Ülke ekonomik krizle kavrulurken, Erdoğan dünkü Kabine toplantısının ardından yine Atatürk’ü hedef alıp, “Gazi Mustafa Kemal’in 1923 İzmir İktisat Kongresi’yle başlattığı kalkınma atılımının ömrü ancak 6 yıl sürmüştü.” dedi. Atatürk’le kalmadı, Menderes’in kalkınma hamlesinin “darbe duvarına çarptığını”, Özal’ın ülkemize çağ atlatma girişimlerinin “siyasi istikrarsızlık batağına saplandığını” anlattı.
Ardından sözü kendi dönemlerine getirip şunları söyledi:
“Cumhuriyet tarihinde ilk defa bizim dönemimizde 20 yıla yakın süren kesintisiz bir kalkınma hamlesi yaşandı. İnşallah bu başarıyı ekonomideki büyük değişimle taçlandırarak nihai hedefimize ulaşacağız… Türkiye ekonomide sınıf atlayacaksa harekete geçmenin tam vaktidir… Evet, her alanda inşa ettiğimiz güçlü altyapıyla, geniş siyasi etki alanımızla, terörü yenerek sağladığımız güvenlik ortamıyla bu atılımın tam vaktidir. Cumhuriyetle temelini attığımız uzun demokrasi ve kalkınma yolculuğunda cefasını çektiğimiz, son 19 yılda özenle geliştirip büyüttüğümüz ağacımızın artık meyvelerini toplama vaktidir… Milletin sancısını, sıkıntısını, derdini küresel para baronlarının çıkarlarına meze etmeye çalışanlara aldırmadan yolumuza devam edeceğiz.”
Erdoğan, 19 yılda “inşa ettikleriyle” böyle övünüyor, ama bugün ülkemizin yaşadıklarının ve bu noktaya son birkaç ayda gelinmediği herkesin malûmu.
17 Yıl Önce “Dolar Nerelere Fırlayacak Kaygısı Bitti” Demişti
Hani şimdilerde “dış güçleri” suçluyorlar ya; iktidara gelir gelmez emperyalizmle kol kola girerek Türkiye’yi nasıl açık bir pazar haline getirdiklerini, Cumhuriyetin tüm birikimlerini nasıl sattıklarını, buna karşı koyacak dinamik güçleri nasıl etkisiz hale getirdiklerini hatırlamak için bizatihi Cumhurbaşkanlığının yayımladığı, Nisan 2003-Temmuz 2005 dönemi Erdoğan’ın ekonomik açılımlarının özetlendiği “Yeni Türkiye Vizyonu- Ezberleri Bozarken” isimli 428 sayfalık kitaba göz atın yeter.
Bu süreçte “BOP eşbaşkanlığı” başta olmak üzere, “özgürlük”, “demokrasi”, “vesayetin ortadan kaldırılması”, “Türkiye’nin prangalarından kurtulması” sloganlarıyla ülkenin içi ve altı boşaltılmadı mı?
Yine bu süreçte, bir kez olsun “Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa, onu yapmaya devam edeceğiz. Hüküm bu!” denmek yerine Türkiye’nin, “demokratik ve laik yapısı ile küreselleşme ve bölgeselleşmenin en önemli aktörü” olduğu vurgulanmadı mı?
Bahçeli’nin AKP Ekonomisine Eleştirileri
Burada sözü, o vakitler muhalefette olan MHP Lideri Bahçeli’ye bırakıp AKP iktidarının 5’inci yılında, 2007’de yaptığı tespitleri aktaralım. Özetle şu suçlamaları yöneltti:
“Dünün ‘adil düzencileri’, bugünün ‘batıl düzencileri’ olmuşlardır. Başbakan artık, ahlâk, hakkaniyet, adaletten çok uzak bir küreselleşmeyi savunabilmekte, küresel sermaye ve zihniyetinin bir gönüllü tanıtım ajansı gibi çalışmaktadır… AKP zihniyeti artık varlığını ve meşruiyetini, yabancılara hizmette göstereceği sadakatte ve alacağı takdirde aramaktadır… Bundan sonraki aşamalarda, milliyetçilik başta olmak üzere Türkiye’nin direnme noktalarını da kırıp ülkemizi teslim etmeye hazırlanmaktadır… Türk ekonomisi sürekli sıcak para girişine mecbur hale getirilerek borç, taviz, teslimiyet ve talan döngüsüne mahkûm edilmiştir. Türkiye’nin milli kaynakları ya yok pahasına satılmış ya AKP’nin yandaşlarına peşkeş çekilerek israf edilmiştir… ‘Türkiye’yi pazarlıyorum’ anlayışı ile milli sanayimiz ve sermayemiz tükenme noktasına getirilmiştir.”
2008’de ekonomik krizin baş göstermesi ve Erdoğan’ın bunu “yüksek faize” bağlaması üzerine de şunları söyledi:
“Gelinen ekonomik darboğazın bahaneleri AKP’nin içine düştüğü siyasal açmazda değil yatırımın olmadığı, tarımın çöktüğü, borcun arttığı, cari açığın büyüdüğü ekonomik yol haritasında aranmalıdır… Yüksek faizin enflasyonu tahrik ettiğini iddia ederek, ortalama bir ekonomi bilgisinden bile bihaber olduğunu ortaya koymuştur… Bizce gerçek belli ve ortadadır: Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşları, şikâyetçisi oldukları huzursuzluğun bizatihi sebebidir… Sayın Başbakan; şikâyet ettiğiniz faizin, sizin siyasi devamlılığınızı sağladığını unutmayınız… Sıcak para tüccarlarına ülkemizi peşkeş çeken, milletimizin soyulmasına göz yuman AKP iktidarının yaptıklarının hesabını vereceği günler yakındır.”
2010’da ise şu uyarılarda bulundu:
“Ele geçirilemeyeceği anlaşılan yönetimlerin, ‘demokrasi getirme, turuncu devrim, özgürlük götürme’ adı altında devrildikleri ya da ağır ekonomik bağ ve bağlantılara itilerek, borçlandırılarak denetim altına alındıkları bilinen gerçeklerdir... ‘Stratejik ortaklık’ diyerek övünülen kavramın, aslında küresel gücün dayatmaları ile bir bölgede yürütülen ‘stratejik eskort’ hizmetleri; müttefikliğin ise yabancı güçlerin çıkarlarının acenteliğine talip olunan ‘küresel taşeronluk’tan başka bir anlam ifade etmediği ortadadır. AKP hükümeti de işte bu görevi ifa etmektedir… Bugün Türkiye, AKP ile dünyanın neresine ilgi gösteriyorsa, neresi ile bir ilişki kuruyorsa biliniz ki, Okyanus ötesinin projelerine mahkûm hale gelmiş olmanın kaçınılmaz sonuçlarını yerine getiriyor ve hizmet ediyor demektir.”
Yabancılara Mülk Ve Toprak Satışı
Şimdilerde sanki AKP ile emperyalizm arasında “Öküz öldü, ortaklık bozuldu, Erdoğan da İslâmi ajandasına döndü” havası estiriliyor.
Hayır, dün kol kola başlatılan yıkım projeleri bugün, sanki karşı karşıyalarmış, milli ve dini bir mücadele veriliyormuş gibi tamamlanmaya çalışılıyor.
Son büyük ekonomik yıkımda kazananlar yine sıcak para tüccarları, ülkemizi ağır ekonomik bağ ve bağlantılara itip borçlandıranlar değil mi?
Günlerdir Bulgarların, Yunanlıların, Gürcülerin, İranlıların sınır şehirlerimize akınını, alışveriş furyalararını izliyoruz.
Ancak pek dillendirilmeyen bir başka konu daha var: yabancılara mülk ve toprak satışı.
Biliyorsunuz, 2005’ten itibaren bunun önünü açıp kolaylaştıran AKP oldu. MHP başta olmak üzere dönemin muhalefet partileri bu satışlara şiddetle itiraz ettiğinde ise iktidar medyası, “CHP, MHP, DSP’nin yabancılara daha çok toprak sattığı” manşetiyle savumaya geçti. Bu iddia 2007 yılında kendisine sorulduğunda da Bahçeli, “353 milletvekilleri var, dokunulmazlık hakkım ortadan kalkmıştır. Vatana ihanet suçundan ve toprak satışından beni yüce divana gönderebilirler. Göndermezlerse, ben kendilerini kesin göndereceğim.” karşılığını verdi.
Aynı yıl yaptığı bir başka konuşmasında ise, “Türkiye’de sınırsız arazi ve toprak satışını, dünya ile bütünleşme, dışa açılma ve liberalizm olarak algılayan bu zihniyeti fırsat bilen yabancılar, kaynaklarımızı kapmak için sıraya girmişlerdir.” dedi.
Şuraya geleceğiz: artık kayıt kuyut, hesap verme, şeffaflık kalmadı ve her şey bir kişinin iki dudağı arasında ya; şu ekonomik krizde çifte vatandaşlığı olanlar ve kimi Türk vatandaşları üzerinden yüklü miktarda mülk ve toprak satışı gerçekleştiği öne sürülüyor. Özellikle de Barzani ve Irak sermayeli alışlara dikkat çekiliyor.
Ya yıllardır “çözüm” masaları ve ekonomik ambargoyla teslim alınmaya çalışılan KKTC’de yaşananlar? Kıbrıs davamızın yılmaz savunucusu merhum Rauf Denktaş’ın danışmanı, araştırmacı yazar Sabahattin İsmail’in “KKTC elden gidiyor” başlıklı yazısını okuyun, yeter!..
Ez cümle; savaş meydanlarında kazandıklarımızı pazarlarda yitirme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Aman dikkat!..