SEÇKİN BİR BİLİM ADAMINDAN, POPULER BİLİM VE BİLİM TARİHİ ŞAHESERİ
Bu sütunlarda zaman zaman okuduğum kitaplarla ilgili bilgi ve değerlendirmelerimi okuyucularla paylaşıyorum. Bu yazı 4. Kitap tanıtım yazım. Bilimin ve bilimsel düşüncenin resmi eğitim programından dışlandığı günler yaşıyoruz. Kitabın alt başlığından da anlaşılacağı üzere; insanlığın “ Evrenin ve Yaşamın Sırları”na bilimin ve bilimsel düşüncenin rehberliğinde erişme çabalarının geçmişini ve bugün geldiği aşamayı sürükleyici bir üslupla anlatan bir başyapıt. Kitap geçtiğimiz yıllarda National Geographic TV kanalında yayınlanan aynı adlı dizi ( Kozmos ) ile paralel hazırlanmış bir eser. Sunuş yazısında bu paralellik şöyle ifade ediliyor. “ Kitapla Televizyon dizisi el ele bir gelişim içinde oluştular. Aslında biri ötekinin temelini oluşturdu… Kitabın önemli özelliklerinden biri, okura, anlaşılması dikkat isteyen konulara yeniden eğilme fırsatı vermesidir. Televizyoda böyle bir fırsat henüz yeni doğmaktadır video teypler sayesinde ( Video teyplerin yeni çıktığı 80’ler. AA) . Bir yazarın kitapta bir konuyu derinlemesine ve ayrıntılı olarak ele alması, televizyondaki elli sekiz dakika otuz saniye gibi bir zaman giyotini korkusu bulunmadığından, daha kolaydır…”
KOZMOS , EVRENİN VE YAŞAMIN SIRLARI Prof. Dr. CARL SAGAN
KİTAP HAKKINDA KİM NE DEDİ ? “ Carl Sagan zamanımızın en parlak bilim insanlarından biridir… İçinde varlığımızı sürdürdüğümüz akıllara durgunluk veren Kozmos’un sonsuzluğunu dile getirirken bilimin geçmişine, şimdiki zamanına ve geleceğine ilişkin muhteşem bir eser yaratmış. “ Associated Press
“ Alanında göz kamaştırıcı, önerilerinde kışkırtıcı. Bu kitabı okuyan herkesin, etkisi altında kalacağından hiç kuşkum yok. “ The Miami Herald
“ Sagan edebi bir coşkuyla yazıyor.Harika bir eser. İnsan aklının tüm noktalarına değinen Kozmos gerçek olmayacak kadar gerçek. “ The Cleveland Plain Dealer
Dr. TURHAN BOZKURT’un Türkçe baskıya önsözünden :
“ BEN CARL SAGAN ADINDA …. Su, kalsiyum ve organik moleküllerin toplamı olan bir varlığım. Siz de öylesiniz, yalnız adınız başka. Ama hepsi bu kadar mı ? “ Olabilir mi? … Carl Sagan, Gezegen Araştırmaları Laboratuarı başkanı, ve Cornell Üniversitesi Uzay Bilimleri ve Astronomi Bölümü öğretim üyesidir. Mariner, Viking ve Voyager uzay araçları yolculukları ve araştırmalarında başrolü oynamıştır. Uluslararası Astronomi Ödülü’nü kazanan bu ünlü bilimadamı, “Amerikan Astronomi Derneği Gezegenler Bilimi Bölümü “ , “Bilimin İlerleyişi Derneği” ve “ Amerikan Jeofizik Birliği “ başkanıdır. Dr. Sagan dört yüz bilimsel ve poüler makale yayınlamıştır. Yazarı olduğu bir düzineden fazla kitabı vardır. Intelligent Life in the Universe ( Evrendeki Akıllı Yaşam), The Cosmic Connection ( Kozmik İlişki), The Dragon of Eden ( Cennetin Canavarı ), Murmurs of Earth ( Dünyanın Fısıltıları ) bunlardan bazılaru. ………………………… 1975’te “ İnsanlığın Refah ve Huzuruna Büyük katkıda Bulunmuş Kişi“ “ ve “ “1978’de Pulitzer Edebiyat ödüllerini alan Carl Sagan’ın tüm insanlığa mesajı şu : KOZMOS’UN KEŞFİ, KENDİ KENDİMİZİ KEŞİF YOLCULUĞUDUR. “ Biz hem gökyüzünün,hem yeryüzünün çocuklarıyız. Bu gezegen üzerindeki varlığımız süresince tehlikeli bir evrimsel yük sırtlamış bulunuyoruz. Bu yük torbasının içinde saldırıya ve töreye yatkınlık, liderlere baş eğme ve yabancılara düşmanca davranış gibi kalıtsal eğilimler yer alıyor. Fakat aynı zamanda başkalarına karşı şefkat, çocuklarımıza karşı sevgi, tarihten birşeyler öğrenme ve giderek zeka ve yeteneklerimize birşeyler katma eğilimlerine de sahibiz; bunlar da hayatta kalmamıza ve refahımızı sürdürmaya yarayan etkenler… Yapımızdaki bu eğilimlerin hangisi üstün gelecek bilmiyoruz. ………………………… ... Yerküremize uzaydan baktığımızda, ulusal sınır diye bir şey göremiyoruz. Uzaydan gezegenimizin incecik mavi bir hilal, sonra da yıdızlar kenti arasında bir ışık noktası olarak göründüğünü izleyince; etnik, dinsel ya da ulusal şövenist davranışların sürdürülmesi akıl almaz bir bir duruma dönüşüyor. … “
Sayfa : 33 “ … Biliyoruz ki, Berossus adında Babilli bir rahibin yazdığı üç ciltlik Dünya Tarihi kayıptır. Bu kitabın ilk cildinin dünyanın yaratılışından Tufan’a kadar uzanan dönemi içerdiği sanılıyor. Sözü geçen kitapta yazar, bu dönemi 432.000 yıl olarak belirttiğine göre Tevrat kronolojisinin yüz katı bir zamanı kapsıyor demektir. Merak ederim, acaba o kitapta neler vardı?... ………………………… Ve evrenin başka bir yöresinde kendimizden daha akıllı yaratıklarla karşlaşıncaya dek değişimlerin en müthişi olan biziz… Büyük Patlamanın en uzak ahfadıyız… Kaynaklandığımız Kozmos’u öğrenmeye kendilerini adayanlar biziz… “
Sayfa-41: “ … Evrim bir kuram değil, bir olgudur… “
Sayfa -42: “… her canlının özel olarak o haliyle yaratıldığı, bir türün başka bir türe dönüşmeyeceği kavramları , atalarımızın hayat hakkındaki kısıtlı tarihi bilgilerine yatkın geliyordu. Her organizmanın bir büyük yaratıcı tarafından titizlikle yapıldığı düşüncesi, doğaya bir anlam ve düzen sağladıktan başka, insanlara da üzerinde hala duyarlılık göstererek durduğumuz bir önem kazandırmaktaydı… Mucit ya da yaratıcı fikri, çekiciliği olan doğal ve biyolojik dünyanın insancıl tanımını sağlayan bir düşüncedir…”
Sayfa – 128 : “… Yerküremiz minnacık ve “ Dikkat ! Kırılacak eşya !” türünden birşeydir. Özen gösterilmek ister.”
Sayfa-146 : “… Bir bakteriyi geliştirebilmek için doğa yüz milyonlarca yıl uğraş vermiştir. Çekirge için de milyarlarca yıl harcamıştır. .. “
Sayfa -160 : “… İnsanların duyguları galeyan halindeyken kendilerini aldatma eğiliminde oldukları kanıtlanmış bir gerçektir…”
Sayfa-168 : “İtalya’da Galileo başka dünyaların varlığını açıklamış, Bruno da başka hayat şekillerinin varlığı üzerinde durmuştu. Bu düşüncelerinden ötürü Galileo ve Bruno İtalya’da işkence görürken, Hollanda’da her iki görüşü paylaşan astronum Christian Huygens ödüllerle donatılıyordu. Christian Huygens “ Dünya benim ülkem ve dinim de bilimdir.” Diyordu…”
Sayfa- 169 dipnot: “… Söz konusu dalga – tanecik ikilemi sağduyu kavramlarımıza ters düşebilir, fakat ışığın özelliklerini ortaya koyan deneylere uygun düşmektedir. Çelişkilerin bağdaşması olan bu durumda gizemli ve heyecan verici bir yan vardır ve her ikisi de bekar bir hayat sürmüş olan Newton’la Huygens’in ışığın niteliği hakkındaki çağdaş anlayışımızın ebeveyni olmaları ilginç bir raslantıdır.. “
Sayfa-212: “ Perikles, Platon ve Aristo döneminin Atina’sı(nda) …. Kölelerin yaptıkları işin özelliği kol işçiliğidir. Bilimsel deney de kol işçiliğine girer. Böyle bir çabadan köle sahipleri kendilerini uzak tutmaktaydılar.….. İyonyalılar güzel araç gereçler üretebilecek yetenekteydiler. Fakat köleye sahip olma olanağı teknolojinin gelişmesini sağlayacak dürtüyü ortadan kaldırıyordu. ………………………… Çağımızın üçüncü dünya sorunlarından en önemlisi, okumuş sınıfların zengin çocukları olması, bunların da statükonun sürüp gitmesinde çıkarları bulunması ve kol işçiliğine yatkın olmadıktan başka alışılmış bilgi sınırlarını aşmak için meydan okumaya kalkışmamalarıdır. Bilimin kök salması çok yavaş gerçekleşiyor. Platon ve Aristo köleli bir toplumda rahat hayat sürüyorlar, zulüm için bahaneler bulup önermekten geri kalmıyorlardı…”
Sayfa-248 : “… Çiftçilik dediğimiz şey, bitkiler aracılığı ile güneş ışığı hasadından ibarettir… “ ………………………….” Yeryüzünde hayatın evrimini, kısmen de olsa, uzaklardaki dev güneşlerin hayret verici ölümleri düzenler…”
Sayfa-275, dipnot : “ Avrupalıların dünyanın birkaç bin yıl eskiye dayandığına ilişkin İncil’deki fikri benimsemelerinden bin yıl kadar önce Mayalar milyonlarca yıllık bir zamanı, Hintlilerse milyarlarca yıllık bir zamanı düşünüyorlardı.”
Sayfa-296: “… 1450 yılına doğru matbaanın icadından önce tüm Avrupa’daki kitap sayısı ancak onbinlerle ifade edilebilirdi. Hepsi de el yazmasıydı. Çin’de MÖ100 yıllarında kitap sayısı, 1450’lerde Avrupa’daki kitap sayısı kadardı. Büyük İskenderiye Kütüphanesi’ndeki kitap sayısı da dünyada var olanın yüzde onuna yakındı. 50 yıl içinde, yani 1500 yıllarında basılmış kitap sayısı 10 milyonu bulmuştu. Okumasını bilen herkes için öğrenmek mümkün oluyordu. Sihir yayılmıştı. “
Sayfa – 324, dipnot : Napolyonun şansını döndüren olay. ( Gençliğinde ) Bir keşif seferine yaptığı başvurunun kabul edilmemesi. Sökonusu keşif gemisi batıyor, kurtulan olmuyor. Bu şanssızlık, imparatorluk şansını getiriyor.
Sayfa-331: “… Eğer ilerlemiş bir uygarlık Güneş sistemimize buyuracak olursa, bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Onların bilim ve teknoloji düzeyleri bizimkinin çok üzerindedir. Temasa geçeceğimiz ileri bir uygarlığın olası kötü niyetinden endişe duymak gereksizdir. Bu kadar uzun zaman dilimi uygarlıklarının sürmüş bulunması, kendi kendilerini ve başkalarını yok etmeden yaşama yöntemini öğrendiklerini gösterir…”
Sayfa- 336/337: “… Kozmos henüz dün keşfedildi………………………… Yüzlerce milyar galaksi ve milyarlarca trilyon yıldızla bezenmiş bir Kozmik Okyonus’ta dönüp dolaşan bir dünya üzerinde yaşadığımız fark ettik. Cesaretrimizi topladık ve Kozmik Okyonus’un sularına ayaklarımızı daldırdık yavaştan. Okyonus’un bizi çektiğini gördük. Yapımızla bağdaşır bulduk. İçimizde bir ses Kozmos’un yuvamız olduğunu söylüyor. Yıldız külünden yapılmış bulunuyoruz. Kökenimiz ve evrimimiz uzak kozmik olgulara bağlanmış durumda. Kozmos’un keşfi kendi kendimizin keşif yolculuğudur. Eskiden efsane düzenlerin bildiği üzere, hem gökyüzünün , hem de yeryüzünün çocuklarıyız. ………………………… İnsan türü şimdi öyle büyük bir serüvene girişiyor ki, eğer başarılı olursa toprağa hükmedişi ya da ağaçtan yere inişi kadar önemli bir iş yapacaktır. Deneye duraklaya yerküreye bizi bağlayan zincirleri koparmaktayız…….. “
Sayfa- 343: “…. İnsanlar küçük topluluklar halinde yaşarlarken ve silahlarımız ilkelken, müthiş hiddete kapılan bir savaşçının bile öldürebileceği insan sayısı birkaç kişiydi. …………….. Ne var ki, şimdi elimizdeki silahlar milyarlarca insanı bir anda öldürebiliyor. Çok mu çabuk geliştik dersiniz? Akla yeterince yer verebiliyor muyuz? Savaşların nedenlerini cesaretle inceleyebildik mi ? Nükleer savaştan caydırma stratejisi dediğimiz durumun, henüz insanlaşmamış atalarımızda görülen davranışa dayandırılarak sürdürülmesi ilginçtir. Çağımızın politikacılarından olan Henry Kissinger şöyle diyor bir kitabında: “ Caydırma her şeyden önce psikolojik ölçütlere dayanır. Caydırma amacıyla kullanılan bir blöfün ciddiye alınması, ciddi bir tehdidin blöf olarak değerlendirilmesinden daha yararlıdır…………. “
Sayfa – 347: “….Silah yapımıyla uğraşan sanayi bölümü, gerek Sovyetler Birliğinde gerek ABD’de ve gerekse öteki devletlerde yaygın ve güçlüdür. Birleşik Amerika’da bu şirketlerin iç tüketim için ürettikleri malları ne denli rahat sattıkları bilinmektedir. Bir tahmine göre, silah sanayii firmaları teknolojik düzeyi aynı olan fakat başka mallar üreten firmalara oranla %30-50 fazla kar sağlıyorlar. …………………………
Bazı tahminlere göre, yeryüzündeki bilginlerle ileri teknoloji düzeyine ulaşmış elemanların yarısı, askeri sektörde ya tamgün ya da yarımgün çalışıyorlar. Silahların geliştirlmesi ve üretilmesi işlerinde çalılşanlara en yüksek maaaşlar, en üst yetkiler ve yolunu buldukça şeref nişanları her ülkede veriliyor…. “
Sayfa-354: “ Tarihimizde, bundan önce parlak bir bilimsel uygarlık umudu yalnızca bir kez belirmişti. İyonya’daki “uyanış”ın kıvılcımladığı umudu sürdürenlerin sonraki kalesi İskenderiye Kütüphanesi’ydi… Bu kütüphanede …………….antikçağın en parlak zihinleri matematik, fizik, biyoloji, astronomi, edebiyat , coğrafya ve tıbbın sistemli öğrenimine ilişkin temelleri atmışlardı. …………………………
Büyük İskender İmparatorluğunun Mısır parselini devralan Yunan kralları Ptolemaios’lar tarafından kurulmuş ve desteklenmiştir. MÖ 3. Yüzyılda kurulduğundan yedi yüz yıl sonra yok edilişine dek, eski dünyanın beyni ve kalbi İskenderiye Kütüphanesiydi . İskenderiye yeryüzündeki kitap yayınının başkentiydi….. Krallar Ptolemaios’lar servetlerinin büyük bit bölümünü Yunanca yayınlanmış her kitabın satınalınması için harcadıktan başka Afrika, İran, Hindistan, İsrail ve dünyanın öteki ülkelerinden kitap almaya harcamışlardır…. …………. Bir devletin bilgi uğruna böylesine çaba harcadığı çok enderdir. “
Sayfa-357: “…. Antikçağın bilimsel çalışmalarından, halkın yararlanabileceği pratik buluşlara ender olarak geçilmiştir. Bilim halk yığınlarının ilgisine sunulmamıştı. Durgunluğa, kötümserliğe, misitisizmin en süfli biçimlerine karşı terazinin öteki kefesini bastıracak bir çaba harcanmazdı. Ve sonunda halk güruhu kütüphaneyi yakmaya geldiğinde, onları durdurabilecek kimsecikler yoktu. Kitaplıkta çalışan son bilgin bir matematikçi, astronom, fizikçi,ve yeni- Platoncu felsef okulu önderiydi…… Olağanüstü başarıları üzerinde toplamış olan bu kadının adı HYPATIA’ydı. ………. Hristiyan kilisesi yeni doğmuştu; gücünü kökleştirerek putperestliğin etkisini ve kültürünü silmeye çaba harcıyordu… İskenderiye Başpiskoposu Cyrillus, Hypatia’nın … öğrenimin ve bilimin simgesi olması nedeniyle … putperestlikle eş görüyor ve nefret ediyordu. …415 yılında bir gün, işe giderken Başpiskopos Cyrillus’un müritleri tarafından kıstırldı. Atlı arabadan indirildi, elbiseleri yırtıldı ve katiller ellerindeki deniz kabuklarıyla Hypatia’nın etlerini kemiklerinden kazıdılar. Kalıntısı yakıldı, eserleri yok edildi ve adı unutuldu. Cyrillus’a ise azizlik payesi verildi. İskenderiye Kütüphanesi’nin şanlı ve şerefli varlığı anıların boşluğuna karışmıştır. Hypatia’nın öldürülmesinden sonra kütüphanenin son kalıntıları yok edildi. Bu olayla tüm uygarlık sanki kendine bir beyin ameliyetını reva görmüş ve ameliyet sonucu olarak, belleğini, keşif ve icatlarının, düşünce ve tutkularının büyük bir bölümü silinip gitmişti. Kayıp büyüktü. Hem de hesaplanamayacak kadar büyüktü. Yakılıp yıkılan yapıtların bazılarının ancak bölük pörçük başlıklarını biliyoruz. Bugün çoğununsa başlığını bile bilmiyoruz. Yazarının adını da. Sophokles’in kütüphanedeki 123 yapıtından yalnızca yedisinin geriye kaldığını biliyoruz… “
Sayfa – 363: “ Bu söylediklerimizde destansı bir mitoloji havası var. Doğrudur. Aslında günümüz bilimi tarafından açıklandığı şekliyle bir kozmik evrimin anlatısı sözkonusudur. Elde edilmesi zor yaratıklarız ve aynı zamanda kendimize karşı tehlike de yaratırız. Fakat kozmik evrimle ilgili olarak yapılan her hesap şunu açıkça ortaya koyuyor ki, yeryüzünün tüm yaratıkları galaksi hidrojeninin en son ürünleri olan yaratıklar, yabana atılacak şeyler değillerdir. Maddenin gezegenimizdeki kadar hayret verici mütasyonlara uğradığı başka yerler de bulunabilir. Bu yüzden göklerden bir ses duyabilmek için can kulağıyla dinlemeye koyulmuşuz.
Bu küçük gezegenimizde Nadir ama tehlikeli bir türüz. Kozmik perspektifte, her birimiz çok değerliyiz. Eğer bir insanın sizinle aynı fikri paylaşmadığını fark ederseniz, aldırmayın, bırakınız bu gezegende yaşamaya devam etsin. Unutmayın, yüz milyar galaksiyi gezip de tek bir insan bile bulamayabilirsiniz. “ Sayfa-364: “…. Eğer varlığımızı sürdürebilirsek bunu iki şeye borçlu olacağız. Birincisi, teknolojik erginliğimizin bu tehlikeli dönemini kendimizi mahvetmeden atlattığımız içindir; ikincisi de bu dönemi yıldızlara geziler başlatmak için kullandığımızdan ötürüdür. “
Benden bu kadar, daha fazlasını yazmam yayınevinin fikri mülkiyet haklarına saygısızlık olur. Kitabı alıp okumanızı hararetle tavsiye ediyorum.