Son iki yazımız, demokrasi içerikli bazı soruların önünü açmış. Okurlardan gerek e-posta gerekse sosyal medya yoluyla gelen değerlendirmelerde şu husus dikkatimi çekti: Demokrasi günümüzde yalın haliyle ne ifade ediyor? Herhangi bir sıfat kullanmadan demokrasi nasıl tanımlanır? “Şapa oturan AKP akilleri” başlıklı yazımızda muhafazakâr demokrasiyi irdelerken değinilen hususlar, Mısır da Mursi yönetimine karşı yapılan müdahalenin “darbe”li demokrasi bağlamında ele alınması, okurların kafasında haklı olarak bu ve benzeri soruların oluşmasına yol açmış. Sevindiricidir; çünkü eleştirel düşünce penceresi nin genişlemesine önemli bir katkıdır, tamamlayıcıdır. Demokrasinin sözcük anlamının ötesine baktığınızda, hakikaten bir labirentin içinde kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya kalırsınız. Belki de belli sıfatlar ile demokrasi kavramına açıklık getirme, nitelik kazandırma çabası da bundandır. Mesela, tam demokrasi, radikal demokrasi, ileri demokrasi, liberal demokrasi, sosyal demokrasi, katılımcı demokrasi, doğrudan demokrasi gibi… Elbette dönüp dolaşıp varacağınız nokta, işlevsel, bağlayıcı olan, oy sandığından çıkan sonuçtur. Ama sadece günümüzde değil, geçmişte de demokrasiyi uygulamada tartışmalı kılan, sandığa indirgenmiş demokrasi anlayışıdır. Demokrasi sözcüğünün; Atina da bir tiranlar hanedanını alaşağı eden ayaklanmalar sonucu, İÖ. 5. yüzyıldan İÖ. 4. yüzyıla geçilirken ortaya çıktığını biliyoruz. Demokrasi (Demokratria) = halkın (demos) yönetimi/egemenliği (kratos). Kuşku yok ki, bu şekilde yani halkın yönetimi söz konusu olunca, iyi bir şey algısı öne çıkıyor. Tabii ki bulanık bir algıdan da söz etmek mümkün, çünkü tanıma uygun düşmeyen yönetim biçimlerinin varlığı da yadsınamaz bir gerçektir. Aynı zamanda, bir yönetim şekli olarak demokrasi, kaosun/kargaşanın yönetimidir ve zor olan da budur. Platon, demokrasinin fakirin ve cahilin eğitimliyi ve bilgiliyi yönetmesini mümkün kılmasından dolayı eleştirmiştir. Demos = halk, gürüh, çoğunluk yaklaşımını temel alan bu görüşe göre demokrasi, yalın olarak siyasal yönetim anlamını taşımaktaydı ve bilgi ile kanı (doxa) arasındaki temel ayrım önemliydi. Salt kanının yönetimi demokrasi adına daha çok anarşi demekti. Aristoteles, Platon un tezini bütünüyle reddetmek yerine onu biraz değiştirmeyi tercih etmiştir. Aristo ya göre iyi siyasi yönetim, azınlığın çoğunluğu rızaya dayalı yönetmesidir. Ama çoğunluk içinden de eğitimle ve mülkle yurttaşlık hakkı elde edilebilmelidir. Bu noktada Jean - Jacques Rousseau nun katkısına değinmekte yarar var. Fransız Devrimi dinamiklerine bağlı olarak Rousseau şu tesbitlerde bulunur: “Eğitimi ve mal varlığı ne olursa olsun herkes kendi istencini bir kamu meselesi haline getirme hakkına sahiptir ve aslında kendi deneyimleriyle ve vicdanlarıyla hareket eden iyi niyetli, basit, bencil olmayan, sıradan kişiler, genel istenci ya da ortak iyiyi sosyetenin yapaylığında yaşayan iyi eğitimlilerden daha iyi anlarlar (Demokrasi, Bernard Crick, Dost, Mart 2012).” Modern demokrasinin 19 yüzyılda şekillenmesiyle birlikte Rousseau nun tezinin ileri taşındığını söyleyebiliriz. Demokrasinin herkesi kapsadığı gerçeği, hakları tanımlayan, koruyan, sınırlayan yasalar ile yurttaşlar birbirlerinin eşit haklarına karşılıklı saygı göstermeleri gerektiği, modern dönemlerin demokrasi anlayışının temelini oluşturur. Özellikle belirtmek gerekirse; bir yurttaş ideali, temsil kabiliyeti ve bir yaşam tarzı bağlamında demokrasi kavramının içerik kazanması, buraya kadar yazdıklarımız ile sınırlı olamaz kuşkusuz. Çok daha geniş kapsamlı ve zengin pratik uygulamaların varlığı göz ardı edilmemelidir. Evet, siyasi yönetimin ilkesi ya da öğretisi olarak demokrasi, gelişmeye açık olmalıdır. Kalıplar içine hapsedilerek dondurulabilecek bir yönetim şekli değildir. Yaşamın içinden çıkan pratikleri, talepleri siyasal erki elinde tutanlara sürekli aktaran, değişim/dönüşüm dinamiklerinin iyi anlaşılmasını sağlayan zemin, demokrasinin bizatihi kendisidir. Bu zeminin taşıyıcı kolonları: siyasal katılım ve iktidara karşı itiraz hakkıdır. Ve yine biliyoruz ki, çoğunlukçu bir yönetim anlayışı demokrasi ile bağdaşmaz. Çünkü demokrasinin özünü sandıktan çıkan karar teşkil etse de, iktidar eliyle, farklı tercihte bulunan toplum kesitlerinin herhangi bir baskıya tabi tutulmaları kabul edilmez. Diğer bir ifadeyle, sandıktan tek başına iktidar yetkisi almış bir partinin “ben yaptım oldu” anlayışıyla hareket etmesi, günümüz demokrasisi ile asla uyuşmaz. Evet, siyasal katılım ve temsil hakkı kadar, iktidarı eleştirme, itiraz hakkı da çağdaş demokrasinin belirleyici unsurları arasındadır. Keza, temel hak ve özgürlükleri önemsemeyen -ki otoriter bir yönetim anlayışının eşik noktasıdır- bir siyasal erkin demokrasi ile paralel kulvarda anılması kesinlikle beklenmemelidir. Medyayı kontrolünde tutmak isteyen bir iktidar, halkın haber alma özgürlüğünü sınırlandırıyor demektir, ki otoriter bir yönetim anlayışının açıkça kendini gösterdiği şüphe kaldırmaz. Demokrasi, siyasal erkin kendi ideolojik tercihlerini topluma dayatmasını kaldırabilecek bir yönetim biçimi değildir. Devlet ve toplum yönetiminde demokrasinin derinliğini ararken atlamamamız gereken bir diğer husus ise, yaşamın her alanında bireysel tutum ve davranışların demokrasi ile ne denli örtüştüğüne bakmak olmalıdır. Kişilik haklarına saygının karşılıklı olduğu, temel hak ve özgürlüklerin sadece devlet-yurttaş ilişkisine indirgenemeyeceğinin bilinmesi gerekir. Yani, ortak yaşam alanlarındaki davranışlar, bir arada yaşam kültürünün gelişmişlik derecesi, demokrasi ile birebir ilişkilidir. Madalyonun bu yüzü de ihmale gelmez.