İki gün önce; koca ülkenin tek bir kişinin yönetimine teslim edilmesinde önemli bir kilometre taşı olan Ergenekon kumpasında verilen mahkumiyet kararlarının 11’inci yıldönümüydü. Ama o kumpasla yıllarca Silivri’de rehin alınan mağdurların çok büyük bölümü bile bu tarihi günü hatırlamadı.
“FETÖ”cü hakimlerin, 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ başta olmak üzere 252 isme ceza yağdırdığı 5 Ağustos’un ertesi günü, halen yayınını sürdüren ve iktidarın yanında yer alan kimi gazetelerin attığı manşetler şöyleydi:
Akşam: Suç ve Ceza… Habertürk: 22 Müebbet… Hürriyet: Ömürboyu Silivri… Milat: Terör Örgütü… Milliyet: Ceza Dalgası… Sabah: 19 Darbeciye Müebbet… Star: Derin Devlete Müebbet… Türkiye: Ağır Darbe… Yeni Akit: Cuntaya Ceza Yağdı… Yeni Şafak: Darbeye Müebbet…
Bu zafer çığlıklarının altında; “Eski Türkiye’nin defteri dürüldü, yeni Türkiye’nin önü açık.”, “Yargı baskılara ve baskınlara boyun eğmedi.” gibi yorumlar da yapıldı.
Siyasilerin söylem ve sevinçlerini de unutmamak gerek.
En baştan davanın savcısı olduğunu açıklayan Erdoğan, mahkumiyet kararlarından sonra yargı sürecinin devam ettiğini belirtip, “Temenni ederiz ki, adalet yerini hakkıyla bulsun” derken, dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Bu mahkemenin savcılarını tanımıyorum.” sözlerinin “yargıya müdahale”, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamalarının da çok çirkin olduğunu söyledi.
Dava sürecinde hakim ve savcıları, “Onlara bütün Türkiye’nin demokrasi adına büyük borcu var.” sözleriyle öven, dönemin Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç ise kararın ardından, “Kimsenin suç işleme imtiyazı yok. Yargı kendine göre en doğru kararı verdi.” diye konuştu.
AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik, “Türkiye yıllardır darbe tehdidi altındaydı. Merhamet adaleti engellerse, o merhametten maraz doğar. Kurda merhamet etmek kuzuya zulüm etmektir.” değerlendirmesini yaptı.
Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, “Ergenekon davası, Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır… Türk demokrasisinin geleceği açısından önemli bir dönüm noktasıdır.” dedi. Karardan 4 ay sonra yaşanan 17-25 Aralık operasyonlarından sonra ise milli orduya kumpas kurulduğunu itiraf eden ilk isim yine Akdoğan oldu!..
“Rahatsız olan varsa haklarını üst mahkemede arayacaklardır. Bu karar Türkiye’nin geleceğini etkileyecektir.” açıklamasını yapan, dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in geçen yılki seçimlerde CHP listesinden, hem de Ankara Çankaya’dan milletvekili yapıldığının altını çizelim.
Ya Genelkurmay? “Sabır, metanet, soğukkanlılık ve aklıselimle hareket edilerek, yanlış anlaşılmalarda daima kaçınıldığını” vurgulayıp silah arkadaşları ve ailelerinin üzüntülerini paylaştıklarını bildirdikten sonra, “bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonrası için de hukukun üstünlüğüne saygının gereğinden” söz etti.
Zekeriya Öz ve “Muz Cumhuriyeti”
Ergenekon kumpasının unutulmaz aktörlerinden birisi, sözde savcı Zekeriya Öz’dü. Erdoğan, zırhlı aracını mı tahsis etmedi; heykelinin dikilmesi mi istenmedi?!..
Ama mahkûmiyet kararlarından 2 yıl sonra firar etti. 9 yıldır Almanya’nın korumasında. Firarının ertesinde Erdoğan, Öz hakkında kırmızı bülten çıkarılacağını bildirirken şöyle konuştu:
“Almanya’yı da göreceğiz ne yapacak? Eğer yapmazsa, Almanya bizden herhangi bir suçluyu, Tayyip Erdoğan imzasıyla alamaz. Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir.”
Sonuç; Öz’ü alamadığımız gibi, bu sözlerden sadece 2 yıl sonra, “terör örgütü propagandası yapmak, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrikten” tutuklanmış olan, Erdoğan’ın da “Alman ajanı” dediği Die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel, Alman yetkililerin yoğun girişimleri sonucu iddianamesinin kabul edildiği gün tahliye edilip özel uçakla Almanya’ya gönderildi.
40 Gün Geçti Tutuklanmadılar
Bu kısa hatırlatmaların ardından Türkiye’de kalıp tutuklanan Ergenekon hakim ve savcılarıyla ilgili son gelişmeleri paylaşalım.
Hepsi “FETÖ üyeliğinden” çeşitli cezalara çarptırıldı, çoğu da cezalarını çekip tahliye edildi. Ayrıca haklarında “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, görevi kötüye kullanma, suç uydurma, resmi belgede sahtecilik ve suç delillerini yok etme” suçlarından dava açıldı.
İlk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nde görülen ve yaklaşık 6 yıl süren bu davanın sonucunda geçtiğimiz 28 Haziran’da Hasan Hüseyin Özese, Fatih Mehmet Uslu ve yargılama sürerken göz göre göre firar eden Nihat Topal’a 22 yıl 6’şar ay, Hüsnü Çalmuk’a 21 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılırken, kilit isim eski savcı Mehmet Ali Pekgüzel ile Mehmet Murat Dalkuş ve Mehmet Murat Yönder’in beraatına karar verildi. Duruşma salonunda bulunan Çalmuk aynı gün tutuklanarak Sincan Cezaevi’ne gönderildi.
Geçen 40 güne rağmen henüz tutuklanmadığı anlaşılan Fatih Mehmet Uslu ile Nihat Topal’ın tutuklama kararına avukatları kanalıyla yaptıkları itirazların ise reddedildiğini, Hasan Hüseyin Özese’nin eşinin de vasisi olarak mahkumiyet kararının bozulmasını ve tutuklama kararının kaldırılmasını istediğini belirtelim.
“Siyasi Ayak” Yok muydu?
Bu kararlara itiraz eden bir başka isim, Ergenekon kumpasında tam 7 yıl hapis yatan Ergün Poyraz’ın avukatı Hüseyin Buzoğlu oldu. Poyraz ve kendi adına Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na başvuran Av. Buzoğlu, sözkonusu mahkumiyet kararlarına sadece hukuki yönden itiraz etmedi; bu kumpasta sorumluluğu bulunan, Erdoğan başta olmak üzere diğer hükümet üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunulmasını istedi.
Av. Buzoğlu 42 sayfalık temyiz dilekçesinde, Fetullah Gülen hakkında 1972’den beri açılan davalar ile MGK ve MİT tarafından hazırlanan raporları hatırlatıp şunları vurguladı:
“Gelinen aşamada, kirli ittifakın bileşenleri sanıkların mensup oldukları Fetullah Gülen Terör Örgütü ile Recep Tayyip Erdoğan’ın kontrolündeki siyasi iktidarın hiçbir talimat ve iltisakları ile azmettirmeleri olmaksızın, adeta bir kısım emniyet ve yargı mensupları kendiliğinden bir araya gelerek, kamuoyunda Ergenekon Davası olarak isimlendirilen soruşturma ve kovuşturma sarmalı sürecini gerçekleştirdikleri gibi bir sonuçla karşı karşıya kalınmıştır ki; Ergenekon davası olarak isimlendirilen soruşturma ve kovuşturma sarmalı sürecinde sorumluluğu bulunan ve neticede Fetullah Gülen Terör Örgütü’nün ‘siyasi ayağını’ teşkil eden tüm ilgililer hakkında Sayın Dairece suç duyurusunda bulunulması, varlık nedenidir. Zira, dosya kapsamıyla sabit olduğu üzere, ülkemizde atanmış ve seçilmişler tarafından Fetullah Gülen ve örgütü hakkında zamanında gereği yerine getirilmiş ve/veya savcılıklar ile mahkemeler tarafından maddi gerçekliklere uygun olarak hükümler tesis edilmiş olsa idi, örgüt örümcek ağlarını saramayacak, ‘adliye, mülkiye ve askeriyede’ yapılanamayacak; Anayasal kurumlar, TSK ve üniversiteler örgütün kontrolüne geçmeyecek, 15 Temmuz 2016 kalkışmasıyla karşılaşılmayacaktı. Nitekim, İstanbul Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü yapan Hüseyin Avni Mutlu ve Hüseyin Çapkın hakkında verilen cezanın gerekçeli kararında, bulundukları konum itibariyle Fetullah Gülen ve örgütünün fiilleri hakkında gereğinin yapılmamasının suç teşkil ettiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Başbakan konumunda bulunan bir kişinin Fetullah Gülen’in fiillerinden haberdar olmadığı ileri sürülemez. Kirli ittifakın dağılması sonucu tarafların yaptığı açıklamalar, müttefiklerin hepsinin yasal sorumluluklarını ve kendilerinden hesap sorulacağı gerçekliğini ortadan kaldırmamaktadır.”
Av. Buzoğlu, bu tespitleri, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gerçek Cumhuriyet Savcıları tarafından gelecekte gerçekleştirilecek soruşturmalara katkı sunmak amacıyla yaptığını” da kaydetti.
Ez cümle; 15 Temmuz gibi, kumpasların “siyasi ayağı” da nasıl unutuldu, unutturuldu – buna dikkat çekmek istedik!..