Herhalde herkes hatırlayacaktır. Okulların ve devlet binalarının koridorunda içi kum dolu kovalar, duvara asılmış balta ve çengeller bulunurdu. Bunlar, bir yangını söndürmede kullanılmak üzere orada hazır bulunmalıydı. Bu binalarda belki de hiç yangın çıkmayacaktı ama ya çıkarsa insanlar hazırlıksız yakalanmamalıydı. Ayrıca bu kurumlarda yangın söndürme ekibinin listesi yapılır, ara sıra sahte yangınlar bile çıkarılarak tatbikatta bulunulurdu. Bazı dolapların üzerine yapıştırılan“Yangında ilk kurtulacak” levhasını da hatırlamayan yoktur.
Bu tatbikatlar, şimdi kovit salgını nedeniyle herkesin hayatına giren aşı yoluyla insan vücudunda antikor oluşturmaya benziyor.
Geçtiğimiz 18 yılda uğradığımız rejim yangınına karşı, toplum bünyesi, zamanında tepki veremedi veya tepkiler yeterince etkili olamadı. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Yurdun birçok yerinde art arda çıkan ve güzelim ormanlarımızı bir kül yığına çevirmekle kalmayıp, birçok cana ve mala da sebep olan yangınlara da hazırlıksız yakalandık. Bu ihmal karşısında söylenecek çok şey var.
Sorumluluğun en büyüğünü siyasi sistemin başında bulunanların taşıdığı açık. Her türlü felaket karşısında “Allah’ın takdiri” teslimiyetçiliğine sığınanların yönettiği bir ülkede yaşıyoruz. 1999’da Kocaeli Depremini, Gölcük Askeri tesislerine subaylar içki içtiği için ilahi bir cezalandırma olduğunu söyleyenleri unutmadık.
Bu zihniyettir ki, yıllardır dere yataklarına ev ruhsatı veriyor. Fay hatları üzerinde komut yapılmasına göz yumuyor. Depremlerden hasar görme riski olan yapıların yenilenmesini alabildiğine ağırdan alıyor. “Kanal İstanbul” deyip, “Kanal İstanbul” işitiyor.
Bunda devlet bütçesinin kullanılmasında önceliğin neler olması gerektiğindeki anlayış yatıyor. Başkanlık sarayları yapılmasından hiç geri durulduğu yok. Kötü bir din istismarcılığının örneği olarak büyük camiler inşa edilip sultanlara özeniliyor. Deprem, sel, yangın gibi büyük felaketle sonrasında bölgelere giden yetkililer, yaraların en kısa sürede sarılacağını söylüyor. Çünkü bu seçmenler, bir dahaki seçimlerde onlara lazımdır… Yara sara yöntemlerinden birinin de felakete uğrayan yurttaşlara platformdan paket paket çay fırlatılması olduğunu öğreniyoruz!
Türk Hava Kurumunu işlemez hale getirenler, kendi emirlerinde bir uçak filosu bulunduruyorlar.
Uzak geleceği ve ihtimalleri düşünüp önlemler alan devletler sağlam dayanaklar üzerinde yarınlarına güven duyarlar. Başkalarına saldırma niyeti beslemeyen barışçı ülkeler bile, “Ne olur, ne olmaz” diyerek ordu besleme külfetine bu nedenle katlanırlar. Bilime yatırım, geleceği güvence altına almak içindir. Bunlar, bir cami, saray veya gökdelen gibi hemen göze çarpan ve oy getiren yatırımlar değildir. Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet camilerinin yapıldığı dönemlerde Osmanlı duraklama ve ardından gerileme dönemine girmişti. Ayakta kalmak için Avrupa’ya yetişmenin zorunlu olduğu anlaşıldığında bile, “İtibardan tasarruf yapmamak için” Anadolu köylüsünden gıdım gıdım alınan vergilerle Dolmabahçe Sarayı gibi, hazineler yutan yapılar dikildi.
Yaşadıkları saraylarla, koruma ordularıyla, bölgesel hâkimiyetler kurmak için emperyalistlere özenmeyle Türkiye, dünyada itibar sahibi olabildi mi?
Keşke zamanından önlem alınarak orman yangınlarını söndürmek için bir uçak filomuz olsaydı hem ülkenin akciğerlerini korumuş olur, hem de dünyada daha itibarlı bir ülke olurduk.
Yangından zarar görenlerin üstüne çay paketleri fırlatmak, hem münasebetsiz, hem de gülünçtür. Bu davranış, yönetimin başında bulunan kişinin artık mantık dengesini de kaybettiğinin kanıtıdır. (Ayvalık, 1 Ağustos 2021)