2015 yılının başıydı. Erdoğan, Suriye konusunda özetle şunları vurguladı:
“Bizim Suriye’ye yönelik politikamız bellidir. Bunun üzerinde asla oynama yapmayı düşünmüyoruz. Bizim hedefimiz rejimdir. Esed rejimi ile Suriye’de bu iş devam etmez. Oradaki muhalif güçler de bunu defaatle açıkladılar. Ben Biden ile görüşmemde de söyledim, Sayın Obama ile görüşmemde de söyledim: 3 şeyin hallolması gerekiyor. Bir, ‘uçuşa yasak bölge’. İki, ‘güvenli bölge’. Üç, ‘eğit-donat’. ABD eğit-donata geliyor, diğer ikisine yanaşmıyor. Ayrıca rejim hedefli bir harekete yanaşmıyor. Şimdi hedefinde o yokmuş. Zaten o olmadıktan sonra burada çözüm olmaz ki. Burada ne olur? Aynen Irak’ta meydana gelen olur. Biz yeni bir Irak olsun istemiyoruz. Nedir bu? Kuzey Irak… Şimdi de Kuzey Suriye doğsun! Bunu kabullenmemiz mümkün değil. Burada Türkiye olarak üzerimizdeki yükün ağır olduğunun bilincindeyim, biz buradaki duruşumuzu korumak zorundayız. Aksi takdirde Kuzey Irak’tan sonra burada da bir Kuzey Suriye… Bu oluşumlar gelecekte büyük sıkıntılara yol açacaktır. Bir de şu boyut da var, yani Afrin, Kobani, Kamışlı, bu şeritte böyle bir düzenlemenin yapılması da manidardır… Temenni ediyorum ki, Amerikalılar görüşlerini yeniden gözden geçireceklerdir. Ve işin doğru olanı bulunacaktır.”
Erdoğan’ın temennisi gerçekleşmedi, Amerikalılar görüşlerini gözden geçirmedi, Ankara’nın politikası da değişmedi.
Örneğin bu yılın başında, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Terör koridoru eşittir sözde bir devlet teşekkülü. Bu koridora müsaade etmedi Türkiye. Parçalayıp attı. Bu yapılmasaydı bugün çok farklı tehdit ve tehlikelerle karşı karşıya kalacaktık.” dedi.
Geçen ay sonunda sınır hattında gerçekleştirdiği toplantıdan sonra ise şöyle konuştu:
“Bazı ülkelerin kendilerine göre birtakım hesapları var. TSK bu hesapları bozdu. İster Fırat’ın doğusunda, ister batısında olsun mücadelemiz devam ediyor, devam edecek.”
Erdoğan’ın yakın zamanda Suriye konusunda ne söylediğini de aktaralım. 16 Temmuz’da Milli Savunma Üniversitesi mezuniyet töreninde, “Suriye sınırlarımız üzerinden ülkemizi bölmek için harekete geçen PKK’lı ve DEAŞ’lı canilerin tepelerine binerek ortaya koyduğumuz kararlılık ve elde ettiğimiz başarı, oyunu tümden değiştirmiştir.” iddiasında bulundu.
Macron’un Planı
14 Haziran’daki meşhur NATO Zirvesi’ne gidelim. Erdoğan, Biden’ın yanısıra Fransa Cumhurbaşkanı Macron’la da görüştü.
Görüşmeden sonra yaptığı basın toplantısında, Macron’un “Suriye ve Libya konusunda iki ülkenin beraber çalışma konusunda bir özverisi olduğu” yönündeki sözleri hatırlatılınca, Erdoğan şu açıklamayı yaptı:
“Suriye ve Libya konusunda müşterek bir çalışmayı yapabilir miyiz, yapamaz mıyız; bu konunun üzerinde durdu. Biz bu işlerde daha rahatız, ‘yapabiliriz’ dedik ve bu konuyla ilgili görüşmelerimizi de devam ettireceğiz.”
O açıklamadan 36 gün sonra şunlar oldu:
Macron, “bizim uzantımız” dediği PYD/YPG’li teröristlerin çatı örgütü SDG (Suriye Demokratik Güçleri) temsilcilerini Paris’te ağırladı, onlara teşekkür etti ve de uluslararası camianın bu örgütü tanıması için çalışacağı sözünü verdi!..
Macron’a kim tepki gösterdi? Her zamanki gibi, yine Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç. Macron’u kınayan Bilgiç, “Fransa’nın tüm çağrılarımıza rağmen bölücü gündeme sahip bu eli kanlı terör örgütü ve uzantılarıyla sürdürmekte olduğu ilişki, Türkiye’nin milli güvenliği, Suriye‘nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün korunması ve bölgede istikrarın sağlanması çabalarına zarar vermektedir… Türkiye’nin bu terör örgütü ve uzantılarıyla mücadelesini her yerde kararlılıkla sürdüreceğini bir kez daha tekrarlıyoruz.” uyarısında bulundu.
Rojava Patangonya’da Mı?
Ankara, ABD’nin görüşlerini gözden geçirmeyi bekleyedursun veya Macron’u bilmem kaçıncı kez uyarmış olsun; sözde “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” geçtiğimiz günlerde çok sayıda uluslararası kurum ve kuruluşun merkezinin bulunduğu İsviçre’nin Cenevre kentinde temsilcilik açtı.
Bu vesileyle sözde yönetim tarafından yapılan açıklamada, temsilcilik açılmasının, “İsviçre-Rojava ilişkilerinin ilerlemesi açısından önemli bir adım olduğu” belirtilip şu ifadeler kullanıldı:
“Bu adımla diplomatik ilişkileri sağlamlaştırmak, bölgede huzur ve güvenliği sağlamak, siyasi ve kültürel alanda ortak çıkarları savunmak amaçlanıyor.”
Sözde özerk yönetimin İsviçre’den önce Almanya, Fransa ve İsveç dahil tam 6 yerde temsilcilik açtığını da kaydedip soralım:
“Terör koridorunu parçalayıp attıysak bu ne? Kuzey ve doğu özerk yönetimi denilen şey Suriye’de değil de Patangonya’da mı faaliyet gösteriyor?”
Yok, Patagonya’da değilmiş. Nereden biliyoruz?
Çünkü Dışişleri Bakanlığı’mız, İsviçre’nin Ankara Mazlahatgüzarı’nı çağırıp protesto etti… Protesto etmekle kalmadı, “bu kanlı terör örgütünün ve iltisaklı gruplarının dernek ya da sivil toplum örgütü gibi isimler altında propaganda ve meşruiyet kazanma girişimlerine hiçbir şekilde izin verilmemesi ve terör propagandasına derhal son verilmesini” isteyip, “bu illetin bir gün kendilerini de vurabileceğini” hatırlattı!..
Irak’a Da Dikkat
Emperyalizmin Suriye ve Libya’dan çıkmamızı istediğini biliyoruz. Ama istek bu ülkelerle sınırlı değil; Irak’ın kuzeyindeki operasyonlarımızdan, ayrıca yine burada Barzani peşmergeleri ile PKK arasında yaşanan çatışmalardan da rahatsızlar.
Bilinen bir diğer gerçek; ABD ve Fransa’nın, Irak’ın kuzeyindeki yönetim ile Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PYD’li teröristleri biraraya getirmek için çalıştığı.
Geçtiğimiz günlerde SDG’nin başı, Amerikalıların sözde generali Mazlum Abdi, şöyle bir açıklama yaptı:
“IŞİD’le Mücadele Uluslararası Koalisyon misyonuna bağlılığımızı ve bu vesileyle ortaklarımıza SDG’nin görevinin Suriye halkının kazanımlarını savunmak olan bir Suriye gücü olduğunu ve SDG’nin komşularının istikrarını tehdit eden bir güç olmadığını ve olmayacağını hatırlatırız.”
Maalesef, Türkiye de Suriye’deki bu teröristbaşının “ortağız” deyip bağlılığını bildirdiği IŞİD’le Mücadele Uluslararası Koalisyon’un ortağı. “Komşuların istikrarını tehdit etmeyeceğiz” sözünden Türkiye’yi kastettiği de sanılmasın; Peşmerge-PKK çatışmasında taraf olmayacakları mesajını verdi.
Şuraya geleceğim; geçen Cumartesi Erdoğan, Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’i kabul etti. Cumhurbaşkanlığı’ndan bu görüşmenin içeriğiyle ilgili herhangi bir bilgi verilmezken, Irak Dışişleri Bakanlığı, Hüseyin’in, Başbakan Mustafa El Kazımi’nin ay sonunda yapılacak komşu ülkeler liderler toplantısına davet mektubunu Erdoğan’a ilettiğini duyurdu.
Birkaç gün önceydi; ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Matthew Tueller, Türkiye’nin PKK ile mücadelesi konusunda, “Türkiye Irak’ta PKK’ye karşı harekete geçtiğinde, derin endişe duyuyoruz.” dedikten sonra şunları ekledi:
“Çünkü bu uzun vadede Irak güçlerini daha da zayıflatıyor ve Irak devletine meydan okuyor. Zaman içinde Türkiye’nin de bizimle aynı yaklaşımı benimseyeceğini, çıkarlarımızın gerçekten de Irak devletinin, PKK’nin faaliyet gösterdiği bölgelerle başa çıkabilmesini ve onu bir tehdit olarak ortadan kaldırabilmesini sağlamakta yattığını görmesini umuyorum… Irak’ın bir dostu olarak bütün dostlarımıza, ‘Siyasi müzakere ve diyalog yoluyla sorunlarınızı çözün. Her şiddete teşebbüs etmek girişimi, güven eksikliğinin daha da ağırlaşmasına neden olur.’ çağrısında bulunyoruz.”
Özetle; Erdoğan’ın Bağdat’a gidip gitmeyeceği henüz açıklanmadı, ama gittiği takdirde Irak Yönetimi, ABD’den verilen bu son sufleden sonra kibarca “PKK’yla mücadeleyi bize bırakın.” veya kabaca “Irak’tan çıkın.” derse şaşırmayalım!..
Ez cümle; Ankara’nın, Afganistan’da kalmak için kapı kapı dolaşacağına, acilen dibimizdeki Suriye’ye ve Irak’a odaklanması gerekmiyor mu?