KARAMSAR KABUS SENARYOLARI KİMSEYE İKTİDAR GETİRMEZ.
Türkiye’nin, Türk Demokrasisinin sorunu iktidar olduğu kadar muhalefet sorunudur da. Siyaset üzerine kafa yoran, yazan, çizen konuşan taraflı tarafsız birçok kişinin sık tekrarladıkları ortak bir yargıdır bu. Muhalefet, halkın gözünde İKTİDAR SEÇENEĞİ olamamaktadır.Bu sorunu aşmak en başta ana muhalefet partisine düşmektedir. Yaklaşan CHP kongreleri sürecinde CHP’liler her şeyden önce toplumdaki bu yargının nedenlerini analiz etmeli, kendisinden kaynaklanan düşünce , söylem ve eylemleri, davranışları sorgulamalı toplumdaki bu olumsuz ve umutsuz yargıyı aşacak düşünceler, davranışlar, söylemler, programlar geliştirerek üyelerine , seçmenlerine ve tüm millete bir iktidar hamlesi projesi sunmalıdır.
KARAMSAR SENARYOLAR KİMSEYE İKTİDAR GETİRMEZ.
AKP iktidara geleli beri muhalefet sürekli kabus senaryoları üreterek Türkiye’nin kör karanlıklara gömüleceğini, faşizm bataklığına düşeceğini, bölünüp parçalanacağını propaganda etmişlerdir, hala da bu tutum devam etmektedir. Türkiye İran oldu, Malezya oldu, Araplaştı, Afganistan oldu, şeriat anayasa oldu, Nazi Almanyası olduk …vs. vs. Hele sosyal medya adı verilen ortamda adı sanı belli olmayan, politik etkisi yetkisi, sorumluluğu, bilgisi, kültürü, kime hizmet ettikleri belli olmayan aktörlerin, aktrislerin hergün topluma zerkettikleri kara propaganda toplumu umutsuzluğa, edilgenliğe, kaderciliğe sürüklemektedir. Öyle ki son yıllarda sosyal medya ortamında “artık Türkiye’da yaşanmaz “ diyerek Batı ülkelerine göç planları yapanların sayısı gün be gün çoğalmaktadır. Aslına bakarsanız kimsenin bir yere gittiği de yok.
Bu politik- kültür - propaganda iklimi muhalefete değil iktidara hizmet etmektedir. Türkiye’nin son 15 yıllık tarihi bunun canlı tanığıdır. Bu tutumun muhalefete ve özellikle ana muhalefet partisine birçok zararları var. Ben bu yazıda bunlardan başat olan 2 etkiden bahsedeceğim.
BİRİNCİ BAŞAT ETKİ, ortalığı kaplayan karamsar kabus senaryoları iktidar cephesinin gücünü abartmaktadır. Neredeyse Kadir-i mutlak ( herşeye muktedir ) bir güç algısı yaratmaktadır. Bu da halk arasında var olan güce tapma güdüleri nedeniyle iktidara desteği artırmakta veya bu desteği pekiştirmektedir. Ayrıca kültürel ve coğrafi parçası olduğumuz islam dünyası ve Ortadoğulu komşularımız terör sarmalı altında can çekişmektedir. Bu ülkelerin görünen en belirgin özelliği merkezi devlet ve hükümet otoritesinin kaybolması, otorite yokluğu krizine düşmüş olmalarıdır. Bu gerçeği hergün halkımız canlı örnekler ile görüyor. Milyonlarca Suriyeli mültecinin yaşadığı trajediyi hergün sokaklarımızda görüyoruz. Hafta geçmiyor ki Akdenizde mülteci taşıyan bir teknenin kıyılarımıza vurmasına veya batmasına tanık olmayalım. Yaşanan bu gerçekler de doğal olarak güçlü devlete, güçlü hükümete, güçlü otoriteye ehven-i şer de olsa istikrar için sahip çıkma eğilimini güçlendirmektedir. Halkın bu etkilerle takındığı tutumu da anlayışla karşılamak, halkın istikrar özlem ve talebine sahip çıkmak gerekir.
AKP ve yöneticilerine vehmedilen bu “ Herşeye Muktedir “ güç algısı gerçekçi de değildir. Türkiye, ekonomik olarak , coğrafi olarak, nüfus olarak Dünyanın yaklaşık %2 sidir. Geri kalan %98 ile hem tarih içinde hem günümüz dünyasında, sürdürülen ekonomik, politik, askeri, sosyal , kültürel, demografik ilişkiler ağı içinde, bu ilişkilere bağımlı olarak yaşamaktayız. Türkiye 1815 Viyana Kongresinden beri bir Avrupa ülkesi olarak kabul edilmiştir, BM üyesidir, NATO üyesidir, AB ile bir dargın bir barışık bir aşk hikayesi yaşamaktadır. Asya’nın Avrupa’ya açılan kapısı, Avrupa’nın Asya’ya açılan kapısıdır. Ekonomisi, üretimi ile tüketimi ile büyük ölçüde ihracata, ithalata ve turizme bağımlıdır. Ekonomi bu sayılan ilişkilerin devamı ile südürülebilir. 5 kıtaya yayılmış, taa Avusturalya’dan Havai adasına kadar geniş bir Türk Diasporamız vardır. Türkiye petrol zengini arap şeyhliklerinden değildir veya İran değildir. Dünya’ya kapalı olarak yaşayamaz, Dünya’ya açık olarak yaşamak zorundadır.Türkiye Amanya değildir. Krupp, Thysen, Siemens, AEG, MAN, Mannesman vbg dev sanayi tekelleri yoktur, bir Nazi – Hitler çılgınlığını besleyecek, taşıyacak ekonomik – endüstriyel güce sahip değildir. Bu saydığım iç ve dış dinamiklerin ayakta tuttuğu Türkiye’yi hiçbir kuvvet tarihsel yörüngesinden saptırıp “ortaçağ karanlıklarına “ , “ şeriat - engizisyon “ zincirlerine bağlayamaz, “faşizm” cenderesine sokamaz. Olabilecek olan, her ülkenin tarihinde gördüğümüz ileri – geri adımlar, zikzaklar, dalgalanmalar olacaktır. AKP’nin de Türkye’de yapabileceği bundan fazlası değildir. Bu AKP yöneticilerinin öznel ( sübjektif ) özlem, niyet ve ütopyalarından bağımsız, NESNEL DÜNYA gerçeklerinin bir dayatmasıdır, tarihin kanunudur. AKP’nin ve AKP’lilerin nesnel Dünya gerçekleri ile “diklenip” savaşacak maceracı fanatikler olacaklarını da çok düşük bir ihtimal olarak görüyorum. İnşallah beni yanıltmazlar. Bu faslı Server Tanilli’nin muhalif çevrelere bir öğüdü ile kapatalım. “ Gelecek biraz da sizin katkı ve katılımlarınızla şekillenecektir… “Demokratik muhalefetin bir görevi de iktidarın otokratik eğilimlerini dizginlemektir. Bunun birçok farklı yolları vardır, diyalog da bu yollardan biridir. Diyalog köprüleri açık tutulmalıdır.
Bu karamsar politik kültürel propaganda ikliminin İKİNCİ OLUMSUZ ETKİSİ Türk halkının tarihsel ve güncel ekonomik, politik, sosyal, bilgi, düşünce, kültür, sanat, demokratik deney birikimini hafife alması, hatta yok saymasıdır. Halka kendine güven değil tam tersine güvensizlik telkin eden , özgüven duygusunu yok eden bir etki yapmaktadır. Halka pozitif enerji değil negatif enerji enjekte etmektedir.
Tarihinde övünülecek bir şey bulamayan bir ilerici siyasi hareket veya akım başarı kazanamaz. Yenilgiye kendini mahkum etmiş demektir. Kendi Milleti için “Bu millet adam olmaz, tarihinde hiçbir olumlu başarı yok, bundan sonra bu milletten demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik, bağmsızlık yolunda olumlu başarılar beklemek boşunadır … “ gibi düşüncelerle yapılacak siyaset peşinen yenilgiye mahkumdur , başarı şansı yoktur. Bizim milli tarihimiz içinde de her miletin tarihinde olduğu gibi övünülecek iyilikler, başarılar da vardır, utandırıcı başarısızlıklar, kötülükler de vardır. Oysa muhalefet çevrelerinde tarihimize karşı genel bir olumsuz önyargı hakim. Örneğin iktidar çevreleri sürekli olarak Cumhuriyete karşı Osmanlı’yı öne çıkarma, O’na öykünme, övme yarışına giriyorlar. Buna karşı muhalif çereler sosyal medyada , antisosyal medyada hemen tarihi didikleyip Osmanlı’yı kötüleme gayretkeşliğine girişiyorlar. Bu tavır tarihsel gerçekliğe de uymuyor, güncel siyaset açısından da söyleyene bir şey kazandırmıyor, kaybettiriyor. Bir kere Osmanlı Türk tarihinin en uzun ömürlü devletidir. O’nu tarihten sildiğiniz zaman Türk Milletinin devlet tarihi, siyasi tarihi yarım kalır. Osmanlı’nın her şeyi yanlış olsaydı 600 yıl yaşayamazdı. Herşeyi doğru olsaydı, 300 yıllık çöküş sürecinde, makus talihini yenecek çözümler bulabilirdi. Ayrıca Cumhuriyet’in kurucu kadroları Osmanlı’nın yetiştirdiği insan kaynaklarıdır.
Son ikibin yıllık tarihimizi özgürlük, eşitlik, hoşgörü kriterleri açısından irdelersek hiç de utanılacak bir tarihimizin olmadığını, hatta bir çok başka kavimden çok fazla övünülecek uygulamalarımızın olduğunu görürüz. Panoromik bir bakışla tarihimizin insani değerlerine gözatarsak:
1- Anadolu öncesi yaşamımızda, pasifikten Orta Avrupa düzlüklerine kadar tarihi ticaret güzergahı İpek Yolu boyunca birçok devletler kurmuşuz. Gerek müslümanlık öncesi gerek sonrası kurulan bu devletler tarihi ticaret yolunun kontrolunu ve güvenliğini sağlamışlardır. O nedenle de çok dilli, çok dinli, çok etnik parçalı bir yapıdır. Çoğulculuk ve farklılıklara karşı hoşgörü daha kitaplar yazmadan bu devletlerin törelerinde var idi. Tarım Havzası, Maveraunnehir, Afgan, Hint bölgelerinde kurulan bu devletler Bizans’ta baskı ve zulüm gören aykırı hristiyan mezheplerin, Hindistan’ta Çinde, İran’da dönem dönem baskı gören budistlerin, zerdüştlerin sığınma yeri olmuşlardır. Bu özellik ticaretle içli dışlı olmanın oluşturduğu bir gelenek, bizim ırki bir özellliğimizden değil.
2- İnsanlığın Aydınlanma adımlarının ilkleri olan İyonya ve İskenderiye’den sonraki üçüncü adımı Bağdat merkezli Abbasi ‘lerle başalayan İslam Altın Çağı’dır. Abbasilerin yıkılmasından sonra Aydınlanma ateşini Batıda Endülüs, doğuda Semerkant çevresi sürdürmüştür. Tarihçilerin Timur Rönesansı olarak adlandırdıkları Semerkant ve çevresinde kurulan Türk devletleri , batıdaki Endülüs’le paralel olarak Avrupa Rönesansına kadar insanlığın Aydınlanma meşalesinin taşıyıcıları olmuşlardır. Uluğ Bey gibi bir bilgin hükümdar burada yetişmiş ve hüküm sürmüştür.
3- Osmanlı döneminde Avrupadaki Engizisyon zulmünden kaçanların sığınağı gene Osmanlı olmuştur. Bunları en bilinenleri Yahudilerdir, Bogomilerdir, kilisenin aforoz ettiği değişik mezheplerdir. Keza 19. YY Avrupa’da monarşiye karşı mücadele ederken dara düşen Macar, Polanyalı, İtalyan ve diğer devrimcilerin sığınağı gene Osmanlı olmuştur. Marks ve Engels güncel siyasi onlarca makalelerinde bu gerçekleri övgü ile dile getirmişlerdir.
4- Savaş yorgunu genç Cumhuriyetimiz de 1930’larda Hitler zulmünden kaçanların da, Stalin zulmünden kaçanların da sığınağı olmuştur. Bu geleneğin iki istisnası Nato’cu Soğuk savaş dönemindeki 2 askeri darbe dönemidir. 12 mart ve 12 Eylül dönemleridir. Tarih boyunca baskı ve zulme uğrayıp ülkelerini terkeden mültecileri himaye eden, onlara ev sahipliği yapan Türk Ulusu bu iki darbe döneminde kendi evlatlarını mülteci konumuna düşürmüştür. Tarihimizin 2 utanç dönemi.
5- Ulusumuz iki yüz yıllık bir modernleşme , bağımsızlık mücadelesi, cumhuriyet, aydınlanma , özgürlük, demokrasi mücadeleleri deneyimleri birikimine sahiptir. Bir buçuk asırdır gelgitleri, zikzakları, eksik ve kusurları ile seçilmiş halk temsilcileri ile yönetilmektedir. Kurtuluş Savaşımızın karargahı seçilmiş halk temsilcilerinden kurulmuştur. En organize askeri cuntalar bile en fazla 3 yıl içinde sandığı vatandaşın önüne koymak zorunda kalmışlardır. Mutlakiyetten meşrutiyete, oradan Cumhuriyete, oradan Çok partili demokrasiye geçerek hep özgürlüğe ve aydınlığa doğru koşmuşuz. 100 yaşına doğru giden Cumhuriyet devrimimizin yetiştirdiği aklın ve bilimin rehberliğinde yürüyen aydınlanmacı insan kaynaklarımız halen ayaktadır.
Tarihimizin bu zengin birikimi ve günümüz dünyasında ülkemizin konumu ve dünya ile kurduğumuz ilişkilerimizin içinde “15-20 yıllık AKP iktidar parantezi” Türkiyeyi istediği kalıba sokamaz, sokamayacaktır, ancak cürmü kadar yer yakabilir. İktidarın gücünü abartan, halkıngücünü küçümseyen korku senaryoları ile iktidar olunmaz.
Muhalefet , İKTİDAR olmak istiyorsa, iktidar cephesinin yapacağı kötülüklerden çok kendi yapacağı iyilikleri anlatmalı, topluma öz güven duygusu aşılamalı, ulusumuzun sahip olduğu tarihsel ve güncel pozitif enerji birikimine güvenen ve dayanan bir siyaset dili oluşturmalıdır. Bunun için de Tepkici(reaktif ) değil , Etkici(proaktif) siyaset izlemelidir. Bu serinin ikinci yazısının konusu REAKTİF – PROAKTİF SİYASET olacaktır.
AHMET AKKÜÇÜK / 23.08.2017