TEMEL EĞİTİMDE YENİDEN OKULLAŞMA HAMLESİ BAŞLAMALI
EĞİTİMDE REFORM ZORUNLULUĞU
Bu konu 3 alt başlık atında ele alınmalıdır. Müfredat programının çağdaş bir anlayışla yeniden ele alınması, kentlerde okulsuzlaşmaya karşı yeni bir okullaşma projesi ve kırsal kesimde okulsuzlaşmaya karşı yeni bir okullaşma projesi yeni baştan düzenlenmelidir. Bunlardan en öncelikli olanı da 7-15 yaş grubu çocukların TEMEL EĞİTİMİ için yeniden OKULLAŞMA HAMLESİ başlatılmalıdır. Eğitimde ilk öncelik bu konu olmalıdır.
HER ÇOCUK TEMEL EĞİTİMİNİ AİLESİ İE BİRLİKTE OTURARAK, MAHALLESİNDE YÜRUYÜŞ MESAFESİNDEKİ OKULDA, MAHALLE ARKADAŞLARI İLE BİRLİKTE YÜRÜYEREK GİDİP GELİP OKUYABİLEĞİ BİR OKULA kavuşturulmalıdır.
KENTLERDE TEMEL EĞİTİMDE YENİDEN OKULLAŞMA HAREKETİ
Şu anda yürülükteki yasaya göre 8 yıllık Temel Eğitim okullarında 7 – 15 yaş grubu çocuklar okumaktadır. Bu yaştaki çocukların, ailelerinden ayrı yurtlarda kalması da sabahın köründe kalkıp gidiş ve geliş olarak servis otobuslerinde trafik keşmekeşi içinde saatler geçirmeleri onlar üzerinde ciddi psikolojik travmalar yaratacaktır. Ailesinden ayrı, mahalle arkadaşlığı yaşayamadan, sokakta oyun oynayamadan çocukluklarını geçirmektedirler. Bu tür travmatik bir çocukluk geçiren insanlarda ilerde şiddet ve suç eğilimlerinin daha çok olduğu bilimsel araştırmalarla saptanmıştır. Ünlü astronom Prof. Carl Sagan , COZMOS adlı eserinde bu teklikeyi şöyle ifade ediyor (1).
“ …Memelilerin özellikleri arasında olan burun ve ağız sürterek sevişmek, öpüşmek. Okşamak, çiftleşmek, yavruları sevmek, sürüngenlerde rastlanmayan özelliklerdir…………………………………………….. … anne baba şefkatininin memelilerdenaldığımız yapımızı geliştireceğini ve anne baba tarafından fiziksel olarak sevgi gösterilmemesi halinde, sürüngenlerden aldığımız özelliklerimizin dürtüleneceğini beklemeliyiz… .................................... ................. Harry ve Margaret Harlow’un laboratuar deneyleri fiziksel sevgiden uzaklaştırılmış durumda kafeslerde yetişen maymunların, arkadaşlarını görüp duyabilme ve koklayabilmelerine karşın, içlerine kapanık, kederli, kendilerine eziyet edici ve genellikle anormal karakterli oldukları saptanmıştır. İnsanlarda da aynı durum söz konusudur. Nitekim anne babanın fiziksel sevgisinden uzak olarak genellikle bakımevlerinde yetişen çocuklarda bu durum görülüyor. Çocukların buralarda acı çektikleri açıkça ortada.
Nöro – psikolog James Prescout sanayi-öncesi 400 toplulukta yaptığı incelemelerde, fiziksel sevgiye yer veren kültürlerde yetişen çocukların şiddet eğilimli olmadıklarını görmüştür. ……… ……………. Prescot’ın kanısınca, bireyleri yaşamlarının en azından bir ya da iki kritik dönemlerinde, başka bir deyişle, çocukluklarında ya da erginlik yaşlarında bedensel sevgiden yoksun bırakan kültürlerde şiddete yataklık eden bir ortam gelişiyor. Fiziksel sevgi gösterilen kültürlerde hırsızlık, kitlesel din örgütlenmeleri ve kıskançlık tohumu taşıyan zenginlik gösterisine rastlanmamaktadır. Çocukların dövüldüğü yerde kölelik, cinayet, düşmanları sakatlama, işkence , kadınları hor görme ve günlük yaşama olağanüstü varlıkların müdahale ettikleri inancı hüküm sürmektedir… “
7-15 Yaş grubu çocukların kaldığı yurtlarda, maruz kaldıkları şiddet, cinsel saldırı vakalarını, servis minibüs mafya çetelerinin çatışmaları arasında kalmalarını, biraz da bu gözle değerlendirmek gerekiyor. Geleceğe ruhen sakatlanmış nesiller yetiştiriyoruz. FETÖ’ye, El Kaide’ye, DAEŞ’e militan ham maddesi üretiyoruz. Bu nedenle kentlerde kırsal kesimde mutlaka yeni OKULLAŞMA PLANLARI yapılmalı ve uygulanmalıdır.
HER ÇOCUK TEMEL EĞİTİMİNİ AİLESİ İE BİRLİKTE OTURARAK, MAHALLESİNDE YÜRUYÜŞ MESAFESİNDEKİ OKULDA, MAHALLE ARKADAŞLARI İLE BİRLİKTE YÜRÜYEREK GİDİP GELİP OKUYABİLEĞİ BİR OKULLAŞMA PLANI yapılıp uygulanmalıdır.
Böyle birOKULLAŞMA KAMPANYASININ 2 olumlu yan ürünü, ekonomik, sosyal ve afet güvenliği katkısı olacaktır. Birincisi okul servis araçlarının önemli bir kısmının ortadan kalkması ile trafikte önemli azalma olacaktır. İkincisi mahalle temel eğitim okulları aynı zamanda AFET SIĞINMA MERKEZLERİ ( ASM ) olarak düzenlenerek çift fonksiyonlu değerlendirilmelidir. ASM’ler yaşayan canlı merkezler olmalıdır. Bir parkın bir köşesinde terkedilmiş konteynerler göstermelik ASM’lerdir, sığınanlara bir şey veremez.
Afet’in, özellikle beklenen İstanbul depreminin hangi mevsimde geleceği belli olmaz. Karakışta da gelebilir, temmuz sıcağında da gelebilir.
KIRSAL KESİMDEKİ OKULSUZLAŞMAYA ÇÖZÜM ÜRETİLMELİDİR
KIRSAL BÖLGELERDE SOSYO – EKONOMİKHAYATIN ÇÖKMESİ
DURDURULMALI VE YENİDEN CANLANDIRILMALIDIR
Eğitim politikaları ile kırsal bölgelerdeki sosyo-ekonomik çöküş; neden – sonuç – neden ilişkileri ile birbirini etkilemekte, biri diğerinin hem nedeni hem sonucu olarak bir kısır döngü (fasit daire ) içinde birbirini yok etmektedir. Bu özellik nedeni ile kırsal kesimde temel eğitim için özel bir OKULLAŞMA proje hazırlanması gerekiyor.
1950’den başlayarak gerek kırdan kente göç, gerek yurt dışına işçi göçü ile köyler genç nüfusu sürekli kaybetti. Buna bağlı olarak köy okullarında öğrenci sayısı azaldı. Öğrenci sayısı belli bir miktarın altına düşünce mevzuat gereği o okul kapanıyor, öğretmen atanmıyor. Okul kapanınca köyünde yeterli geçim olanakları olan aileler de çocukların eğitimi için çaresiz kalıyorlar. Ya onlar da kent merkezlerine taşınıyorlar veya 7-15 yaş grubu çocukalarını malum sicili bozuk yurtlara vermek zorunda kalıyorlar, ya da Taşımalı Eğitim denen sisteme bağlanıyorlar. Çocuklar, tıpki kentlerdeki yaşdaşları gibi, günün 3-4 saatini dağ- bayır yollarda geçiriyorlar. Ülkemiz için ileri bir adım olan Temel eğitimi 8 yıla çıkarılması, kırsal kesimdeki eğitimin ve sosyo-ekonomik yapının çözülme sürecini daha da hızlandıran olumsuz bir sonuç da üretmiştir. Zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasından sonraki eğitimdeki yap bozlarla 17000 köy ilkokulu kapandı. Bu okulların 1930’larda, 40 larda, 50 lerde nasıl fedakarlıklarla kurulduğu milli hafızada kayıtlı.ÇÖKEN KIRSAL SOSYO – EKONOMİK YAPI YENİDEN CANLANDIRILMALIDIR.
Bu başlığın ekonomi ve ulusal güvenlik politikaları ile birlikte değerlendirilmesi de gerekiyor, ancak, eğitimle neden – sonuç – neden kısır döngüsü ilintisi nedeniyle burada ele alıyoruz. Kırsal kesimin sosyo – ekonomik yaşamı aynı zamanda TARIMSAL ÜRETİM KÜLTÜRÜNÜN de yaşamıdır. Tarımsal üretim kültürünün yaşaması bir ülke için ekonomik zenginlik olmasının yanında bir ulusal güvenlik sorunudur da. Bir ulusun ve devletin ayakta kalabilmesi, bekası için GIDA GÜVENLİĞİ en az silah kadar önemli bir faktördür. Bu da Tarımsal Üretim kültürünün yaşamasına bağlıdır. Savaş halinde, bir amabargo halinde, uzun süreli ekonomik veya ekolojik krizlerde market raflarındaki gıda maddeleri tükenince kendi milli üretim kabiliyet ve kapasiteleri ile karnını doyuramayan uluslar ayakta kalamazlar. Tarihte ve günümüz dünyasında ders alınacak olumsuz ve olumlu birçok örnek vardır.
SSCB’de Stalin döneminde Tarımda Tollektifleştirme programı çerçevesinde çiftçiler doğrudan infazlarla veya çalışma kampları üzerinden öbür dünyaya gönderildi. Tabi buna bağlı olarak bin yılların birikimi tarımsal üretim kültürü de öldürüldü, ve sonuç; tarımın çökmesi ve milyonlarca insanın açlıktan ölümü.
Günümüzde birçok gelişmiş ülke Tarımsal üretim kültürünü ayakta tutmak için özel teşvikler uyguluyorlar. Örneğin Almanya, çiftçilerin sektörü terketmelerini önlemek için Enerji bitkileri üretimine özel destek veriyor. Biyokütle ve biogaz üretimi yolu ile elektrik üreten santrallara destek fiyatları ile alım garantisi veriyor. Bundan 3 yıl önceki istatistiklere göre Almanya’daki bu tür elektrik santrallarının sayısı 9000 idi.Ülkemizdeki duruma bakarsak; ekonomist Mahfi Eğilmez, NTV’deki günlük programlarından birinde ( 29.01.2016 ) aynen şöyle diyor. “ Türkiye’nin kır – kent demografik yapısı çok bozuldu. İl ve İlçe merkezlerinde oturanların genel nüfusa oranı % 92. Çok kötü bir oran. Tarım ve hayvancılığımızın gerilemesini başka yerde aramayalım. En büyük 3 kentin nüfüs toplamının ülke nüfusuna oranı 1/3 …” Tabii burada kırsal kesimdeki % 8 nüfüsun büyük çoğunluğunun üretim yeteneği tükenmiş yaşlı nüfus olduğunu dikkate alırsak, durum “çok kötü”nün ötesinde vehamet derecesindedir.
Sonuç olarak kırsal kesimdeki temel eğitim örgütlenmesini ve tarımsal üretim kültürünü yaşatma projesini birlikte ele alıp, eşgüdümlü bir planlama ve uygulamaya ihtiyaç var. Türkiye’nin tarihinde ve Dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan bir durum, hazır bir reçetesi yok. Köy Enstitüleri örneğinde olduğu gibi yaratıcı düşünceye ve kamu girişimciliği çoşkusuna ihtiyaç var. Örneğin; 3- 5 köyün merkezi bir bölgesinde devletin eğitim- sağlık- güvenlik birimleri ( Okul, sağlık ocağı, jandarma karakolu ve lojmanları) toplanabilir. Hem buradaki kamu görevlilerinin çocukları hem de yakın köylerin çocukları eğitim alır. İlçe ve il merkezleri işsiz, üretimsiz, dengesiz nüfus yığılmasından kurtulacak, kırsal kesimde sosyo-ekonomik yapı yeniden yaşam bulacaktır.
MÜFREDAT PROGRAMLARININ YENİLENMESİ
2017 başından itibaren yürürlüğe giren yeni müfredat programı yukarda da ifade ettiğimiz gibi çağın ihtiyaç ve gereklerine cevap verecek bir yenilenme, yenileşme maalesef değildir. Türkiyenin eğitim kalitesini 100 yıl önceki Cumhuriyet Devrimi’nin Tevhid-i Tedrisat programlarının da gerisine düşürmüştür. Bilimi, eleştirel aklı dışlayan ortaçağ dogmalarını kutsayan bu müfredat programları ile yetişen nesillerle muasır medeniyetler seviyesine erişilemez. Bölgesel güç, küresel güç olma hayalleri maceracı söylemler olmaktan öteye geçemez. Bu müfredat ile yetişen kurmay subaylar, diplomatlar, ABD’li, Rus, İngiliz, İsrail kurmay subayları ve diplomatları ile SATRANÇ , BRİÇ oynayamaz. Oynamaya kalktığı zaman da MAT olur veya BATAR. Tabii BATAN ve MAT olan onlarla birlikte Türkiye olacaktır. Bu eğitim müfredatı 15 Temmuz paşalarına Işık Evlerinde uygulanan müfredatla aynıdır. Bu mürredat ancak O paşalar kalitesinde paşa ve diplomat yetiştirir. Muhtemeldir ki bu müfredatın hazırlanmasında MEB’ndaki kripto FETÖ’cülerin etkisi ve ağırlığı egemen olmuş.
Muhalefet bu müfredat programını yenilemeyi programına almalıdır. Bilimi ve eleştirel aklı öne alan, Türkiye’nin Cumhuriyet Aydınlanması ile yetiştirdiği eğitim - bilim insanlarının, ailelerin, iş çevrelerinin, meslek kuruluşlarının katkı ve katılımları yeni bir müfredat programını hazırlamayı vadetmelidir.
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 10.06.2018 00:00:00 / Okunma = 18049