16 yaşında bir lise öğrencisi iken millet hizmetine Milli
Mücadele meclisinde katiplik görevi ile başlamış, 8 yıl bu görevi sürdürmüştür.
Bu sürede Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1928 yılında bitirmiş, devlet
bursu ile İsviçre’de doktorasını yaparak 1934 yılında İstanbul Üniversitesi
Hukuk fakültesine girerek akademik hayat başlamıştır. 41 yıllık Üniversite
hocalığında, yetiştirdiği öğrencilerle hocaların hocası ünvanını kazanmıştır. Bu
süreçte 27 Mayıs 1960 Devrimi sürecinde anayasa çalışmalarında aktif görev
almış, İÜ Anayasa Bilim Komisyonu
üyeliği , Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu üyeliği görevlerini yürütmüştür. 1961
Anayasasının son redaksiyonunu da bizzat yapmıştır.
1943 yılında Cumhuriyet gazetesinde yazı hayatına başlamış
50 sürdürmüştür. Hukuk sorunları ve diğer sosyal siyasal konularda 20’nin
üzerinde eser bırakmıştır. Atatürk’ün büyük Nutkunu bugünkü dile uyarlayarak
(Söylev) 3 cilt olarak hazırlamış, Cumhuriyet Kitapları tarafından
yayınlanmıştır, bugüne kadar 55 baskı yapmıştır.
Milli Mücadele Meclisinde çalıştığı dönemlere ilişkin anı ve
gözlemlerini “ İlk Meclis – Milli Mücadele’de Anadolu “ adlı kitabında
toplamıştır. Bu kitaptan, kurtuluş ve kuruluş yıllarının atmosferini yansıtan
iki paragrafı aşağıda sunuyorum.
“ Ben meclisin ilk açıldığı gün olan 23 Nisan 1920’den 1
Ocak 1929 tarihine kadar her üç mecliste türlü görevlerde bulundum. Bunlar
Cumhuriyet tarihinin en ilginç ve en önemli meclisleridir: Birinci Meclis, (…)
’Milli Mücadele Meclisi’, İkinci Meclis ve Üçüncü Meclisler ise ‘Siyasal ve
toplumsal devrim meclisleri’dir. Bu nedenle hem Milli Mücadele’nin başından
sonuna değin bütün evrelerini hem de devrimlerin türlü aşamalarını onların
içinde yaşadım.”
Birinci Meclisin üyeleri ile ilgili gözlemleri :
“ Bunların kılıkları, giysileri,
yaşları, düşünsel düzeyleri ve görgüleri başka başka ve çok değişik; beyaz
sarıklı, ak sakallı, cüppeli, eli tesbihli hocalarla pırıl pırıl üniformalı
genç subaylar, yazma veya şal sarıklı aşiret beyleri, külahlı ağalar ve kavuklu
çelebilerle Avrupa’daki yüksek öğretimlerini bitirip yeni dönmüş, batı
kültürüyle yetişmiş, nokta bıyıklı, ‘Kuvayı Milliye’ kalpaklı gençler yan yana
oturuyorlar.“
Hıfzı Veldet hoca, ADD ‘nin kurucu üyesi aynı zamanda
onursal genel başkanıdır.
Hıfzı Veldet hoca, öğrencisi olan ve daha sonra üniversitede ve 1961 anayasasının yapımında çalışma arkadaşı, ADD’de mücadele arkadaşı ve kadim dostu Muammer Aksoy’un 1977 yılında yayınlanan SOYALİST ENTERNASYONAL VE CHP adli kitabına bir önsöz yazmıştır. Bu önsöz, bugün de güncelliğini koruyan Kemalizm ve Sosyal demokrasi sentezinin ufuk açıcı bir örneği olduğu için, okuyucularımızın dikkatine sunuyorum. Hocanın anısına sonsuz saygı ve sevgilerle.
Sosyalist
Enternasyonal Ve CHP kitabına ÖNSÖZ / yazan: Ord. Prof Dr. Hıfzı Veldet
Velidedeoğlu
“Yerleşmiş tanımıyla demokrasi , «halkın, halk tarafından, halk
için yönetilmesi»dir. Buradaki «halk» kavramı, belirli sınıf veya
zümreyi değil, köylüsü, kentlisi ile bütün halk yığınlarını içerir. Şu halde,
halkın, halk yararına, halk tarafından yönetimi demokrasinin bugün varmış
olduğu en üst aşamadır.
Bu aşamaya kolay ulaşılmamıştır.
Batı demokrasisinin kökeni, kaynağı sayılan «magna charta»dan,
yani yedi yüzyıldan beri, kimisi çok kanlı, yöntemlerle gerçekleşen devrimler,
halk yığınlarının kendi hak ve özgürlükleri ve devlet yönetimine katılmaları
uğrunda verdikleri sürekli savaşımlar sonucunda gerçekleşmiş ve bu devrimlerle
mutlakiyet yönetimleri birer birer yıkılarak demokrasi yolunda ilerlemeler
sağlanmıştır.
1789 büyük Fransız Devrimi’nin
ilkeleri ”özgürlük(hürriyet), tüzegenlik (adalet), eşitlik (müsavat), kardeşlik
(uhuvvet) idi. 1789’dan önceki feodal ayrıcalıklara dayanan Fransız krallık
rejimine karşı halk yığınlarının tepkisi
sonucunda gerçekleşen devrim, aslında soyluların ekonomik ve siyasal
üstünlüklerini yıkıp yok etme, ayrıcalıkları kaldırma ve böylece yasa
karşısında eşitliği sağlama ilkelerini, halkın mutluluğu için ulaşılması
gereken bir erek olarak kabul ediyordu. Buna ulaşılınca artık bütün sosyal
sorunların çözüme bağlanacağı ve halk yığınlarının mutlu olacağı sanılıyordu.
Soyluların, halk karşısında hiç bir ayrıcalığa sahip olmadığı, yasa önünde
herkesin eşit olduğu bir toplumda herkes için mutluluk yolu açılmış demekti.
Ne var ki, bu mutluluk
umutlarının bir düşten öteye geçemediği pek çabuk anlaşıldı. Fransız devrimi,
Batıda sanayi devriminin oluşup gelişmeye başladığı bir döneme rastlamıştı. Bu
devrim sırasında Babeuf’ün ekonomik eşitlik ilkesi uğrundaki savaşımı Fransız
devrimcileri tarafından bastırılmış ve mülkiyet hakkı kutsal ilan edilmişti.
Durum bu olunca, örneğin bir fabrikada o dönemde her türlü sosyal garantiden
yoksun olan işçi ile o fabrikanın milyoner patronunun «yasalar önünde eşit»
olmasının hiçbir anlamı kalmıyordu. Eski rejimdeki feodal ayrıcalıklardan doğan
eşitsizliğin yerini, şimdi sanayileşmiş ülkelerde korkunç servet farklarından
doğan eşitsizlik almıştı.
İşte bu ortamda bir yandan
kavramsal, öte yanda eylemsel olmak üzere yeni bir savaşım başladı. Bu
çalışanlar ile çalıştıranlar, emekçiler ile patronlar arasındaki sosyal savaşım
idi. Gerçi bu savaşım, bir sınıf savaşımı olarak, ilk çağlardan beri bütün
toplumlarda sürüp gelen ve başkaldıran yoksulların her zaman ezilmesiyle sona
eren bir sınıf savaşımı idi. Ancak bu savaşım, 18. Yüzyıl sonlarında başlayıp
bütün 19. Yüzyıl boyunca süren ve gelişen sanayileşme süreci içinde, emek –
anamal karşıtlığına dayanan bilinçli ve örgütlü bir nitelik kazandı.
İşte dikta rejimini uygulayanından özgürlükçü demokrasi
rejimini kabul edenine kadar, «sosyalist» deyimini benimseyen türlü ideolojiler,
bu ortamda gelişti ve birbirini izleyen savaşların en korkuncu olan 1. Dünya
Savaşı sonunda 1917 Rus Komünist Devrimi ile, ilk kez bir devlet yapısında
eylem ve uygulama alanında yer aldı. 2.Dünya Savaşından sonra da Avrupa, Asya,
hatta Afrika’nın kimi ülkelerinde, Rus modeline dayanan proleterya
diktatörlükleri yönetime geçti.
Ne var
ki özgürlükleri kaldıran bu tür yönetimlerde de, halk kitlelerinin gerçek
mutluluğa ulaşamadıkları görüldü. Liberal rejimlerde varlıklı sınıflar
yoksulları ezdiği için mutluluk olamıyor, özgürlük, eşitlik, tüzegenlik ve
kardeşlik ilkeleri sözde kalıyordu. Komünist diktalarında ise bu ilkelerden söz
bile edilemiyordu.
Şu
halde halk yığınlarının mutluluğunu, başka bir formülde aramak lazımdı. Bu
formül «özgürlükçü
sosyalizm»
formülüydü.
1934
yılında, İstanbul Hukuk Fakültesi sıralarında öğrencim, sonra dostum, 27 mayıs
1960 Devriminden sonra İstanbul Üniversitesinde kurulan Anayasa Bilim
Komisyonunda ve daha sonra Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonunda çalışma arkadaşım
ve bu komisyonun sözcüsü, uzun zamandan beri
de akademik kariyerde Profesör meslektaşım olan Hak ve Hukukun Yılmaz
Savaşçısı Muammer Aksoy, kısa fırça vuruşlarıyla belirtmeye çalıştığım siyasal
ve sosyal oluşumun özgürlükçü sosyalizm bu kitapta ele almış ve özgürlükçü
sosyalizmi «komünizm» olarak
niteleyen bilgisiz ve demagojik savları bilimsel kanıtlarıyla çürütmüştür.
Atatürk
devrimi ilkelerinin ileri bir aşaması olan 27 Mayıs 1961 Anayasasının
kabulünden sonra demokrasi yolunda, bu Anayasanın öngördüğü sosyal güvenlik ve
toplumsal kalkınma aşamasına ulaşmak için savaşım veren bütün halkın, -olanak
bulunsa – bu kitabı okumasını ne kadar isterdim. Böylece Türk demokrasisinin
gelişmesini bin türlü saptırma ve iftiralarla önlemek isteyen güçlerin foyaları,
halk yığınlarının gözleri önünde sırıtmış olurdu.
Şunu
bilmek gerekir ki, bir ülkede, mutluluğun ve huzurun gerçekleşmesi ve
yerleşmesi, halkın her kesiminde sosyal garantinin sağlanmasına ve refahın
yaygınlaşmasına bağlıdır. Bu ise emek ile anamal arasında tüzegen (adaletli)
bir denge kurulması ve ulusal gelirin hakça bölüşümü ile sağlanır. Sosyal
Demokrasi veya Özgürlükçü Sosyalizm bu ereğe yönelik bir öğretidir.
Sosyal
Demokrasiyi ve Sosyalist Enternasyonali, bu kitaptaki açıklamalarıyla her
meslekten Türk halkı için aydınlık duruma getiren sevgili dostum Prof. Dr.
Muammer Aksoy’u yürekten kutlarım. 19 Mayıs 1977 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu”
Derleyen ve düzenleyen : AHMET AKKÜÇÜK / 24.02.2022
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 13.04.2022 09:32:39 / Okunma = 22397