AKP 9 yıl önce “4+4+4” eğitim sistemine geçtiğinde, o dönem muhalefet cephesinde yer alan MHP Lideri Devlet Bahçeli, “eğitimin en az anayasa kadar, belki de ondan daha önemli” olduğunu vurguladıktan sonra, iktidarın eğitim politikasını şöyle özetledi:
“AKP’nin istediği, daha iyi yetişmiş, analitik bakış açısına sahip ve sorgulayıcı bir zihni yapıya ulaşmış nesillerin varlığı değildir… AKP için asıl hedef, geleceğimizi esaret altına almak için bugünden girişimlerde bulunmak; körpe dimağları, diri heyecanları ve gencecik ümitleri parçalanmanın ara bir istasyonu haline getirmektir… Bilhassa 28 Şubat’ın ürünü ve meyvesi olduğunu unuturcasına, geçmişle hesaplaşma ve rövanş alma adına eğitim sistemini seferber eden bu siyasi anlayış, yarınlarımıza fütursuzca ve gözünü kan bürümüşçesine ipotek koymuştur.”
Bahçeli, sözkonusu değişiklikler için dünyadaki gelişmelerin referans gösterilmesini ise, “Biliniz ki, Tanzimatçıların kafası da böyleydi. Islahat arayışında olanların, reform diyerek küresel projeleri sahiplenenlerin bakışı da bu şekildeydi.” sözleriyle eleştirdi.
Kreşlerde Kur’an Kursu
Konumuz, günlerdir tartışılan 4-6 yaş grubuna Kur’an Kursu’nun okul öncesi eğitim programına alınması.
Bilindiği gibi, Milli Eğitim Şûrası 7 yıl aradan sonra geçen ay başında “Eğitimde fırsat eşitliği” başlığıyla toplandı. Toplantının ilk gününde konuşan Erdoğan, “Tüm evlâtlarımızı geleceğe daha nitelikli, daha kalifiye, daha donanımlı bir şekilde hazırlamanın çabasında olduklarını” söyledi. Diğer açıklamaları ise Bahçeli’nin 9 yıl önceki sözlerine cevap gibiydi.
“Dünyadaki değişimin de Türkiye’deki dönüşümün de görmezden gelinemeyeceğini”, “iletişimin, teknolojinin, farklı bilgi kaynaklarının hayatın merkezine bu kadar oturduğu dönemde tek sesli, tek boyutlu bir eğitimin sürdürülemeyeceğini” anlattı.
“Merkezinde, makbul vatandaş yetiştirmenin olduğu bir eğitim-öğretim sisteminin bizi geleceğe taşıması zaten mümkün değildir.” değerlendirmesini yaptı.
İnsanımızın hafızasında derin yaralar açan 8 yıllık kesintisiz eğitim yerine 4+4+4 sistemini getirdiklerini hatırlatıp, “Bugün artık isteyen her öğrencimiz, ülkemizdeki tüm okullarda mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamberimizin hayatını öğrenebiliyor… Biz başkaları gibi eğitime ideolojik gözlüklerle bakmıyoruz. Biz başkaları gibi rövanşizm peşinde değiliz. Biz sadece sorunları çözmenin, yanlışları düzeltmenin peşindeyiz.” dedi.
Şura’da ise şu oldu: ihtisas komisyonunda tartışmaya bile açılmayan “okul öncesi din eğitimi” önerisi, İktidara yakın sendikanın son dakika dilekçesiyle doğrudan genel kurul gündemine getirildi. Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in dilekçeyi okuyup oylatmasıyla sözkonusu öneri kabul edildi.
Böylece Bahçeli’nin “Anayasa’dan daha önemli” dediği ve hepimizi ilgilendiren eğitim sisteminde, bir sendikanın arzusuyla yepyeni bir “evreye” geçilmiş oldu. 1 ay sonra da, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın katıldığı törenle, 4-6 yaş için Kur’an Kursu açıldı.
Ve konu ne yazık ki -işin pedagojik ve bilimsel boyutları tartışılamadan- CHP’li Özgür Özel’in, “Ortaçağ zihniyeti” nitelemesi üzerinden siyasi kavganın malzemesi haline getirildi.
AKP’liler bu vesileyle bol bol “Eski Türkiye”ye vurdu… Erdoğan ise işi, Bay Kemal’e “Havlayanları sustur” çağrısına ve “Bu ülkede bizim dinimize, diyanetimize saldıracak olanların haddini de hesabını da biz bildiririz ve sorarız. Sizin sokak teröristlerinden ne farkınız var? Aynısınız… Benim tanıdığım bu millet, 2023’te dinimize, diyanetimize saldıranlara hesabını soracaktır.” demeye vardırdı.
“FETÖ”nün Eğitim Şûrası
Yok; milli eğitimin tüm kademelerinden sonra sonra kreşlerde de tarikatların/cemaatlerin hüküm sürmesi tehlikesine, Erdoğan’ın “dindar-kindar nesil yaratma” projesine ya da “2023 menziline” değil, işin uluslararası/emperyalist boyutuna ilişkin önemli bir ayrıntıya dikkat çekeceğiz. Ancak öncesinde şunun altını çizelim:
ABD/CIA maşası “FETÖ”nün, AKP ile ortakken, 2005 yılında Erzurum’da düzenlediği “eğitim” konulu 9. Abant Platformu’nda, “din ve ahlâk eğitimine erken yaşlarda başlama özgürlüğüne saygı gösterilmesi” istenip şu önerilerde bulunulmuştu:
“İslâm eğitim geleneğinden ve eğitim alanını tam bir sivil ruhla düzenleyen Osmanlı tecrübesinden istifade edilmelidir. Sivil teşebbüse daha fazla imkân tanınarak; eğitim, katı bir şekilde merkezden düzenlenmeyip, ebeveynin görüş ve önerilerinin dikkate alınması eğitimde bir esas olarak kabul edilmelidir. Gerektiğinde eğitim kız-erkek karma veya müstakil olarak gerçekleştirilebilmelidir… Yaygın din eğitim ve öğretiminde yaş sınırı kaldırılmalıdır.”
Şimdi, “FETÖ hayal etti, AKP gerçekleştiriyor.” dense, yanlış mı olur?
İkiz Sözleşmeler’i Hatırlar Mısınız?
Kreşlerde Kur’an Kursu’nun uluslararası boyutuna gelelim.
BM’nin, “İkiz Sözleşmeler” diye bilinen 1966 tarihli iki sözleşmesi var: Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme.
Bilmeyenler için bu sözleşmelerin anlamını, önemini ve ülkemizdeki yansımalarını özetleyelim.
Emperyalistler bu sözleşmeleri imzalamamızı yıllarca istedi. Ancak, özellikle ilkinde yer alan “self determinasyon/kendi kaderini tayin hakkı” maddesinden dolayı hiçbir iktidar buna yanaşmadı.
Ta ki 2000 yılında, MHP’nin de ortak olduğu koalisyon hükümetine kadar. “AB’ye uyum” adı altında imzalansa da, gösterilen tepkiler üzerine TBMM onayına sunulamadı.
Onaya sunma ise, yine “AB’ye uyum” gerekçesiyle, 4 Haziran 2003’te AKP iktidarına nasip oldu!..
Neyse ki, sözleşmelere 3 beyan ve 2 çekince kondu. İlk sözleşmeye konan çekince, “self determinasyon”un yanı sıra “azınlıkların korunması” başlıklı şu madde ile ilgiliydi:
“Etnik, dinsel veya dil azınlıklarının bulunduğu Devletlerde, bu azınlıklara mensup olan kişiler, kendi gruplarının diğer üyeleri ile birlikte, kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerine inanma ve bu dine göre ibadet etme, ya da kendi dillerini kullanma hakkından yoksun bırakılmayacaklardır.”
Sözkonusu maddeyle ilgili, “Türkiye Cumhuriyeti, Sözleşme’nin 27. maddesini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Andlaşması ve Ek’lerinin ilgili hükümlerine ve usullerine göre uygulama hakkını saklı tutar.” denildi.
İkinci sözleşmede ise “eğitim hakkı” başlıklı madde şöyleydi:
“Bu sözleşmeye taraf devletler, ana babaların veya –bazı durumlarda- yasal yoldan tayin edilmiş velilerin çocukları için, kamu makamlarınca kurulmuş okulların dışında, Devletin koyduğu ya da onayladığı asgari eğitim standartlarına uygun diğer okulları seçme özgürlüğüne ve çocuklarına kendi inançlarına uygun dinsel ve ahlaki eğitim verme serbestliklerine saygı göstermekle yükümlüdürler. Bu maddenin hiç bir hükmü, bireylerin ve kuruluşların eğitim kurumları kurma ve yönetme özgürlüklerini kısıtlayacak şekilde yorumlanamaz; bu özgürlüğün kullanılması, daima bu maddenin 1.fıkrasında ortaya konmuş olan ilkelere uyulmasına ve böyle kurumlarda verilen eğitimin Devlet tarafından belirlenebilecek asgari standartlara uygun olması gereğine bağlıdır.”
İşte buna karşılık olarak Ankara da Anasaya’mızın 3. (Devletin bütünlüğü ve dili), 14. (Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması) ve 42. (Eğitim ve öğretimin, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, Devletin, gözetim ve denetimi altında yapılması, bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaması) maddelerine atıfla çekince koydu.
Bahçeli “Dehşet” Dedi
Konunun öneminin anlaşılması için hemen MHP Lideri Bahçeli’nin, bu “açılıma” tepkisini de aktaralım. Şunları söyledi:
“BM ikiz sözleşmelerini yangından mal kaçırır gibi Meclis’te onaylatmalarını, ‘AB’ye uyum paketlerini’, Devlet ve yerel yönetim reformu hazırlıklarını, yan yana koyduğumuzda dehşete kapılmamak mümkün değildir. Çünkü ortada birbirini tamamlayarak, milli ve üniter devletimizi tarumar etmeye yetecek bir dizi düzenleme bulunmaktadır… Aslında AKP Hükümeti, AB yönetiminin ‘siyasi taşeronu’ gibi davranmaya niyetli ve kararlı olduğundan, bu sözleşmelerin Meclis’te doğru dürüst tartışılıp, gerekli çekinceler konmadan geçmesi için ısrarcı olmuştur… AKP iktidarı, ikiz sözleşmelerle ve uyum paketleriyle teslimiyetçi lobilere ve Türkiye düşmanlarına bayram havası yaşatmaktadır… Kısacası, Türkiye, lobilerin desteğindeki AKP iktidarı eliyle milli tapusu olan Lozan’ı delik deşik eden bir noktaya doğru hızla sürüklenmektedir.”
Bahçeli, bir başka açıklamasında İkiz Sözleşmeler’in “Türkiye karşıtlarının eline verilen çok büyük bir silah” olduğunu, “yakın gelecekte çok büyük tartışma ve sorunlara neden olacağını”; bir diğerinde de bunun “milli ve üniter devlete hançer gibi saplandığını” vurguladı.
ABD-AB’nin Yeni Talebi, AKP’nin 2018 Sözü
Sonra ne oldu? ABD ve AB, bu defa da İkiz Sözleşmeler’deki çekinceleri kaldırmamızı istemeye başladı.
Ana sebebi malûm; PKK/bölücülük hamiliğinin yanı sıra Ruhban Okulu’nun -Lozan’a aykırı biçimde- Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kapsamı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimi dışında açılabilmesi. Ki, daha geçen ay başında açıklanan ABD Dini Özgürlükler Raporu’nda Ruhban Okulu meselesi bir kez daha vurgulandı.
Bunlara, emperyalizm ve Vatikan’ın bölgemizdeki Hıristiyanlaştırma-misyonerlik faaliyetlerini, ülkemizin Suriyeliler başta olmak üzere göçmen deposu haline getirilmesini de ekleyelim; o sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılmasının varacağı yer belli.
Öte yandan AKP’nin, Harf Devrimi başta olmak üzere İnkılap Kanunları ile yıldızının barışmadığını biliyoruz.
“Ama artık milli ve yerli bir iktidar var.” denebilir. O halde rejimi değiştiren, üstelik AKP-MHP ortaklığında gidilen 2018 seçiminde, AKP’nin beyannamesinde yazılanları hatırlayalım mı?
“İnsan hakları alanında önemli reformlar yaptık. İnsan hakları alanında evrensel nitelikteki en önemli belgelerden olan 1966 tarihli ‘BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ ile ‘BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’yi onayladık.” diye övünülürken, örneğin şu vaatlerde bulunuldu:
“Devlet vatandaşlarının dinlerini ve inançlarını öğrenmek maksadıyla teşkil ettikleri kurumları ve örgütlenmeleri destekler… Farklı dinlere mensup vatandaşlarımızın sorunlarının çözümü, onların vakıf veya başka kurumlarına ait haklarının iade edilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu doğrultuda dini cemaat vakıfları ve onların yapılanmaları üzerindeki kısıtlamalar ve baskılar kaldırılmıştır… Yeni dönemde de AK Parti, tüm inanç kesimlerinin hiçbir ayrımcılığa maruz kalmaksızın özgür bir şekilde inançlarının ve kimliklerinin gereğini yaşamalarının teminatı olmaya devam edecektir… 2002 yılından beri eğitim alanında önemli gelişmeler kat ettik… İlk olarak, eğitimde geçmiş yıllardan devralınan katı ideolojik, tek tipçi ve anti-demokratik karakteri yok etmeye odaklandık… [Yeni dönemde] Milli Eğitim Bakanlığı’nın kurumsal örgütlenmesini, eğitim sisteminin ulusal düzeyde politika belirleme, koordinasyon ve denetiminden sorumlu olacak ve katılımcılığı artıracak şekilde geliştireceğiz.”
Ez cümle; kreşlerde Kur’an Kursu görünürde “dindar nesil yaratma”, gerçekte ise İkiz Sözleşmeler’deki eğitimle ilgili çekincelerin fiilen kaldırılmasında önemli bir kilometre taşıdır.
Zaten bebelerin eline Kur’an verilip bunun “milli güvenlik meselesi” olarak sunulduğu günlerde, zamanı gelmediği halde limanlarımızın işletme süresinin 49 yıla kadar ihalesiz uzatılması çok şey anlatmıyor mu?!