekonomik
koşulları da dikkate alarak bu iki deneyim birikiminin sentezi olan KÖYKENT
SİTESİ modeli içinde bu hizmetler ile
ekonomik destekler ve teşvikler birleştirilerek verilirse, çevresindeki köyleri
bir çekim merkezi haline getirebilir. Örneğin; 3- 5 köyün merkezi bir
bölgesinde veya köylerden uygun birinde kurulacak
aşağıda belirtilen kamusal hizmet ünitelerinden
oluşacak KÖYKENT SİTESİ (KÖYKENT MAHALLESİ veya KÖYKENT KAMU HİZMETLERİ
MAHALLESİ gibi isimler de verilebilir) hizmet verdiği köyleri çekim merkezi
haline getirebilir. Tarihimizde uygulaması olan BUCAK yönetim birimi yeniden
yürürlüğe konulabilir.
KÖYKENT SİTESİNDE KURULMASI ÖNGÖRÜLEN
KAMUSAL HİZMET ÜNİTELERİ:
-Temel eğitim okulu (Ana sınıfı +
8 yıllık Temel ilköğretim ). Her köyden ortalama yarım saatte erişilebilir
mesafede kurulmalıdır.
-sağlık ocağı veya aile hekimliği
(doktorlar , hemşireler, ilk yardım personeli, malzeme ve donanımları, ambulans
…)
-jandarma veya polis karakolu
-Tarım Bakanlığının il / ilçe
tarım müdürlüklerine bağlı, tarımsal teknik destek mühendislik bürosu, (Bugün
15000’in üzerinde işsiz veya meslek dışı alanlarda çalışan ziraat mühendisimiz
var. öğretmenlere arıcılık, hayvancılık, bağcılık , bahçecilik öğretmemize
gerek yok, onlar pedagoji, psikoloji alanlarında ve branşlarında
yetkinleşsinler. ),
- Eğitim, sağlık, güvenlik ve
diğer kamu görevlileri için lojmanlar,
- Kırsal Kalkınma Kooperatifi ve kooperatife ait sosyal bina ( Kooperatif
yönetim ofisi, kooperatifin işleteceği market, kafe, mütevazi bir kütüphane-okuma
- konferans – gösteri salonu; yani butik
tarzda mütevazi bir kültür merkezi ). Bugün yaşı ilerlemiş aydınlarımızdan
birçok kişi kitaplarını güvenle verebilecekleri
kurumlar arıyorlar,
– Spor salonu ve/veya sahası,
- Çocuk ve yetişkin parkı,
- Mescit veya makul büyüklükte
cami ve/veya cem evi ,
- Diğer, yerel özelliklere bağlı
gereksinmeleri karşılayacak yapılar,
- Yörenin doğası ile uyumlu bir
ağaçlandırma peyzaj. Bu da önemli, okulları şehirlerdeki okullardan daha cazip
hale getirebilir. Köylere dönüşü teşvik edici bir faktör olur.
Prensip olarak, köylerin dışında
kurulan köykent sitelerinin çevresinde başka yapılaşmaya müsaade edilmemelidir.
Köylüler köylerindeki evlerinde;
tarlalarının, bahçe ve bostanlarının, ağıllarının, ahırlarının başında yaşamalı
ve çalışmalıdır.
Köykent sitesinde görev alacak
kamu çalışanları, rızaları ile sitenin lojmanlarında oturmayı ve çocuklarını sitenin okulunda okutmayı kabul
etmelidir. Sitede çalışmayı bu
koşullarda cazip hale getirecek teşvik ve destekler verilmeli . Örneğin lojman
kirası alınmaması gibi. Köylere genç nüfus dönüşleri zamanla gerçekleşecektir.
Okulların sosyal görüntüsü de köyleri
çekici hale getirecektir. Bazı bölgelerde, muhtemelen okulun ilk
öğrencileri kamu görevlilerinin çocukları olacaktır.
Biz bunları düşünüyor, tasarlıyor
ve masa başında yazıp çiziyoruz da gerçek hayat buna nasıl tepki verecek, ne
cevap verecek ?? Esas can alıcı soru bu.
Bu projenin çok önemli iki temel amacı var. Birincisi, temel eğitimin kalitesini
çağdaş uygarlık seviyesine taşımak, çocuklarımızın en kritik gelişim çağında;
onlara sağlıklı bir gelişim ve eğitim ortamı sağlamak, en az zaman ve enerji
harcayarak okula erişimlerini sağlamaktır. İkincisi
de kırsal kesimde genç nüfusunu kaybeden köylerimize, genç nüfusu çekmek,
köylerimizde sosyo-ekonomik hayatı, tarımsal üretim kültürünü yeniden canlandırmak
ve kır – kent nüfus dağılımını optimum bir demografik dengeye oturtmaktır. Bu
iki amaç birbirinin varoluş nedeni ve sonucudur. Temel eğitim okulu ve diğer
kamusal hizmetlere erişimde zorluk yaşayan köylere genç nüfusu çekemeyiz. Genç
nüfusu olmayan köylerde kuracağımız okulların sürdürülebilirliği olmayacaktır.
Bu iki amacın gerçekleştirilmesinin ülkemize kazandıracağı ekonomik, sosyal,
kültürel zenginlik bunların sağlayacağı ulusal kalkınma ve güvenlik potansiyeli
herkesçe tartışmasız kabul edilecek gerçekliklerdir. Asıl sorun uygulanabilirliği ve
sürdürülebilirliği nasıl olacaktır?
Bu projenin uygulanabilirliğinin
ve sürdürülebilirliğinin gerek ve yeter koşullarını şöyle sıralayabiliriz.
1-
Kurumsal
sahiplenme. Devletin, parlamentonun,
hükümetin, ilgili bakanlıkların (MEB. Tarım-Orman Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, İçişleri
bakanlığı, Ticaret bakanlığı …vs.) ve yerel yönetimlerin enerjik bir şekilde
sahip çıkması, işin başlangıç enerjisi olacaktır. Bunun için de bu kurumları
yöneten ve yönetmeye aday siyasi partilerin sahiplenmesi birinci derecede ö
nemli faktördür.
2-
Toplumsal sahiplenme . Kentlerdeki köy kökenli genç nüfusun
projeyi benimsemesi, ikinci önemli başarı etkeni olacaktır. Boşalan köylere
yeni genç nüfusun dönüşü ile köylerde sosyo-ekonomik yaşam ve tarımsal üretim
kültür yeniden canlanacak, açılan okulların yaşam kaynağı olacaktır. Bu
gerçekleşmezse, proje anlamsız hale gelecektir.
3-
Eğitim
camiasının sahiplenmesi: Bu projeyi hayata uygulayacak olan eğitim
emekçilerinin sahiplenmesi, başarı şartlarından biridir. Hem uygulama hem de
projenin kamuoyuna tanıtımında etkin
rolleri olacaktır.
4-
Ulusal
kamuoyunun sahiplenmesi ve politik karar mekanizmalarının sürekliliği. Projenin
ulusal bir dava, partiler üstü bir dava olması için hayatın her alanında her
türlü iletişim aracı kullanılarak, tanıtım kampanyaları yürütülmeli, başarılı örnekler tanıtılmalı,
kırsal kesimde gerçekleşecek ve/veya gerçekleşen yaşam kalitesi her fırsatta
vurgulanmalıdır. Bu suretle politik karar mercilerindeki değişimlerden projenin
olumsuz etkilenmesi kamuoyu baskısı ile engellenmelidir. Başarının gerek
şartlarından biri de, projeyi sahiplenmenin sürekliliğidir. Projenin anayasal
koruma altına alınması da süreklilik için bir araç olabilir. Çocukların
fiziksel, sosyal, zihinsel, psikolojik gelişimlerinin, bilimin öngördüğü,
yasayla belirlenen koşullarda, devlet tarafından sağlanması, BM uluslararası
Çocuk Hakları Sözleşmesine dayanan bir
TEMEL İNSAN HAKKI olarak, anayasal teminat altına alınması gündeme alınmalıdır.
6- Atılacak ilk adım da projenin başarısı ve sürekliliği için önemli faktörlerden
biridir. Bu tür çok sayıda kurumun
katkı ve katılımlarını gerektiren, geniş
kitleleri ilgilendiren çok yönlü (sosyal, ekonomik, kültürel, sağlık, güvenlik
) projelerin hayata geçirilmesi çok zordur ve başarı garantisini kimse veremez.
O nedenle bu nitelikteki projeler önce pilot uygulamalarla başlatılır. Bu
uygulamalarda elde edilen veriler dikkate alınarak, projenin devamına ilişkin
kararlar verilir. Bizim eğitim tarihimizdeki KÖY ENSTİTÜLERİ uygulaması böyle
başlamıştır. 1937’de iki örnek , İzmir Kızılçullu ve Eskişehir Çifteler Köy
öğretmen okullarında pilot uygulama başlamıştır. Bu uygulamalarda, devletin ve
ilgili kurumların sahiplenme kararlılığı, köylülerimizin projeyi sahiplenmesi,
ilgi ve katılımı ile başarılı örnekler olunca, 1940’da Köy Enstitüleri Yasası
çıkarılarak bütün ülkede yaygınlaştırılmaya başlanmış, toplam 21 enstitü
kurulmuştur. Devamını eğitim tarihimizle ilgilenen herkes biliyor, burada bilinenleri
tekrarlamaya gerek yok. Ancak şunu vurgulamakta yarar var; köy enstitülerinin
kapatılması, yukarda 4. Maddede zikrettiğimiz, politik karar mekanizmalarının
sürekliliğinin ne kadar hayati öneme sahip olduğunu gösteren olumsuz
bir tarihsel örnek olarak ders alınması gereken deneyimdir.
7- NASIL
VE NEREDEN BAŞLAMALI ?:
Tüm kurumsal yapıların ve toplumsal tarafların projeyi sahiplenmesi için; başta
eğitim camiası olmak üzere, genel kamuoyunun projeye sahip çıkması buna bağlı
olarak yönetici siyasi otorite merkezi olan ve/veya olacak olan siyasi partilerin
sahiplenmesi olmazsa olmaz şarttır.
Önce başta eğitim camiası olmak üzere ilgili kurumsal ve sosyal tarafların
uzmanları, akademisyenleri tarafından proje enine boyuna ele alınmalı, projenin
eğitim hayatımıza katacağı değer, ekonomik, sosyal, kültürel katkıları,
uygulama seçenekleri, sürdürülebilirliği tartışılmalı nihai bir model olarak
kamuoyuna sunulmalıdır. Konferanslar, paneller, basılı ve görsel yayınlar, kamuoyu
yoklamaları, özellikle kentlerdeki köy kökenli gençler üzerinde bilgilendirme ve
eğilim yoklamaları yaparak, şehirlerdeki hemşeri dernekleri ile de işbirliği
sağlanarak, projeyi her türlü iletişim kanalını kullanarak topluma ve siyasi
partilere tanıtmak, siyasi karar mercilerinin programlarına, seçim
bildirgelerine almalarını sağlamak, en önemli bir aşama olacaktır. Yürürlükteki
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi modelinde, parti hükümeti olmasa da gerek
partili Cumhurbaşkanı modeli, gerek geçmişten gelen Parlamenter hükümet
geleneği nedeniyle siyasi partilerin cumhurbaşkanı belirlemede etkinlikleri
devam ediyor. Siyasi iktidar otoritesinin sahiplenmesi ile Milli Eğitim
Bakanlığı’nın görevi başlıyor.
Yeterli kamuoyu desteği ve bunun
sonucu yeterli siyasi iradenin tecellisi ile projenin Hükümet programına girmesi işin en önemli aşamasıdır.
Bundan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevi başlar. Projenin sosyal,
ekonomik, kültürel, demografik, coğrafi özelliklere göre; ilgili tüm kurumsal
yapıların, sosyal tarafların, eğitimcilerin, ekonomistlerin, sosyologların katlımı
ile MEB’in organize edeceği bir Milli Eğitim Şurası ile uygulama planları ve
detayları enine boyuna değerlendirilmelidir.
Yukarda ifade ettiğimiz gibi işe
önce pilot uygulamalarla başlamak gerekir. Türkiye’nin değişik karakteristik
yöreleri belirlenerek 20-30 yörede Köykent siteleri kurulmalıdır. Projeyi
toplumun ilgili kesimlerinin sahiplenmesi için ilk uygulamaların başarılı
olması çok önemlidir. O nedenle; ön araştırmalarla, kamuoyu yoklamaları ile yer
tespiti yapılmalı çevre köylerin sahiplenmesi, özellikle köylerin kentlerdeki
genç nüfusunun, hemşeri derneklerinin sahiplenmede göstereceği istek ve
duyarlılık ölçülerek yer seçimi yapılmalıdır.
Kırsal kesimdeki köylerin
demografik yapısı da farklı. Issızlaşmamış, sosyo ekonomik hayatın canlı
olduğu, Temel Eğitim okuluna anlamlı sayıda öğrenci ( ana sınıfı + temel
ilköğretim ) verebilecek köyler (meskun
köyler) var. Bu köylerde okullar faaldir ve fiziki yapıları da yeni modele
cevap verebilir veya bazı tadilat ve ilavelere yeni ihtiyaca cevap verecek hale getirilebilir.
Köykent sitesi bu özelliklere sahip
köylerin içine kurulabilir. Yakın çevresindeki ıssızlaşmış köylerin (metruk
köyler) eğitim, sağlık ve güvenlik
ihtiyaçlarını karşılamak üzere gerekli yapılanma ve ulaşım ve iletişim ağı
kurulabilir.
Issızlaşmış (metruk)köylerin
bulunduğu bölgelerde daha farklı bir yerleşim modeli uygulamak gerekecektir.
3-5 köyün, kolay ve kısa yolla erişebileceği, meskun olmayan merkezi bir
bölgedeki kamu arazilerinde Köykent sitesi kurmak; uygulama hızını arttırır.
Meskun yerlerde kurmak, iki bakımdan işi zorlaştırır. Birincisi tapulu
arazilerde istimlak sorunu kaynaklı mevzuat engelleri çıkar. İkincisi de komşu
köyler arasında oldum olası bir rekabet, kıskançlık duyguları vardır. Köylerden
birinin içinde kurmaya teşebbüs edilirse her köy, Köykent sitesinin kendi
köyünde olmasını ister. Ayrıca köylerdeki üretim yapılan veya yapılacak olan
tarım arazilerini kullanmamak gerekir. Yeni okullaşma modelinin bir amacı da
kırsal kesimde tarımsal üretim kültürünü yeniden ayağa kaldırmaktır. Tarım
arazilerini de korumak gerekir. Köykent sitesinin kurulumuna eşzamanlı olarak
ilgili köyler ile Köykent sitesi arasındaki ulaşımı minimum zaman aralığına
indirecek karayolu ağı ile su, enerji ve iletişim alt yapısı inşa edilmelidir.
Bir Afrika atasözü “ taşı
delen suyun kuvveti değil damlaların sürekliliğidir.” diyor. Maalesef ülkemizde çok partili hayata
geçeli beri orta ve uzun vadeli planlar uygulanamamaktadır. Tarihimizde
hakkıyla uygulanan tek plan, tek parti döneminin 1932 – 1937 Birinci Beş Yıllık
sanayileşme planıdır. İkinci beş yıllık sanayileşme planı da hazırlanmış ancak
İkinci Dünya Savaşı nedeniyle uygulamaya geçilememiştir. 1960 sonrası Devlet
Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuş ve çok kapsamlı beşer yıllık planlar
hazırlanmıştır. Ancak bu planların ömürleri birer seçim dönemi ( 4 yıl) bile sürmemiştir. Gelecek seçimler
yaklaştıkça plan hedefleri kısa vadeli oy hesaplarına kurban edilmiştir. İkinci
Dünya Savaşı sonrası dönemde yıkılan, harabeye dönen Almanya’yı , Japonya’yı
ayağa kaldıran, onları birer süper güç haline getiren baş etken uzun vadeli
plan disiplini ile çalışmalarıdır. Keza savaş sonrası dönemde Türkiye’den çok
geri bir sosyo- ekonomik miras devralan, üstelik yabancı işgali ve iç savaş
yıkımı yaşayan Güney Kore, Çin Halk Cumhuriyeti de gene plan disiplini ile
çalışarak bizi sollamışlar, en gelişmiş ülkeler ligine yükselmişler, süper güç
haline gelmişlerdir. Önerdiğimiz TEMEL EĞİTİMDE YENİ OKULLAŞMA MODELİ de ancak
ulusal bir mutabakata ve ulusal mutabakata dayalı uzun vadeli planlama
disiplini ile çalışarak başarıya ulaşabilir. Plan ve planlama her eve lazım.
Devlete lazım, devletin kurumlarına lazım, siyasi partilere, sivile lazım,
askere lazım, şirketlere, sendikalara, ailelere lazım, velhasıl her eve lazım. Eğitime
ve böylesine geniş kapsamlı bir eğitim projesine hepsinden çok daha fazla
lazım.
AHMET AKKÜÇÜK / İstanbul , 14.04 2022
EK OKUMA PARÇALARI :
Ek-1 : Prof. Dr. Selçuk Şirin’in “ YETİŞİN ÇOCUKLAR / Bebeklikten Ergenliğe Çocuk Yetiştirme Klavuzu”
kitabından alıntı.
“Bebeklikten ergenliğe gelişim
Çocuk
yetiştirmenin detaylarına girmeden önce çocuk gelişimine dair genel bir bilimsel
çerçeve çizmek istiyorum. Çocuk yetiştirme dediğimizde aslında birbirini
destekleyen üç farklı gelişim alanında çocuklarımıza destek olmaktan
bahsediyoruz: Fiziksel gelişim, zihinsel ( ya da bilişsel ) gelişim ve sosyal –
duygusal gelişim. Çocuk yetiştirme, bir yetişkinlerin tutum, eylem ve
inançlarının tamamını kapsıyor. Anne ,
baba ya da eğitimci olarak bu üç alanda çocuklarımızın sağlıklı, başarılı ve
mutlu birer birey olması için çaba harcıyoruz. Şimdi gelin bu alanları tek tek
gözden geçirelim.
“Fiziki
gelişim” adı üstünde çocuğun fiziksel olarak sağlıklı bir şekilde doğum
öncesinden başlayarak gelişimini kapsıyor. Genetik etkenler burada ciddi rol
oynuyor, ama çevresel faktörler de belirleyici. Çevrenin etkisi doğum öncesi
dönemde annenin huzuru ve sağlığından başlıyor. Doğumla birlikte beslenme
alışkanlıklarının etkisinin yanına çocuğun ihtiyaç halinde sağlık hizmetlerine
ulaşma durumu da onun fiziksel gelişimini etkiliyor. Özellikle çocukların
fiziksel gelişim sürecinde olası gecikmelerin zamanında fark edilerek uzman müdahalesinin
yapılması önemli. Bu anlamada okulöncesi dönemde düzenli doktor ziyareti ve aşı
takviminin takip edilmesi ve aynı şekilde ergenliğe geçiş döneminde çocukların
doğru yönlendirilmesi bu alanda ebeveynlere düşen en önemli görevler. Ayrıca
fiziksel gelişim bakımından son yıllarda en çok gündeme gelen konuların başında
obezite yer alıyor. Bu yüzden anne babalara ve eğitimcilere sağlıklı beslenme
alışkanlıklarının erken yaşta kazanılması ve aynı şekilde düzenli fiziksel
aktivite için fırsatlar verilmesi ve teşvikler yapılması kritik bir öneme
sahip.
Zihinsel
ya da daha akademik şekilde söylersem bilişsel (cognitive ) gelişim, hem beyin
gelişimini hem de bilişsel, yani algı ve bilgi işlem becerilerini kapsıyor.
Okula hazırlıktan akademik başarıya ve oradan yetişkin yaşamında ekonomik ve
sosyal konuma kadar pek çok alanda derin sonuçları olan bir gelişim
kategorisinden söz ediyorum. Pek çok gelişim alanı gibi zihinsel gelişimin
kritik evresi de “okulöncesi dönem” yani kabaca 0-6 yaşa arası dönemdir. Hatta
yan sayfadaki grafikten de göreceğiniz gibi beyin gelişimin yüzde 90’ı ilk üç
yılda tamamlanıyor. Başka hiçbir gelişim döneminde bu dönemde olduğu kadar
hayati öneme sahip zihinsel gelişim gerçekleşmiyor. Son yıllarda bilimsel
araştırma tekniklerindeki ilerlemeler sayesinde öğreniyoruz ki bizim sonraki yıllarda fark ettiğimiz pek
çok zihin sel beceri bu ilk yıllarda ortaya çıkıyor. Zihinsel gelişimi önemli
kılan sebeplerin başında elbette okulda başarı geliyor. Zira okulöncesi dönemde
zihinsel gelişim doğru bir şekilde desteklenmiş bir çocuk okula daha hazır
geliyor. Okula daha hazır gelen çocuk eğitim hayatını başarı ile yürütüyor ve
modern dünyada yetişkinler açılan pek çok fırsata ulaşma hakkı kazanıyor.
“yan sayfadaki grafik” :
Çocuklarda zihinsel gelişimin yaşa göre ilerlemesi
Fiziksel gelişimden söz derken
çevresel faktörlerin varlığının altını çizip vurguyu genetik ve biyolojik
faktörlere yapmıştım. Zihinsel gelişim için tersini söylemek daha doğru olacak.
Genetik faktörler elbette var ve önemli, ama bir nevi başlangıç mayası görevi
görüyor. Potansiyel olmadan gelişim sekteye uğrayabiliyor, am asıl önemli olan o potansiyelin nasıl değerlendirildiği
ki bu da tamamen çevresel faktörlere bağlı. Çevre mi yoksa genetik mi
tartışmasına bir sonraki bölümde, Bill Gates ve benzeri dâhilerin (!) hikayesi üzerinden tekrar döneceğim için
burada bu konuya girmiyorum. Ancak şu kadarı önemli: Eğer çocuğunuzun zihinsel
potansiyeline ilk yıllarda gereken yatırımı yapmazsanız, sonraki yıllarda bunun
telafisi çok zor oluyor. Bu dönemde ebeveynlerin ne yapıp ettiği insani gelişim
için çok önemli sonuçlar ortaya çıkarıyor. İşte bütün bu nedenlerle bizlerin
çocuklarımıza bu alanda nasıl katkıda bulunacağımız sorusunu kitabın bir
sonraki bölümünde ayrıntılı olarak ele alacağız.
Çocuk
gelişimin üçüncü boyutu duygusal ve sosyal gelişim. Bu alan çocukların sağlıklı
bir şekilde önce en yakınındaki anne ve babaya bağlanmasını, sonra çevreleri
ile yetkin bir şekilde iletişim kurma becerilerini kapsıyor. Diğer alanlarda
olduğu gibi doğumla başlayan duygusal gelişim, okul yılları ve ergenlik
döneminde sosyal gelişimin de altyapısını oluşturuyor. Son yıllarda yapılan araştırmalar, duygusal
gelişimin de kritik bir dönemi olduğunu, ilk yıllarda annesiyle ya da bir başka
yakınıyla güvene dayalı bir bağ kuramamış çocukların ileriki yıllarda bu
ihtiyacı zor kapattığını gösteriyor. Araştırmaların biraz da bizi şaşırtan bir
başka sonucu daha var: Duygusal gelişim
zihinsel gelişim de anahtarı. Duygu yönetimi (emotion regulation) ve yönetsel
fonksiyonlar (executive function) diye birbirine bağlı iki yeni kavramı
önümüzdeki dönemde çok daha fazla duyacağız. Bu kavramların ilki duyguların
doğru bir şekilde düzenlenmesini, ikincisi de zihinsel fonksiyonları ustalıkla
kullanmayı ifade ediyor. Bu çığır açan araştırmalardan öğreniyoruz ki
duygularını kontrol et etme becerisi gelişmemiş çocuklar zihinsel
potansiyellerini açığa çıkarmakta çok güçlük çekiyorlar. Bir başka ifadeyle,
örneğin hayal kırıklığını bastıramayan, öfkesini kontrol edemeyen çocuk,
duygularını gerektiği gibi düzenleyemediği zaman hem arkadaşları ve
yetişkinlerle ilişkilerinde sorun yaşıyor, hem de kendi zihinsel becerilerini
odaklanması gereken noktaya odaklayamıyor. Bu iki kavramın başta okula hazırlık
seviyesi olmak üzere uzun süreli kalıcı etkileri olduğunu ileriki bölümlerde
tekrar göreceğiz. Ancak şu kadarını söyleyeyim: Ebeveynlerin çocuklarına
katacağı en önemli erken kazanımlardan biri, çocukların duygularını tanımaları
ve bu duyguları daha etkin bir şekilde düzenlemelerini sağlamak olacaktır.
Yukarda üç gelişim alanını her ne kadar ben burada ayrı ayrı
anlattıysam da bu üç alan birbiriyle oldukça girift bir ilişkiye sahip. Bir
alanda olan başka bir alanı doğrudan ve dolaylı olarak etkiliyor. Fiziksel
gelişiminde sıkıntılar yaşayan çocuk, bunu duygularına ve sosyal ilişkilerine
yansıtıyor ve süreç ister istemez zihinsel becerilerini etkin bir şekilde
kullanmasına engel oluyor. Aynı şekilde duygusal ve sosyal anlamda sıkıntılar
yaşayan çocuk, gelişimin kritik olduğu geçiş dönemlerinde fiziksel
etkinliklerden uzak kalabiliyor ya da sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanmakta
sıkıntı çekebiliyor ve elbette bütün bu süreçler çocuğun odaklanma sorunu
yaşamasına, örneğin okulda uyum sıkıntısı yaşamasına sebep olabiliyor. Dolayısıyla
biz yetişkinlere düşen görev, bu alanların her birini ayrı ayrı önemsememek.
“Ben çocuğun okulda başarısına bakarım, sosyal gelişim, duygusal gelişim ikinci
planda” derseniz, kısa vadede olmazsa da uzun vadede bunun faturası muhakkak
çıkıyor.“
EK OKUMA
PARÇALARI:
EK-2 : Prof. Dr. KARL SAGAN ‘ın KOZMOS
kitabından bir alıntı (Altın Kitaplar
yayınevi)
Travmatik bir çocukluk geçiren insanlarda ilerde şiddet ve suç eğilimlerinin
daha çok olduğu bilimsel araştırmalarla saptanmıştır. Ünlü astronom Prof. Carl
Sagan , COZMOS adlı eserinde bu tehlikeyi şöyle ifade ediyor .
“ …Memelilerin özellikleri arasında olan burun ve ağız
sürterek sevişmek, öpüşmek, okşamak, çiftleşmek, yavruları sevmek,
sürüngenlerde rastlanmayan özelliklerdir………………………………………… . … anne baba şefkatinin memelilerden aldığımız
yapımızı geliştireceğini ve anne baba tarafından fiziksel olarak sevgi
gösterilmemesi halinde, sürüngenlerden aldığımız özelliklerimizin
dürtüleneceğini beklemeliyiz … Harry ve
Margaret Harlow’un laboratuar deneyleri fiziksel sevgiden uzaklaştırılmış
durumda kafeslerde yetişen maymunların, arkadaşlarını görüp duyabilme ve
koklayabilmelerine karşın, içlerine kapanık, kederli, kendilerine eziyet edici
ve genellikle anormal karakterli oldukları saptanmıştır. İnsanlarda da aynı
durum söz konusudur. Nitekim anne babanın fiziksel sevgisinden uzak olarak
genellikle bakımevlerinde yetişen çocuklarda bu durum görülüyor. Çocukların
buralarda acı çektikleri açıkça ortada.
Nöro
– psikolog James Prescout sanayi-öncesi 400
toplulukta yaptığı incelemelerde, fiziksel sevgiye yer veren kültürlerde
yetişen çocukların şiddet eğilimli olmadıklarını görmüştür. ……… …………….
Prescot’ın kanısınca, bireyleri yaşamlarının
en azından bir ya da iki kritik dönemlerinde, başka bir deyişle,
çocukluklarında ya da erginlik yaşlarında bedensel sevgiden yoksun bırakan
kültürlerde şiddete yataklık eden bir ortam gelişiyor. Fiziksel sevgi
gösterilen kültürlerde hırsızlık, kitlesel din örgütlenmeleri ve kıskançlık
tohumu taşıyan zenginlik gösterisine rastlanmamaktadır. Çocukların dövüldüğü
yerde kölelik, cinayet, düşmanları sakatlama, işkence , kadınları hor görme ve
günlük yaşama olağanüstü varlıkların müdahale ettikleri inancı hüküm
sürmektedir… “
7-15
Yaş grubu çocukların kaldığı yurtlarda, maruz kaldıkları şiddet, cinsel saldırı
vakalarını, servis minibüs mafya çetelerinin çatışmaları arasında kalmalarını,
biraz da bu gözle değerlendirmek gerekiyor.
Geleceğe ruhen sakatlanmış nesiller yetiştiriyoruz. FETÖ’ye, El
Kaide’ye, DAEŞ’e militan ham maddesi üretiyoruz. Bu nedenle kentlerde ve kırsal
kesimde mutlaka yeni OKULLAŞMA PLANLARI
yapılmalı ve uygulanmalıdır. (Ahmet Akküçük)
Ek-3 : Duayen psikiyatrist, hocaların hocası Prof.
Dr. Özcan Köknel,” BİLGENİN AYNASI / toplumsal Ruh Sağlığımız için
tespitler” adı ile yayınlanan biyografik
röportajından bir alıntı pasaj. (HAYYKİTAP yayınevi )
“Soru: Söyledikleriniz bir yönüyle eğitim sistemindeki
sorunların yansıması, ancak bizim eğitim sistemimiz yamalı değil mi?
Cevap : Özcan Köknel
“Türkiye’de uygulanan eğitim
sistemi doğru değil. Çocuğun gelişimine katkı sağlayan bir sistem değil.
Çocuğun
soyut kavramları anlayabilmesi için yedi yaşına gelmesi gerekiyor. Sadece bu
basit bilgiye sahip eğitimci sayısı bile emin olun çok azdır. Türkiye’de bir
ruh sağlığı planı da yok. Daha önce Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte hazırlanan
plan vardı, ancak ne yazık ki uygulanamadı. Oysa bugün mutlaka bir ruh sağlığı
planının olması gerekiyor. İnsanların mutlu, huzurlu olabilmeleri ve ruhsal
sorunlardan , ruhsal hastalıklardan kendilerini koruyabilmeleri için neler
yapabileceklerini bilmeleri gerekir. İnsanları bilgilendirecek, çalışmalar
yapacak bir uzman topluluğu ile toplum
ruhsal sağlığı üzerine çalışmalar yapılmalı.
Okul
deyince sadece Kalıplaşmış derslerin anlatıldığı gerçek dışı, soyut yer algısı
var. Mesele sadece iyi bir üniversiteye kapağı atmak olmamalı. Genç
üniversiteyi bitirmiş ama işsiz… Atama bekliyor atanamıyor… Bu insanlar ister
istemez kendilerini tehdit altında hissediyor.
Bu nedenle toplumsal çözümlerin bulunması şart. İstediğiniz kadar psikiyatri
uzmanına gidin, belki ilaç kullanarak kaygılarınızı azaltabilirsiniz, ancak
nedenleri ortadan kaldırmadan, ortak çözüm bulmadan tüm tedaviler geçici bir
yöntem olarak kalır. İlgi ve sevgi insan insana ilişkinin özüdür. Ancak ilgi ve
sevginin sözle değil duygu, düşünce, tutum, davranış, eylem ile yansıtılması
gerekir. İlgi ve sevgiyi yansıtan kavramlar bütün insanlara, özellikle çocuklara,
gençlere mutluluk verir. Dokunma, belki de en önemlisi. Çözümün anahtarlarından
birisi de sevmek. İnsanı sevmek, doğayı sevmek, hayatı sevmek gerekiyor. Bizim
toplumumuz insana değer vermiyor.
Eğitim
dünyası, tüm saydığım neden-sonuç ilişkisini ortay koyup çözüm bulacak kurum
olması gerekirken, sistem siyasilerin ideolojik kodlarına göre şekilleniyor. Benim açımdan meselenin
birincil ve en önemli basamağı ailelerin davranış biçimleri. Bilgili, ilgili
ailede ebeveyn, çocuklarının çoğulcu ve duygusal zekasına, becerisine,
yetisine, yeteneğine göre ilişki kurar. Duygularını, düşüncelerini, sorunlarını
anlayışla dinleyip paylaşır. Özgür ve özerk davranmasına, sorumluluk
yüklenmesine olanak tanır. Ataerkil, erkek egemen ailede bu saydıklarımın hiç
biri olmaz. Geleneksel kültürü sürdüren aileler zannediyor ve umuyorlar ki,
babanın otoritesiyle aile içinde her sorun halledilecek. Burada baba en büyük
yetkiyi elinde tutarken, çocuklarının bütün ilkelerini kendisi saptıyor.
Çocuğun genç olduğunu, büyüdüğünü, onun da duygusu, düşüncesi olduğunu kabul
etmiyor. Ekonomik ve fizik gücüyle zorbalık yapıyor. Ne var ki çocuk o ailenin
dışına çıktığında, babasından gelen bu baskıdan kurtulduğunda hiçbir ilke ve
kural tanımayan bir duruma geliyor. Dolayısıyla önce aile, sonra eğitim
sistemi. Bu ikisi ayrılmaz bir bütün olarak da görülebilir. 2012 yılında yasalaşan
4+4+4 yasasının birçok olumsuz etkisi oldu. 5 yaş çocuğu zihinsel, fiziksel,
sosyal ve psikolojik olarak ilkokula henüz hazır değildir. Çocuğun okul
eğitimine katılabilmesi için gerekli sosyal, duygusal, bilişsel, dil ve motor
becerilerinin gelişimi 6 yaştan (72 ay) önce tamamlanmaz. Çocukların bu gelişimlerini
tamamlamadan ilkokul 1. Sınıfa başlamaları ruh sağlığını pek çok yönden olumsuz
olarak etkiler. Aynı sınıfta 60-83 aylara arasında yani aralarında yaklaşık 2
yıl fark olabilen çocuklar olacaktır. Bu durumda gelişimsel özellikler
açısından 72-83 aylık çocuklar doğal olarak 60-66 ay arasındakilere göre çok
önde olacak, onlardan daha hızlı öğrenecekler,
beklenenleri daha kolay yerine getireceklerdir. 60-66 aylardakiler bu
durumda zorunlu olarak sınıfın daha başarısız ve geriden gelen grubunu oluşturacaktır.
Eğitim ve öğretim sorununun çözümü için, ilk ve orta öğretimin çocuğun ve
gencin bilişsel gelişimine uygun olarak düzenlenmeli. 4+4+4 sistemi
kaldırılarak, 8 yıllık kesintisiz eğitim-öğretim
sistemine dönülmeli. Azalmakta olan lise sayısının artması için yatırım yapılmalı;
üç ya da dört yıllık örgün lise sistemi zorunlu olmalı. “
Yazan, derleyen, düzenleyen : AHMET AKKÜÇÜK / İstanbul ,
14.04.2022
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 18.04.2022 09:39:51 / Okunma = 23617