Bu yazı serisinin birinci bölümünde, Türkiye’nin eğitim için seferber ettiği kamu, özel kaynakları sıralamış, bunların toplam ekonomik büyüklüğü ile gerek nüfus oranı, gerek milli gelir içindeki oransal pay olarak, Türkiye’nin Dünya ortalamasının açık ara önünde olacağını ifade etmiştik. Buna karşılık nitelik sıralamasında sonlardan daha sonlara doğru sürüklenişimize dayanarak, yazının sonunda şu soruyu sormuştuk; “ Bu kadar kaynak kullanımına, fedakarlığa karşılık BU BAŞARISIZLIĞI NASIL BAŞARIYORUZ ? “ Bu soruya yanıt araştıracağız. Önce yaşanmış ibretlik bir alıntı ile başlayalım. Milliyet gazetesinde Nagehan Alçı 25 Aralık 2016 tarihli köşesinde çocukları ile ilgili bir anısını paylaşıyor, kış saatine geçilmesini istiyor ve şöyle yazıyor : “Mehmet Tezkan haklı. Bizim evde de durumlar fena. Pıtırlar okula başladı., çok da severek gidiyorlardı başta ancak şu kış saatine geçilememesi durumu var ya … Her geçen gün sabahlar daha da karardı, karardı ve epey süredir bıdıklar resmen zifiri karanlığa uyanıyor, aynı zifiri karanlıkta servise biniyorlar. Bırakın okula gitmayi, ben o karanlıkta yataktan kalkıp onları evin içinde hazırlarken dahi zorlanıyorum. Hele geçen gün evden çıkarlarkan “ iyi geceler anne “ demesinler mi … içim parçalandı, bu yazıyı yazmak şart oldu. Ne olur yol yakınken dönün bu karardan, alın şu satleri geri, kıymayın yavrulara… “ Nagehan Alçı, Mehmet Tezkan gibi toplumun üst tabaka varsıl ve eğitimli kesiminin çocukları bu kadar “ iç parçalayıcı” “ kıyıma maruz “ duruma gelmişse; dar gelirli işçinin , memurun, esnafın, işsizlerin, evsizlerin, kırsal kesimde köyündeki okulu kapanan yoksul köylünün çocuklarının vay haline ! Onların halini anlatmak için Türkçeye daha “ iç parçalayıcı” yeni sözcükler bulmamız gerekiyor. Yaz saati – kış saati düzenlemesi sorunun tali ve cüzi bir parçası. KENTLERDEKİ DURUM Varsıl olsun yoksul olsun kentlerde yaşayan çocukların mahallelerindeki temel eğitim okuluna, komşu arkadaşları ile yürüyerek gidip gelip eğitim alma olanakları yok edildi. Bu yalın eğitim olanağı tarihte kalmış bir lüks haline geldi. Çoğunluğu GURBETE, başka mahallelere, başka ilçelere hatta başka kıtalara servis minibüsleri ile taşınarak okula ulaştırılıyor. Yukarki alıntıda da görüldüğü gibi, zorunlu olarak sabahın kör karanlığında kalkıp, büyükleri bile ruh hastası yapan kentin trafik keşmekeşine dalıp, yetişebildiği kadar okuluna ulaşıyor. Gene akşam dönüşünde de aynı yoldan evine, aile ocağına dönüyor. İstanbul’da sabah saat 06 – 07 civarında boğaz köprülerinden geçenler okul servis minibüslerinden uzun konvoyları göreceklerdir. Bu çocuklar, haritadan istediği okulu seçebilen, ulaşım ve diğer giderlerini karşılayabilecek ekonomik güce sahip ailelerin şanslı çocukları. Bir de bu giderleri karşılayamayan kent yoksullarının çocukları var. Onlar şans eseri mahallelerindeki bir okula çocuklarını kaydedebilirlerse ne ala. Bu şansı yakalayabilen kent yoksularının çocukları ikinci şanslı grup. Ancak bu şans çok az çocuğa rastlıyor. Bu iki şanslı azınlığın dışındaki geniş kent yoksullarının çocuklarının önünde 2 seçenek kalıyor. Ya kent tarfiğinin en yoğun olduğu saatlerde yetişkinlerle birlikte toplu taşıma araçları ile okuluna ve evine ulaşmak. Bu 7-15 yaş grubu çocukların fizik güçlerinin üstünde bir efor gerektiriyor. Veya gurbetçiliğin bir başka şekli olan çocukların yurtlara yerleşmesi seçeneği. Bu yurtların kimlerin yönetim ve denetimlerinde olduğu malum. KIRSAL KESİMDE DURUM Ekonomik gerekçelerle köylerdeki genç nüfus, sürekli kentlere göçüyor. Bu durum aynı zamanda köylerdeki okul çağı çocuk sayısını da azaltıyor. 10 öğrencinin altına düşen okul kapanıyor. Bunun üzerine köyde okul çağı çocuğu olanlar da ya çocuklarını yurda veriyorlar veya köydeki işleri yeterli olsa bile çocuklarının eğitimi için evini, ocağını, işini gücünü bırakıp göç etmek zorunda kalıyor. Ayrıca eğitim politikalarında yaşanan zikzaklar, yazbozlar da en çok kırsal kesim öğrencilerini etkilemektedir. Zorunlu eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılması şüphesiz ileri bir adım. Arkasından bir zikzak yapıldı 4 + 4 sistemi, arkasından bir zikzak daha (1+4) + 4 sistemi. Bu zikzaklama sürecinde kırsal kesimde 17000 köy ilkokulu kapatıldı. Bu boşluk Yatılı Bölge Okulları ve Taşımalı Sistem ile dolduruluyor, köy çocukları gurbetçiliğe (yurtlara) veya seferi ( taşımalı ) eğitime mahkum edildi. Yatılı eğitim yurtları “arka bahçe” yaratma politikalarına hizmet edecek şekilde kısmen devletin (iktidar partisinin) ve kısmen de yandaş cemaatların, tarikatların veya vakıfların denetiminde. DÖNME DOLABA BAĞLI ÇOCUKLARIN HALİ PÜR MELALİ 7-15 yaş grubu çocukları soktuğumuş okul macerasının maddi altyapısı böyle; - Sabahın köründe kalkan çocuk kentlerde ise trafik karmaşasına dalıp, okuluna gitmekte ve aynı keşmekeş içinde evine dönmekte. Günün ortalama 3-4 saatini büyükleri bile ruh hastası yapan trafik keşmekeşi içinde minibüs şoförü ile geçirmektedir. Kırsal kesimde taşımalı eğitimle okuyan çocukların durumu benzer şekilde saatlerini dağ – dere – bayır yollarda geçirmektedir. - Yatılı olarak yurtlarda kalan öğrencilerin durumu bir başka facia. Bir kere bu yaşlarda çocukların aileden koparılıp yurtlarda yaşaması başlı başına psikolojik travma nedeni. En mükemmel yurt bile olsa çocuk güvensizlik ve uyum sorunları yaşayacaktır. Bu yurtlardaki , yönetici, öğretmen ve hizmetlilerin pedagojik ehliyetleri zaten allaha emanet. Ayrıca yazılı ve görsel medyada gün aşırı haber olan bu yurtlardaki çocuklara uygulanan fiziki şiddet, psikoljik taciz ( mobbing ), cinsel istismar vakaları, beslenme ve barınma koşullarının ilkelliği, yangınlar , bina çökmeleri, gıda zehirlenmeleri sıradan olaylar haline gelmiş durumda. - Okul – yurt ikilemine ilave olarak, belli bir yaştan sonra TEOG seferleri için dershanelere ve/veya özel öğretmenlerin evlerine devam etme trafiği ekleniyor. Bu kaotik, travmatik koşullar altında öğrencinin başarılı olması, okuduğuna, dinlediğine odaklanması, bunlardan hakkıyla yararlanması mümkün değildir. Çocuğun okuduğu veya dinlediği bilgiler üzerine düşünmeye, sorgalamaya, akıl yürütmeye ne psikolojik durumu müsaittir, ne de zamanı müsaittir. OECD/PISA testlerindeki başarısızlık bir sürpriz değildir, bu koşullar devam ederse sıralamada daha sonlara doğru gideceğimizi şimdiden görmek bir kehanet değildir. Ayrıca çocuklara yaşattığımız bu kaotik, travmatik koşullarla ruhen sakatlanmış nesiller yetiştirmekte olduğumuzu etkili ve yetkili muhteremlerin görmesi lazım. ÇÖZÜM ve Çare sade ve basittir. Şu anda uygulanan sistemden de çok ucuzdur. 1- Her mahalle ve her köyün çocukları zorunlu temel eğitimi mahalle ve köylerindeki devlet okulunda okumalı, mahallesinde ve sıcak aile yuvasında çocukluğunu yaşamalıdır. Kentlerdeki imar planlarına bu bir zorunluluk olarak eklenmelidir, her çocuk yürüyüş mesafesinde okula erişebilecek yeterlilikte bir okullaşma planı uygulanmalıdır. En azından yeni sistemin 1+4 etabı için mutlak uygulanmalıdır. Önerimiz kent trafiğini de en az %10 rahatlatacaktır. 2- Köy okulları öğrenci sayısı ( 0 ) olsa bile öğretmensiz kalmamalı. Devamli açık olmalıdır. 1+4 ilköğretim etabı mutlaka açık olmalıdır. Köyün Camii imamsız, okulu öğretmensiz olmamalıdır. 3- İktidar partileri arka bahçe yaratma amacı ile eğitimi yandaş devşirme aracı olarak kullanma huylarından vazgeçmeliler. Benzer şekilde tarikat ve cemamatlerin mürid devşirme amaclı kullanımlarına engel olunmalıdır. Tarihin ne garip tecellisidir ki, Eski Osmanlılar Devşirme politikasını gavur çocuklarına uyguluyorlardı, Yeni Osmanlılar müslüman çocuklarına uyguluyorlar. Konunun diğer yönü müfredat programı, ders kitapları ve kitapların içeriği. Bakanlık hazırladığı yeni Öğretim Programları Taslağını 13 Aralık’ta açıkladı. "Öğretim Programlarını İzleme ve Değerlendirme Sistemi" başlığıyla "http://mufredat.meb.gov.tr" internet sitesinden askıya çıkarıdığını, tartışmaya açıldığını bildirdi. Kamuoyuna tanınan inceleme, sorgulama, tartışma süresi 1 ay bile değil, 10 Şubat’ta bitiyor. Biz de tartışmaya “Başarısızlığı Nasıl Başarıyoruz” sorusunu irdelemeye, program ve içerik yönünden devam edeceğiz. AHMET AKKÜÇÜK / 14.12.2017