Son günlerde ABD ve birkaç Batı Avrupa ülkesiyle yaşadığımız “diplomatik” olaylar, yani bizim devletin başka devletlerle elçilik - konsolosluk eliyle yürüttüğü ilişkiler ve vize gibi bürokratik işler, içinde dostlarımızın da yer aldığı çeşitli kesimlerce şöyle karşılanıyor:
“Medeni dünyadan kopuyoruz. Kopamayız!”
Ne demek medeni dünya?
***
Yaşamın penceresinden bakarsak, medeni dünya, belliki, günümüzdeki Kuzey Amerika ile Batı Avrupa. Amerika’yla Avrupa’nın hepsi değil. İsim isim sayılabilecek üç beş ülke. “Medeni dünyadan kopuyoruz” telaşı, esas olarak ABD ve AB (daha doğrusu bunun patronu olan birkaç ülke) ile eşitsiz, karşılıksız ilişkilerin sürdürülmesi isteği.
***
Buralar medeni dünya ise, demek ki dünyanın kalan diğer coğrafyaları gayrı-medeni dünya. Söz konusu olan dünyanın doğu coğrafyası ise “barbar”, güney coğrafyası söz konusu ise “vahşi”, birazı batıda birazı doğuda olan ‘sınır’ coğrafyaları söz konusuysa buralar da “geri” toplumlar dünyası...
Siyasal olarak konuşulursa, medeni dünyanın demokrasi geleneğine karşı, geride kalmış olanların despotluk alışkanlığı var. Toplumsal olarak konuşulursa, medeni dünyanın yüksek etik değerleri varken, öbürlerinin yükseğini bırak, adeta etik değerler boşluğu var. Gayrı-medeni dünyada yaşayanlar da biyolojik olarak insan elbette ama, insanlık erdemi içinde yer almıyorlar. Biri ak, öbürü kara.
***
Bu durumda medeni dünya, kendi dışındaki insanlara insanlık erdemini taşımak misyonuyla yüklü! Medeni dünya ‘bana ne’ diyebilir mi ki? Bu ona Tanrı tarafından verilmiş yada doğal olarak yüklenmiş kutsal bir misyon; haşa, yapmıyorum ne demek!
***
Medeni dünya’cılığın dinsel emirnameleri var. O emirleri devşirip zamanımıza taşıyanlar, “tarih felsefesi” yapanlar oldu. Zihinlere medeni dünya diktasını yerleştirenler, dünyanın ezici bir bölümünün o medeni dünya tarafından sömürgeleştirilip köleleştirilmesini meşru ilan edenler, bu alanın guruları.
Gökten inmiş insanlar olarak, eski yunana gökten inmiş saydıkları “gnothi seauton’ [kendini bil] emrini yerine getirdiklerine inandılar. Bu soruyu “insan-türü” ve insanlık için sorduklarını ilan ettiler. “Kendi özüm, kendi bilincim ne?” dediler; ama insanlığın değil kendi ait oldukları etnik/dinsel topluluğun özünden büyülendiler. Kendilerinin başkalarına göre üstünlüklerini sıralamaya koyuldular. Bir insanlık hiyerarşisi, kastlaşma yarattılar. İnsanlık için deyip, insanlığı kendileri ve diğerleri diye böldüler.
***
Ne var ki gün geldi, gayrı-medeni dedikleri dünya, bunların sorularını alıp, tastamam onların yaptığı gibi, kendi toplumları ve ulusları için sordu. İşte o zaman pazar karıştı. Türk, Rus, Fars, Arap, Hind, Çin, daha pek çok toplum, kendilerinin tarihteki “öz-bilinç”lerini tanımlayıp ortaya koyunca, çığlığı bastılar. Kendi gelişiminde iç dinamiklerin gücünü keşfedenlere çok ama çok kızdılar. Milliyetçilik! Şovenlik! Irkçılık! İnsanlığı bölen zihniyetler güruhu!
Oysa soru da, soruyu araştırma yöntemi de kendilerinindi! Bunların bir kısmı yüz yıldır, “soruyu bile kendiniz bulamadınız, bizden -medeni dünyadan- aldınız, sizi gidi kafasına düşünce uğramamış zihinler!” diye küfürler edip duruyorlar. Belge’nin 1994’te yayımladığı Alexandre Koyre adlı felsefecinin batıcılık, ulusçuluk, felsefe kitapçığına göz atın, görün.
***
Medeni tarih felsefecileri çok ama çok etkili oldular.
Okuduğunuz köşe yazarının “biz ne zaman adam oluruz” sorusu işte bu zihniyetin ürünüdür. “Biz kendi iç gücümüzle demokrasiyi bulamayız, AB’ye çıpa atalım” siyasetçileri de öyle... Şimdi “medeni dünyadan kopuyor, yalnız kalıyoruz” diye feveran eden arkadaşınız da...
***
Ne yalnızlığı? Koskocaman gayrı-medeni! dünyanın yaptığı gibi, biz de dünyanın tümüne açılıyoruz.
Bu, yine yeni bir zamanın şafağı
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 11.10.2017 00:00:00 / Okunma = 2274