Erdoğan dört gün önce Saray’da düzenlenen 30 Ağustos Özel Programı’nda tarihi bir itirafta bulundu.
Bu itirafın ne olduğunu aktarmadan önce PKK ve İmralı’yla yürütülen “açılım-saçılım” sürecindeki kimi açıklama ve icraatları hatırlatalım.
İktidar ile PKK arasında ne zaman başladığı bilinmeyen görüşmeler, 12 Eylül 2010’daki Anayasa referandumu öncesinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın İmralı’ya gittiği iddiasıyla kamuoyunun gündemine ilk kez geldiğinde, dönemin Başbakanı Erdoğan, “PKK ile görüşmüyoruz. Görüştüğümüzü iddia eden varsa, bunu ispatlamayan şerefsizdir.” sözleriyle bunu reddetti.
Oysa bu tartışmalardan birkaç ay evvel şu sinyalleri veren de Erdoğan’dı:
“Eğer bölücü terör örgütü silah bırakıyorsa, operasyonel noktalarda güvenlik güçleri sayılarını minimize edecektir. Hiçbir güvenlik gücü rastgele, ‘Ben gideyim, şuoperasyonu yapayım‘ demez… Bütün mesele o huzur ortamının olmasındadır. Huzur ortamı olduğu anda zaten güvenlik gücü de operasyonlarını minimize edecektir.”
Ve bu sözler hem PKK’ya “ateşkes” çağrısı hem de TSK’nın “operasyonlarının sınırlandırılacağı” mesajı olarak yorumlandı.
Yeni Konseptin Adı
Sonraki yıllarda görüşmeler, pazarlıklar, Kandil ve İmralı’nın yol edilmesi ortalığa saçıldı.
Bu arada sınır ötesi operasyon yetkisinde yeni düzenlemelere gidildiği, TSK’nın sadece “herhangi bir saldırı ya da tehdit durumunda sıcak takip ve sınırötesi operasyon yetkisinin devam edeceği” bildirildi.
Çok başka şeyler de yapıldı. Bunları Erdoğan’ın, önce hararetle destekleyip sonradan reddettiği Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklandığı günkü sözleriyle özetleyelim. Dedi ki;
“Yani ne istendi de bu ülkede Hükümet 12 yıllık Başbakanlığım döneminde verilmedi, yani altyapısından, üst yapısından. Mesela bugün söyleniyor, ‘kimlik’. Ret politikalarını biz kaldırdık, asimilasyon politikalarını biz kaldırdık, inkâr politikalarını biz kaldırdık, işte bunlar kimlik sürecidir, bunları getiren biziz. Olağanüstü hâl, bunu halleden biziz. Ve insanca yaşama erdemini getiren biziz, televizyonlarda kendi dillerinde yayın yapma imkânını getiren biziz, bunlar yoktu, istedikleri gibi yayın yapma noktasında, yazılı, görsel, bizim iktidarımızda oldu bunlar, biz bunları yaptık; bunlar saymakla bitmez.”
Terörle mücadeleye dönersek; yeni konseptin ne olduğunu, kâh savcılıklara yapılan suç duyurularından kâh yazılan kitapardan öğrendik.
Örneğin; “FETÖ’nün asılsız ihbar ve iftiraları” sonucu terfi ettirilmeyip 2014’te emekli olmak zorunda kalan Jandarma Kurmay Albay Eyüp Şeker, dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ile YAŞ üyeleri hakkında yaptığı suç duyurularında şunları vurguladı:
“2008-2010 arasında terörle mücadelede, ‘Ara –Bul – Etkisiz Hale Getir konsepti yerine, dağda taşta gezmeye ne gerek var, ‘Bekle – Gör – Etkisiz Hale Getir’ şeklinde, tamamen terörle mücadele etmemeyi öngören konsepti getiren kimdi? 2008-2010 yılları arasında terörle mücadeleden birinci dereceden sorumlu biri iken mücadele etmeyip, 2011 yılında Kazan Vadisi kahramanı pozları veren kimdi? Adama sormazlar mı, ‘Kardeşim bu teröristler Kazan Vadisine yerleşirken görmeyen, duymayan, görüp de bekleyen‘ kimdi?”
Aynı konuyu “Yaşadıklarım Paylaşamadıklarım-15 Temmuz 2016’ya Giden Yol” isimli kitabında ele alan emekli Tuğgeneral Ünal Karaosmanoğlu da, “Teröristle mücadelede başarı; proaktif olmak, kesintisiz faaliyet içinde bulunmakve araziye hakim olmaklasağlanabilir. Geçmişte alan hakimiyeti konseptinin uygulandığı yıllarda bölücü terör örgütünün hareket kaabiliyeti sınırlandırılmış, işbirlikçileri ile irtibatı kesilmiş, eylem yapamaz ve eleman toplayamaz hale getirilmiştir.” tespitini yaptıktan sonra şunları anlattı:
“Emekli Orgeneral Necdet Özel, Jandarma Genel Komutanı olmadan Malatya’da 2‘inci Ordu Komutanıydı. Teröristle mücadelede daha önce ‘Ara – Bul – Etkisiz Hale getir‘ (aktif bir uygulama) konsepti uygulanırken, kendi döneminde ‘Bekle – Gör – Etkisiz Hale Getir‘ (savunmayı esas alan pasif bir uygulama) konseptinin uygulanmasını sağlamıştır.”
Kısacası emekli askerlerin iddialarına göre; çözüm sürecinde “Ara – Bul – Etkisiz Hale Getir” konseptinden, “Bekle – Gör – Etkisiz Hale Getir” konseptine geçilmişti.
PKK Böyle Güçlendi
Peki bu yeni konseptin sonucu ne oldu? PKK’nın saldırıları, pusuları kalleşçe ve alçakta devam etti. Sebebini ise dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şu itiraflarıyla en net biçimde öğrendik:
“Onlar ateş etmedikçe biz operasyon yapmıyorduk. PKK’lılar ellerinde silahla karakolun önünden geçip el sallıyor, asker müdahale etmiyordu. Halkın tepkisi oluyordu, ama biz sadece terör hortlamasın, siyasi müzakerelerden sonuç çıksın diye bir sabrettik. Meğerse onlar alay ediyorlarmış. Artık böyle değil. Artık 5 kuruşa simit devri bitti. Böyle olmayacak.”
Mart 2016’de benzer bir itiraf Erdoğan’dan da geldi. Erdoğan, “demokratik açılım süreci”ndeki amaçlarından söz ettikten sonra şunları söyledi:
“O çözüm süreci içerisinde valilerimize bazı bizim tavsiyelerimiz olmuştu, yani sakın işte böyle bazı ufak tefek konularda sıkıştırmayın, üzerlerine gitmeyin vesaire diye, güvenlik güçlerimizi de valilerimiz doğrusu o noktada biraz baskıya aldılar diyebilirim… Bu iyi niyetti, fakat bu iyi niyet ne yazık ki, ciddi manada istismar edildi ve o süreç içerisinde ülkemize ciddi manada bir silah girişi oldu.”
“Türk Doktrini”ne Dönüş
15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından iktidarın izlediği politikaya gelelim.
T.C.’nin son Başbakanı Binali Yıldırım, şu açıklamayı yaptı:
“Özellikle 15 Temmuz’dan sonra terörle mücadelede yepyeni bir yönteme, yepyeni bir yol haritasına girmiş bulunuyoruz. Bu, şudur: savunmada değil taarruzda olacağız. Nerede, hangi taşın arkasında, hangi mağaranın içinde bu alçaklar varsa onları bulup etkisiz hale getireceğiz. Bunu yapmazsak bu tehditle yaşama mecburiyetinde olmaya devam edeceğiz.”
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Güvenlik kuvvetlerimiz operasyonlarını aralıksız sürdürecek. Kış mış yok. Bütün mevsimler içerisinde, bunlar neredeyse tepelerine bineceğiz ve bu terörizmi de terörizmi meşru göstermek isteyenlerin de heveslerini, hayallerini ortadan kaldıracağız ve kıracağız.” dedi.
Demek ki neymiş; o vakte kadar terör örgütüne karşı “savunmada kalınmış” ve “mevsimlik mücadele” verilmiş!..
Son olarak geçtiğimiz Haziran’da bir savunma dergisine konuşan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Arif Çetin, “özellikle son dönemdeki ‘Ara Bul Yok Et” ve ‘alan hâkimiyeti‘ stratejileri çerçevesinde“ icra edilen operasyonlar neticesinde; PKK/KCK terör örgütüne büyük darbe vurulduğunu anlatıp bu stratejiye bir “Türk doktrini“ demenin doğru olacağını kaydetti.
“Bekle-Gör”ü Kim Dayattı?
Millete yıllarca hangi masalı anlattılar? “Açılım-saçılım” süreci “yerli ve milli” idi, “iyi niyetli” falandı, değil mi?
Tüm bunlardan sonra Erdoğan’ın 30 Ağustos’ta Kara Harp Okulu diploma töreninde yaptığı itirafa gelelim. Kelimesi kelimesine şunları söyledi:
“Türkiyeuzunca bir süredir kendisine dayatılan veya şartlar gereği yapmak mecburiyetinde olduğu bekle gör yaklaşımını bir süre önce terk etmiştir. Tehditleri kaynağında engelleme stratejisine geçerek artık geriden gelen değil, ön alan bir ülke hâline geldik. Bölgemizde ve dünyada yaşanan her gelişmeyi yakından takip ederek kendi stratejilerimize ve çıkarlarımıza en uygun adımları atarak yolumuza devam ediyoruz.”
Terörle mücadele özelinde soralım; “açılım-saçılım“ sürecindeki o “bekle-gör“ yaklaşımı da Türkiye’ye dayatıldı mı? Dayatıldıysa kim dayattı ve neden uygulandı?..
Veya şimdi uygulanan “Türk doktrini“ ise “Meğer önceki ‘ABD doktiniymiş’“ diyebilir miyiz?!