Yazımızın başlığını seçiş nedenimizi okur merak edecektir. Peşinen söyleyelim; meşhur şu “akademisyenler” bildirisi ve bu bildiri üzerine yapılan atışmalar.
Bir kere bu bildiriye imza atan akademisyenler C. Başkanı Sn. Erdoğan’a ve Ç(ete). Başkanı Sedat Peker’e yatsınlar kalksınlar dua etsinler. Bildiriye yönelik hukuk dışı ve insanlık dışı tehditkar saldırılar nedeniyle; demokrat kamuoyu bildirinin içeriğine katılmasa da, bildiriye imza atan kişilerin ifade özgürlüklerine sahip çıkma gereğini duydu. Bu nedenle de bildirinin içeriğindeki akademik sefalet yeterince sorgulanamadı, tartışılamadı. Barolar Birliği başkanı METİN FEYZİOĞLU “Hem O bildirinin içeriğine hem O’nu imzalayanların hedef gösterilmesine karşıyım.” Diyerek , yurtsever demokrat kamuoyunun duygu ve düşüncelerine tercüman oldu. Ancak “katılınmayan, karşı olunan içerik “ tartışılmadı, sorgulanmadı. Bu tutumda halkımızın ve aydınlarımızın geleneklerinden gelen mazluma ve mağdura destek olma, onları koruyup kollama güdülerininin önemli rolu var. Bu gelenek zaman zaman bir zafiyet hali alıyor. Bu zafiyeti bugüne kadar AKP kullandı, değerlendirdi. Bu ulusal zafiyet; bugün de AKP karşısında bu akademisyenlerin imdadına yetişti. Artık olayın sıcaklığı gittiğine, sular durulduğuna göre bildirinin içeriğinin akademik irdelemesini yapabiliriz.
Bu arkadaşları hepimiz; “bilim yuvası “ olması gereken üniversitelerde görev yapmaları, akademik ünvanlar taşımaları nedeniyle bilim insanları olarak tanıyoruz. Bilim bizlere herşeyden önce “ Gerçeği olgularda arayın … “ der. Sizin tez ve teorileriniz , inanç ve ideolojileriniz olgulara uymuyorsa, olgularla çelişiyorsa hatayı tez, teori, inanç ve ideolojilerinizde aramanız gerekir. Bu bildirinin en vahim cümlerienden biri “ Devletin başta Kürt Halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini….talep ediyoruz.” İfadesir. Sayın “akademisyenlerin” “bilimsel” tesbitleri bu. Peki olgular ne diyor bu konuda ? Bölge halklarından Türkiye’ye sığınan 3 milyon insanın bu “bilimsel “ tesbitteki açıklaması ne ? Bu insanlar mazoşist mi, yani işkence edilmekten zevk alan ruh hastaları mı ? Veya Katliam Turizmi veya Katliam Safarisi gibi yeni bir turizm modası mı doğdu ? İnsanlar katliam heyacanı yaşamak için mi akın akın Türkiye’ye geliyorlar ? Bu kadar tutarsız, bilim dışı, akıldışı , ortada 3 milyon canlı kanıtı olan bir gerçeği ters yüz ederek; bir devleti , bir ulusu katliam gibi hiç haketmediği bir suçla itham etmek “ masum bir cehalet “le açıklanamayacak bir iftiradır. Gene de biz masum bir cehalet olarak kabul edelim, Sakallı Celal’in teorosi ile açıklayalım; “ Cehaletin bu kadarı ancak tahsille kazanılabilir. “
Konu bölge halkları olduğunua göre; İçinde bulunduğumuz tarihsel süreçte, coğrafi ve kültürel olarak parçası olduğumuz Orta doğu ve islam dünyasının yaşamakta olduğu olaylara bir göz atalım. Irak , Suriye, Libya ve diğer bir düzine islam ülke halkalarının yaşadıkları zulmün en yakın tanığı Türkiyedir, halkımızdır. Bölge halklarının yaşadığı zulümler, alışılmış ezberlerin söylediği gibi devlet zulmü değildir, tam tersine DEVLETSİZLİK zulmüdür. Emperyalist merkezlerde yönetilen operasyonlar sonucu, kamu otoritesinin yıkılması ile ipleri kimin elinde olduğu belli olmayan terör örgütlerinin hukuksuz, kuralsız, sınırsız siddeti ve zorbalığı insanların en temel yaşam haklarını yok etmiştir. Bu ülkelerde insanlar evlerinde yaşama, tarlalarını ekip biçme, fabrikalarını çalıştırma özgürlüklerini kaybettiler. Mülteci durumuna düştüler. Çocuklar ve gençler eğitilememekte, nitelikli eğitilmiş nüfus ülkelerini terketmektedir. İngiltere’deki Nijeryalı doktor sayısı Nijerya’daki doktor sayısından fazla. ABD’deki Somali’li doktor sayısı, Somali’deki doktor sayısından fazla.
İslam ülkelerinin sosyo – ekonomik – endüstriyel kapasiteleri zaten içler acısı idi. 1,6 milyar nüfuslu 57 islam ülkesinin Dünya ekonomisindeki payı %5. Yaklaşık Almanya kadar. Dünyadaki zenginlikler, sanayı, tarım, bilim teknoloji, askeri tesis ve donanımlar; Dünya ekonomisinin %95 ine hükmeden emperyal güçlerin elinde. ABD’nin –Askeri bütçesi kendisinden sonra gelen 50 ülkenin askeri bütçesinden daha fazla. Dünya üzerinde, kamuoyu tarafından bilinen askeri üslerinin sayısı 800.
Ama buna karşılık Dünyadaki terör örgütlerinin %99 u Dünya ekonomisin %5’i ile yaşamaya çalışan islam coğrafyasında. İstihbarat kaynaklarına göre sayıları 1500 olarak bildiriliyor. Bunlardan 10 tanesi biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde Kandil’de toplanıp Türkiye’ye yönelik kararlar aldılar. “Irak’ı, Suriye’yi hallettik, sıra Türkiye’de ….” diye de açıklama yaptılar. Ve Güneydoğuda şu an devam eden devlet operasyonlarının amacı, bu emperyalizm destekli terör kampanyasını bertaraf etmek kamu düzenini sağlamaktır.
Bölgede Terör sarmalına düşmüş ülkelerin halklarının tek yaşama umudu Türkiye’dir. Türkiye aynı duruma düşerse, bize sığınan 3 milyon bölge halklarının da, Türkiye’nin Türklerinin de, Türkiye’nin Kürtlerinin sığınabilecekleri ülke yok. Yani Dünya’da başka Türkiye yok. Bu gerçeği engin tarihi tecrübesi ile “akademisyenlerden” daha iyi gören Güneydoğu’daki kürt yurttaşlarımız, tüm Türkiye’ye kardeşlik dersi verdiler, Kandil’in maceracı çağrılarına itibar etmediler. Bölge halkı Saddam’ın Halepçe’sinden,günümüzde İŞİD katliamından kurtulan Kobani’li kürtlerin de, Ezidilerin de sığınabildikleri tek yerin Türkiye olduğunu unutmadı. Türkiye’nin birliğinin ve dirliğinin değerini, ilk tehlike karşısında kapağı Avrupa’ya atacak olan Beyoğlu – Galatasaray entellerinden daha iyi biliyorlar.
Türkiye Devlet olarak da halk olarak da ülkesine sığınan bölge halkları için büyük fedakarlıklara katlanmaktadır. O insanlarla ekmeğini, aşını, işini paylaşmaktadır. Bu kadar ağır bedeller ödemesine rağmen konukseverliğini korumaya olabildiğince özen göstermektedir. Malum “Akademisyenler” Türkiye’yi şikayet ettikleri Avrupa’nın, Amerika’nın “Üstün Beyaz Efendileri”nin 3-5 bin mülteci karşısında ortaya koydukları ırkçı tepkilerin yanında Türkiye Halkının 3 milyon sığınmacının yükünü taşırken gösterdiği hoşgörüyü, sabrı ve özveriyi karşılaştırmalıdırlar. Bu bildiri her şeyden önce Türkiye halkının katlandığı bu fedakarlığa karşı vicdansızca bir suçlamadır.
Bunlar diyecekler ki “ efendim biz halkı değil devleti suçladık…” Bu konuda Atatürk’ün özlü bir sözü vardır. “Her millet icraatına tahammül etiği hükümet’in suçlarından sorumludur . “ der. Bu sorumluluk iktidarların seçimle belirlendiği ülkeler için daha dolaysız bir sorumluluktur. O nedenle hükümetlere yönelik “insanlık suçu” niteliğindeki suçlamalar aynı zamanda o ülkenin halklarına karşı yapılmış bir suçlamadır.
Bu akademisyen arkadaşlar Terör örgütü PKK’ya karşı yürütülen operasyonları bir suç olarak görüyorlar ve bildirilerinde “ … Bu suça ortak olamayacağız … “ diyorlar. O bölgede başka suçlar da işleniyor. Çocuk , yaşlı, hasta silahsız insanların barındığı evlere, insanların yürüdüğü, çocukların oynadığı sokaklara silah, cephane, patlayıcı depolama, bomba tuzaklama, silahsız insanların yaşam alanlarını savaş alanı haline getirme, silahsız insanları tehditle canlı kalkan olarak kullanma suçları hakkında ne düşünüyorlar. Bu suçlar için “ … ortak olmayacağız .. “ demediklerine göre “ ortak “ olduklarını mı anlayacağız?
Her savaşta olduğu gibi terörle mücadele savaşında da masum insanlar mağdur olmaktadır. Ne yazık ki savaşların genel kanunudur bu. Bütün savaşların mağdurlarının büyük çoğunluğu masum mağdurlardır. Eğer öyle olmasa, savaşlarda gerçek sorumlular mağdur olsa, Dünyada savaş diye bir şey kalmaz. Eğer bu savaşta Kandil ‘deki uyuşturucu baronları, Ankara’daki saray erkanı veya Waşington’daki, Brüksel’deki, Londra’daki, Moskova’daki, Telaviv’deki beyaz eldivenli eşkiyalar ölecek olsaydı, böyle bir savaş olmazdı. Çatışmanın tarafı olmayan kadın, erkek, çocuk halktan insanlar masum mağdurdur, terör örgütünün çatışmaya sürdüğü gençler de , şehit askerler de, polisler de ve bunların acılı yakınları da masum mağdurlardır.
Egemen bir devletin, kendi toprakları üzerinde silahlı çatışmalar çıkarmak, hava bombardımanları yapmak, vatandaşları ile güvenlik güçlerinin çatışması hiçbir devlete, millete ve hükümete şan , şeref, itibar ve saygınlık kazandırmaz. Aynı şekilde o ülkenin vatandaşları için de bu durum övünülecek bir şey değil utanılacak bir şeydir. Bu bakımdan sosyal medyada ve antisosyal medyada çatışmalarda ölenler üzerine sadistçe mesajlar verenleri politik değil, psikopatolojik-klinik vakalar olarak değerlendirmek gerekir.
Ancak, her savaşta olduğu gibi terörle savaşın da kaçınılmaz yasaları vardır. Teröre karşı tedbir ertelendikçe insani maliyetleri de artar. Terörle mücadeleyi erteleme zamanı aritmetik dizi olarak artarsa, mücadelenin insani maliyeti geometrik dizi olarak artar. Bugün bu operasyonların insani maliyeti yüzlerle ifade edilmektedir. Eğer bu mücadele birkaç yıl ertelenirse insani kayıplar yüzbinlerle ifade edilecektir. O nedenle Devletin vicdanı ve aklı bu terör matematiğine göre düşünmek ve davranmak zorundadır.
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 15.04.2016 00:00:00 / Okunma = 18407