Eskiden radyoda böyle bir anons vardı.
‘Memleket için saat ayarı’ yapılırdı. Büyükler kollarındaki saatin minik
ayar kulağını çeker, radyodan duyurulacak ‘tam saati’ beklerdi.
Bugün radyodan duyurulmuyor ‘ayarlar’. Telefonlarla bildiriliyor. Ya da
kimileri zaten Ankara’ya Eskiden radyoda böyle bir anons vardı.
‘Memleket için saat ayarı’ yapılırdı. Büyükler kollarındaki saatin minik
ayar kulağını çeker, radyodan duyurulacak ‘tam saati’ beklerdi.
Bugün radyodan duyurulmuyor ‘ayarlar’. Telefonlarla bildiriliyor. Ya da
kimileri zaten Ankara’ya bakıp ayarlanmış oluyor. Şu son ‘ayar’da olduğu
gibi! AKP ile Cemaat kıran kırana kavgaya tutuştu ya. AKP cenahında
itiraf vakti geldi: Meğer Cemaat neler neler yapmış! Neler isteyip
almış. Bazı büyük davalara nasıl müdahale etmiş.
“Yok canım!..” diye şaşıp kalıyoruz, “Böyleyken, böyle miymiş!..”
“Gülen cemaatinden ya da onların deyişiyle ‘Hizmet Hareketi’nden çok tanıdığım, dostum var” diyen Oral Çalışlar, örneğin...
Son yazısında Cemaat’i bir anlatmış, bir anlatmış... Sanırsınız, iki yıl
önce gerçeği duyurabilmek için çırpınan Ahmet Şık veya Nedim Şener!
Şöyle yazmış Oral Çalışlar:
POLİS VE YARGIDA ETKİLİ OLDULAR
“Ergenekon ve Balyoz davalarıyla, üzerlerindeki asker ve bürokrasi
baskısı büyük ölçüde bertaraf edilirken, polis ve yargı içindeki
güçleriyle, önemli bir ‘siyasi potansiyel’in taşıyıcısına dönüştüler.
Tabii ki, ‘Hayır, bunların aslında bizimle ilgisi yok’ diyebilirler.
Ancak biliyoruz ki; ‘Ergenekon Davası’nda, ‘Cemaat taraftarı’ olarak
bilinen istihbaratçı polisler etkin bir rol oynadı. Yargı içinde de,
aynı şekilde bir ‘ağırlık’tan söz etmek mümkün... Bu tablo, Cemaat’in
eskisinden daha çok siyasetin içine çekildiğini, siyasetle daha gündelik
bir ilişki içine girdiğini gösteriyor. ‘Cemaat’in siyaset alanında bir
‘aktör’ olduğu açık. Ülkemizin gündelik hayatında (da) bir güç...”
HANEFİ AVCI YAZINCA…
Bugünlerde, buna benzer pek çok yazı / itirafname okuyoruz. Bilmiyorum,
ya gerçeğin farkına şu son 10-15 gün içinde vardılar ya da biliyorlardı
ama Cemaat Erdoğan’la kavgaya girişinceye kadar sustular.
Oysa, bugün kaleme aldıklarını... Ekranlarda -giderek artan bir cesaret
ve açıklıkla- anlattıklarını... Çok değil, 2 yıl önce söyleyen / yazan
herkesin başına bir şeyler geldi.
Elbette, en başta meseleyi ‘İÇERDEN AKTARAN’ Hanefi Avcı’nın...
Mekanizmayı isim isim, ayrıntılarıyla yazan Hanefi Avcı’nın Haliç te
Yaşayan Simonlar kitabı Ağustos 2010’da yayınlandı. Piyasaya çıktığı
gün, Medya Mahallesi programı için “Aman Hanefi Avcı’nın kitabına
girmiyoruz” diye uyarı / talimat aldım. Her zamanki gibi ‘yukarıdan’
öyle istenmişti.
Tartışmadım bile. Gülüp geçtim. Ve elbette kitaptan -daha sonraları defalarca yaptığım gibi- söz ettim.
Cüneyt Özdemir, aynı günün akşamı için sözleşmişti Hanefi Avcı ile. Ona
‘uyarı’ falan da değil, düpedüz ‘yasak kararı’ gitti. Cüneyt, söyleşiyi
internet sitesinden yayınlamakla yetindi.
MEDYA OPERASYONU
Biz CNN Türk’te bu çelmeleri yerken, Hanefi Avcı NTV’de Ruşen Çakır ve
Mirgün Cabas’ın programına çıktı. Canlı yayında kitabını, iddialarını
anlattı.
O program, üç isim için de ‘sonun başlangıcı’ oldu.
Malum, Hanefi Avcı bir ay kadar sonra Eylül 2010’da ‘Devrimci Karargâh
örgütüne yardım’ suçlamasıyla tutuklandı. Sonra OdaTV davasına
vidalandı. Derken, Devrimci Karargâh Davası’nda 15 yıla mahkum oldu.
OdaTV davasında da tutuklu yargılanması devam etti.
Onu ekrana çıkartan Ruşen Çakır ve Mirgün Cabas ise, önce programlarını
kaybettiler. Sonra da NTV’deki işlerini. Bu, zaten NTV’deki büyük
operasyonun da işareti oldu. Öyle ki, ‘NTV Haber’de Ağustos 2010
kadrosundan geriye 7-8 kişi kaldı.
Son üç yılda sadece NTV değil, televizyonlarda gazetelerde olağanüstü
bir kıyım yaşandı. Hiç akla gelmeyecek insanlar kovuldu. Gazeteler /
televizyonlar sahip ve dolayısıyla ‘taraf’ değiştirdi.
AKIL TUTULMASI
Elbette, sıkıntı iş kaybıyla sınırlı değildi. Ahmet Şık ve Nedim Şener
cezaevine gönderildi örneğin. İdeolojik / politik / inanç / gündelik
hayat adına hiçbir ilgileri ve bağlantıları bulunmayan Hanefi Avcı ile
birlikte aynı davada yargılandılar. Aynı örgütün üyeliği ile
suçlandılar.
Hukuk, kuru kelimelerden ibaret değildir. Adalet duygusunu, vicdanları tatmin etmesi gerekir.
Aynı zamanda ‘aklın ve hayatın olağan akışına da uygun olması’ beklenir
hukuki kararların. Diyelim ki, ayın bulutlarla kaplı olduğu bir günde ve
üstelik gece vakti karanlık bir sokakta işlenen cinayette... Tanık,
sanığı ‘üzerindeki paltonun düğmelerine kadar tarif eder, gözlerinin
renginden söz ederse’ bir durursunuz... “Aklın ve hayatın olağan akışına
uygun değil” diye düşünürsünüz...
Balyoz... Ergenekon... OdaTV... KCK... Özgür Radyo... Ve daha pek çok
davada dosyalardaki ‘malzeme’, akla ve hayata o kadar uzaktı.
Buna rağmen, ne Oral Çalışlar görüyordu olan biteni, ne de bugün
Cemaat’i yerden yere vuranlar. Ya da görüyorlar ve susuyorlardı. Hanefi
Avcı ile Devrimci Karargâh’ın ya da yine Hanefi Avcı ile Ahmet Şık’ın
nasıl yan yana getirildiğini görmek / anlamak / bilmek istemiyorlardı.
‘BKZ. SAYFA 586’
Oysa, Hanefi Avcı onları da uyarmıştı vaktiyle. Kitabında yazmıştı.
Birkaç gün önce Silivri’den gönderdiği ‘İKİ KELİMELİK MESAJ’da bunu hatırlatıyordu: SAYFA 586.
İşte, Haliç’te Yaşayan Simonlar’ın 586. sayfası ve ‘geçmişten bugüne gönderilmiş’ olan o mesaj:
“Bugün bu olaylara mani olma makamında olmasına rağmen yeterince müdahil
olmayanlar şunu bilmelidirler ki, kendileri hakkında da şu an cemaat
tarafından arşivlenen bilgiler bir gün aynı şekilde basına servis
edilecektir.”
***
SÖYLEYENE BAKIN!
Balyoz Davası’nda savunma hakkını kısıtlayan yasayı alkışlayanlar, bugün manşette hükümeti Öcalan üzerinden vurmaya çalışıyor.
Yan tarafta da ‘basın özgürlüğü’nden dem vuruyor!
Basın özgürlüğü bugüne kadar yerli yerindeymiş de... Taraf Gazetesi’ne ve Baransu’ya dokunulunca darbe yemiş!..
***
YA HEP BERABER, YA HİÇ BİRİMİZ!
Daha önce birkaç kez yazdım. En sevdiğim, Gezi’de de en çok duyduğum slogandır bu. Çok şey anlatır.
Efsane lider Nelson Mandela’nın ölümüyle, bir kez daha hatırladım.
Slogan ona ait olduğu için değil. Ama, hayatı boyunca bunu savunduğu
için…
27 yıl yattığı cezaevinden çıktıktan ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk
‘siyah’ devlet başkanı olduktan sonra verdiği ders buydu.
Ülkesinin insanlarına intikam değil, barıştan söz ediyordu.
“HERKES ÖZGÜR DEĞİLSE, HİÇ KİMSE ÖZGÜR DEĞİLDİR” diyordu.
Mandela, Devlet Başkanı olarak siyahları ‘mağdur kardeşlerim’, beyazları
da ‘zalimler’ diye yaftalamadı. Hayatını eşitlik ve özgürlük
mücadelesine vermiş bir insan olarak, herkesi aynı sıcak duygularla
kucakladı.
Ülkesi, şimdi onu böyle uğurluyor. Siyahla beyaz aynı renkte ağlıyor. Beyazla siyahın kalbi aynı renkte kanıyor.
***
“ZAYIF DEĞİL, ÇOĞUNLUKTUK”
“2002 seçimlerinden sonraki ilk toplantılardan itibaren, hükümetin
kendini zayıf hissettiği bir dönemi ben hatırlamıyorum. (Zaten) MGK’da
çoğunluktasınız. Böyle bir ortamda, hükümetin kendini zayıf hissettiği
gibi bir durumu ben hatırlamıyorum. 2004 yılına ait bu belgenin MGK’dan
geçtiği; bugün hükümet, MGK ve MİT’in Taraf hakkındaki suç duyurusuyla
kesinleşmiş oldu. Taraf Gazetesi’nin yayımladığı metin MGK metni
değilse, bunu yayımlamak suç değil. Suç duyurusunda bulunuyorlarsa,
demek ki belge gerçekten MGK’da karara bağlanmış bir belgedir.”
”
Abdüllatif Şener
2004 yılındaki MGK toplantısına katılan… Ve Gülen Cemaati’ne karşı eylem planı hakkındaki karara imza atan eski bakan.