Cumhuriyet Halk Partisi’nin önümüzdeki yerel seçimde en güçlü kozlarından olan Edirne Belediye Başkan Aday Adayı Nurhan Işıkseren’i evinde ziyaret ederek CHP’de erken başlayan aday adaylığı sürecine ilişkin düşüncelerini aldık .
Röportaj öncesi somut projelerinden söz etmeyi daha sonraki söyleşilere bırakmak istediğini kaydeden Işıkseren ülkemizde demokrasi kültürünün gelişmesinin koşullarının yerel, ulusal, küresel koşullarla ilişkisini ortaya koyarak, konuyu CHP’nin uyguladığı yöntem, parti dinamikler, demokrasi ve AKp uygulamaları açısından ele aldı.
Edirne’nin önceki belediye başkanlarından merhum Burhan Işıkseren’in oğlu Yüksek Kimya Mühendisi Dr. Nurhan Işıkseren, CHP’nin, Edirne’deki rakiplerine karşı en güçlü siyasi kozu olarak gösteriliyor. Edirne’de siyasi gündemi yakından takip eden kesimler de, Işıkseren’in seçim yarışında özellikle AKP’nin çeşitli kanallardan empoze etmeye başladığı siyasi projelerine yanıt verecek en güçlü aday olduğunu konuşuyor.
Işıkseren, Edirnelilerin bu konudaki görüşlerinin oluşması ve olgunlaşmasında ilk adımı, aday adaylığını açıklamadan önce sivil toplum kuruluşlarına yaptığı ziyaretlerle attı. Çeşitli kesimlerin bazını tutan ve ileride açıklamayı düşündüğü projeleri için veriler elde eden Işıkseren’le sohpetimizi sıcak bir Ağustos gününde Edirne Sarıcapaşa Mahallesindeki evinde gerçekleştirdik. İşte o söyleşiden satır başları :
"Sayın Işıkseren CHP’de kesin aday belirlemede partiniz bu dönem farklı bir yöntem uyguluyor. Bunun nedenleri sizce nedir ve konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?"
"Sayın Kalıpçınden, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ülkemizdeki demokrasi kültürünün gelişmesine dönük önemli bir iddiası var. Cumhuriyet Halk Partisi devrim niteliğinde bir dönüşümün, değişimin ülke yönetiminde zemin bulması için çaba gösteriyor. Bildiğiniz gibi artık temsili demokrasi yetersiz kalıyor. Yani yurttaşların temsil yetkisi verdiği siyasi partilerin uygulamada aldıkları yetikinin gereğini tam olarak yerine getiremediklerini görüyoruz. Çünkü, neo-liberal uygulamaların parlamentoyu etkisizleştiren bir yanı var. Devlet ve toplum yönetiminde söz sahibi siyasi erkin küresel dünya düzenine göre hareket etmesi ve karar alması isteniyor. Bu da neo-liberal düzende oyun kurucu ve taşıyıcı rol oynayan küresel tekellerin ülkelerin parlamentolarını baskı altına almaları şeklinde kendini gösteriyor. Hükümetler yetki aldıkları halkı neredeyse unutarak parlamenter rejimin işlevini saf dışı bırakıyorlar. Kanun Hükmünde Kararnamelerle ülkeyi yönetmek olağan bir durummuş gibi algılanıyor. Yani ülke yönetimi bürokratik ve teknokratik uygulamalara indirgeniyor. Bu durumun iyi bir gidiş olmadığını en son Gezi protestolarında gördük. Artık halka danışmadan "Ben istediğimi yaparım. Siyasi gücümü toplumun demokratik haklarını hiçe sayarak bir baskı unsuruna dönüştürürüm Ve böylece halkın taleplerini yok sayan bir siyasi kültürü enjekte ederim" anlayışı bu bir dayatmadır. Ve görülmüştür ki halkımız bu dayatma karşısında tepksini ortaya koymuş, halkın bir bölümünün temsil yetkisini alıp onu ülkede bir tahakküm aracına dönüştüren siyaset anlayışının kabul edilemez olduğunu AKP iktidarına göstermiştir. Demem o dur ki temsili demokrasi bu iktidar döneminde iyice işlevini yitirmiştir. İşte tam bu noktada yukarıda değindiğim gibi Cumhuriyet Halk Partisi’nin günümüzde katılımcı ve çoğulcu demokrasinin giderek önem kazandığını ortaya koyan çıkışı üzerinde duralım. AKP’nin demokrasiyi sandık demokrasisine indirgeyen anlayışına karşı Cumhuriyet Halk Partisi ülkemizde katılımcı ve çoğulcu demokrasinin zemin kazanması için mücadele etmektedir. Temsili demokrasiyi işlevsiz kılan parlamentoyu neredeyse saf dışı bırakan neo-liberal ideolojinin temsilcisi AKP karşısında, sosyal demokrat Cumhuriyet Halk Partisi, ülkenin halkın talepleri doğrultusunda ancak katılımcı ve çoğulcu demokrasiyle yönetilebileceği iddiasını ortaya koymaktadır. İsterseniz başta sorduğunuz sorulara buradan hareketle girelim."
"Evet, yerel seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu siyasi duruşu ne anlam ifade etmektedir?"
"Sayın Kalıpçinden, demokrasi yerelde gelişir. Yerel yönetimler, katılımcı demokrasi pratiklerini geliştiren alanlardır. Cumhuriyet Halk Partisi, katılımcı demokrasiye verdiği öne-mi yerel yönetim seçim-lerinden 8 ay önce aday adaylarının ortaya çıka-rak kendilerini bulun-dukları bölgelerde halka anlatmalarını istemesinin özünde de ülkemizde demokrasi kültürünün ge- lişmesine verdiği önemin açık bir göstergesidir.
Bir partinin içinde demokrasi yoksa ülkeyi demokratik koşullarda yönetmesini beklememek gerekir. AKP, liderin iki dudağı arasında yönetilen gerçek demokrasiden uzak bir partidir. Bunu AKP’nin adaylarının belirleniş şeklinde de görüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi ise, sayın Kılıçdaroğlu dönemi ile birlikte örgüt yapısını daha demokratik bir işleyişe kavuşturacak ciddi adımlar atmıştır. Bu adımlardan biri de, değindiğim gibi, aday adaylarının 8 ay öncesinde ortaya çıkmasını uygun görmüş olmasıdır. Bir partide iç işleyiş ne kadar demokratik olursa, insan kaynakları da o kadar gelişir. Bunu da Edirne’de yerel seçimlere katılmak üzere başvuran aday adayı sayısında görüyoruz. Bildiğiniz gibi şu anda Edirne CHP örgütünde aday adaylık başvurusunda bulunmuş veya bulunacağını açıklayan altı aday adayı var. Bu demokrasi şölenidir. Cumhuriyet Halk Partisi, bu süreçten kendini yenileyerek yeni dinamikler yaratarak çıkacaktır. Eski ile yeni arasındaki yarışta yeninin kazanması Cumhuriyet Halk Partisi’nin ülke yönetiminde katılımcı ve çoğulcu demokrasi iddiasını güçlendirecektir."
"TÜRKİYE’NİN AKP İLE HUZUR BULMASI MÜMKÜN DEĞİL"
"Sayın Işıkseren, demek istiyorsunuz ki önümüzdeki yerel seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar yolunun açılması yerel seçimlerdeki başarısına endekslidir."
"Evet, bir bakıma öyledir. Eğer aday belirlemede Cumhuriyet Halk Partisi savunduğu değerleri benimsediğini kamuoyu önünde kanıtlarsa genel seçimlerde oylarını artıracak ve iktidara gelecektir. Türkiye’nin Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarına ihtiyacı olduğunu tartışmasız kabul etmekten yanayım. Çünkü her geçen gün AKP iktidarında Türkiye kan kaybetmekte, yönetilebilir olmaktan çıkmaktadır. Dış dinamiklere teslim olmuş bir AKP iktidarı ile bu ülkenin huzur bulması ve refaha ulaşması mümkün gözükmüyor. İktidarın son dönemlerdeki baskıcı politikaları bunu zaten çok açık gösteriyor. Demokrasinin iğdiş edilmesi özgürlük alanlarının ciddi boyutlarda daraltıldığı bir ülkede toplumsal barışı sürdürmek mümkün değildir. İnsanların yaşam alanlarına AKP iktidarı tarafından yapılan çok yönlü müdahalenin ülkede yarattığı gerginlik ve kutuplaşma herkesin malumudur. Hele Gezi protestoları sırasında iktidar partisinin takındığı tutum, ülkenin iç savaşa sürüklenmesine yol açacak kışkırtmaların önünü açtığını görmezden gelmeyiz. Eğer dini siyasete alet etmekten ülkenin dini referanslara göre yönetilmesi için adım adım devreye sokulan uygulamalardan AKP geri durmazsa Mısır örneğinde olduğu gibi ülkemizde sokak çatışmalarıyla başlayan ve iç savaşa sürüklenme riskini arttıran olaylarla karşılacağımız endişesini taşıyorum. Ortadoğu’da kanlı olaylar göstermiştir ki Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini teşkil eden değerler çok önemlidir. Çağdaş devlet yapımızda geri adım atılmasına bu ülkenin tahammülü yoktur. Birlik ve beraberlik içinde hoşgörüye dayalı bir toplum yapısının sürdürülebilir olması için yine Cumhuriyet’in değerlerinin ne denli önemli olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Neticede, barışık bir toplum yapısı olmadan bu ülkenin sağlıklı kalkınması, refahın yaygınlaşması beklenmemelidir. Bu da bizi yine başta söylediklerime götürüyor. Günümüzde temsili demokrasinin yetersiz kaldığı, mutlaka katılımcı demokrasi ile desteklenmesi, çoğulcu bir siyasal yönetim anlayışının ülkede hakim kılınmasının gerekli ve önemli olduğunu görüyoruz.
Sayın Işıkseren, bu sohbetimizde ülkemizde demokrasi kültürünün gelişmesinin koşullarının yerel, ulusal, küresel koşullarla ilişkisini ortaya koyduğunuzu düşünüyorum. Röportaj için teşekkür ediyorum.