Hükümet, Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’e sahip çıkarak davayı kaybetmiştir. Hükümet bunu niçin yapıyor? Bu anlayışla ülkenin bağımsızlığı korunabilir mi?
İzmir’in kurtuluş günü olan 9 Eylül’de İzmir’de yapılan görkemli kutlama törenlerinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in sözleri, iktidar çevrelerini ayağa kaldırdı.
Soyer Atatürk’ün Büyük Nutkunun girişinde de yer alan yalnız kendi tahtını düşünen Osmanlı sarayının memlekete ihanet ettiğini söyledi. Bir avuç saray hayranı dışında herkesin bildiği ve tarihe de mal olan bu gerçek karşısında bugünkü Saray’ın susması beklenirdi. Ancak kutlamalara katılan kalabalığın büyüklüğü ve gündemi işgal etmesi, onlar açısından bıçağın kemiğe dayandığını gösterdi.
VAHDETTİN'İN TÜRKİYE TARİHİNDEKİ YERİ
Meşruti bir hükümdar olan Sultan Reşat’ın ölümü üzerine 1918’de tahta oturan Vahdettin, Hürriyet ve İtilaf Partisi yandaşı ve bu parti gibi İngiliz yanlısıydı. Her padişah gibi, egemenliği altında bulunan toprakların parçalanmasını ve kendini hükmedecek küçük bir toprak ve nüfus bırakılmasını istemezdi. Ancak o, Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle bitmesi üzerine İngiliz politikalarına teslim olmuş bulunuyordu. Osmanlı Devleti’nin geleceğine İngilizler karar verecekti. Bu nedenle Kuvayı Milliye gibi yeni bir savaşı göze alamadı. Hatta “memleketin büsbütün mahvına sebep olacağı” gerekçesiyle Kuvayı Milliye’ye cephe alma ihtiyacını duydu. Birer geçiş hükümetleri olan İzzet Paşa ve Tevfik Paşa’dan sonra bu politikayı yürütecek Damat Ferit Paşa’yı kendine veziriazam yaptı. Meclisi dağıttı. Anayasasında meşruti bir hükümet olduğu halde ipleri kendi elinde topladı.
Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliğine gönderen kararname onun imzasını taşır. Fakat bu atamanın Mustafa Kemal Paşa’nın işgalcilere karşı savaşması, yurdu kurtarması için yapıldığı, padişahçıların uydurduğu bir efsanedir. Bu atamanın, Mondros Ateşkes Anlaşmasının hükümlerini uygulamak için yapıldığı atama kararnamesinde bile yazılıdır. (Karadeniz bilgesindeki asayişsizliğe son vermek, orduyu silahsızlandırmak ve Doğu Anadolu’daki şûra hükümetlerini dağıtmak)
Mustafa Kemal Paşa kendisine verilen görevleri yapmayıp bir de Yunanistan’ın İzmir’i işgali üzerine mitinglerin artırılmasını istemesi üzerine ve İngilizlerin isteğiyle padişah tarafından geri çağrılması, günümüzdeki padişahçıların iddialarını ilk çürüten olaydır.
Mustafa Kemal’in askerlikten ihracı ve hatta Erzurum Kongresi günlerinde tutuklanması için valilere emir verilmesi, Sivas Kongresi’nin dağıtılması için Elazığ Valisi Ali Galip’in görevlendirilmesi (yalnız buraya kadar yaptıkları) Vahdettin’in nasıl bir Kuvayı Milliye düşmanı olduğunu gösterir.
İngilizlerin emir ve isteklerine göre hareket eden Damat Ferit politikaları, Anadolu ile İstanbul Sarayı arasında büyük bir gerilim yarattı. İngiliz Hükümeti, iplerin tamamen elinden kaçacağını anladığından, Damat Ferit’i geri çekti ve yerine Anadolu ile anlaşacak Ali Rıza Paşa Hükümeti, ardından Salih Paşa Hükümeti’nin kurulmasına razı oldu. Fakat Padişah Kuvayı Milliyecilerin ağırlıkta olduğu son Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin açılışına, rahatsızlığını gerekçe göstererek katılmadı.
SARAY'IN RAHATSIZLIĞI
Vahdettin’in rahatsızlığı geçici bir hastalık değildir. Bu Yirminci Yüzyılda çürümüş sarayların kronik hastalığıdır. Yirminci Yüzyıl dünyada büyük değişimlerin olduğu bir dönemdir. Milletler bağımsızlık için, halklar sosyalizm için ayağa kalkmaktadır.
Vahdettin’im de ifadesiyle “milleti bir koyun sürüsü”, kendisini de “onun çobanı” sayan Osmanlı hanedanı, bu büyük değişimin, gelmekte olan fırtınanın farkına varmamıştır. İmtiyazlarından vazgeçmeye razı değildir. Tanzimat’tan beri yetişen ordu ve aydın kadroları, Anadolu’daki müftülere kadar, yeni bir dünyanın kurulmakta olduğunu sezmekte, bunun da ancak hem işgalcileri yurttan kovmak, hem de hanedanın saltanatına son vermekle mümkün olduğunu görmektedirler.
Vatanına ve tebaasına sahip çıkarak yabancıları ülkeden çıkarmak ve bağımsız bir ülkeye hükmetmek en önce doğal olarak padişahın görevidir. Osmanlı saray mensupları, hanedan bunu göze alamamıştır. Çünkü işgalciler, zaman zaman İstanbul’un da Türklerden alınmasını akıllarından geçirseler de onlara İstanbul çevresinde başında kukla da olsalar bir hükümran bölge bırakmayı planlamaktadır. Veliaht Abdülmecit de Kuvayı Milliye’nin en çok ihtiyacı olduğu bir dönemde Anadolu’ya geçmeyi kabul etmemiş, ancak oğlu Ömer Faruk Efendi, o da çok geç olarak Anadolu’ya geçmek istediyse de bu kez kendisine ihtiyaç kalmadığından İnebolu’dan geri gönderilmiştir.
VAHDETTİN İHANETE DEVAM EDİYOR
Ali Rıza ve Salih Paşaların Hükümetleri İngilizlerin isteklerini yerine getirmeyince iplerin ellerinden kaçmakta olduğunu anlayan İtilaf D evletleri, bu kez yeniden sertlik politikasına dönmüşler, havucu bırakarak sopayı ele almışlardır. Padişah’ın gözü önünde, Meclis’i basmışlar, hükümeti istifaya zorlamışlar ve Damat Ferit’i yeniden veziriazamlığa getirmişlerdir. Bu noktada Vahdettin aciz bir adamdır. Damat Ferit, İngilizlerin ve Padişah’ının isteklerine göre hareket etmekte, Padişah da onların önüne koyduğu kararnameleri imza etmektedir. Kuvayı Milliye’yi ezmek için İstanbul’da silahlarını İngilizlerin verdiği Kuvayı İnzibatiye (Halife Ordusu) kurularak İzmit’e gönderilmiş, Anzavur’a paşalık rütbesi verilerek Kuvayı Milliye’nin üstüne salınmış, Divanıharplerden Kuvayı Milliye önderleri için idam kararları çıkarılmıştır. Şeyhülislam’dan alınan fetvalarla yurtseverin öldürülmesinin mübah ve sevap olduğu yolunda bildiriler çıkarılmıştır.
BUNLAR İHANET DEĞİLSE...
Milletin uçan kuştan medet umarak, varını yoğunu verdiği bir kurtuluş savaşında onu engellemeye, söndürmeye çalışmak ve istilacıların isteklerini ikiletmeden yerine getirmek ihanet değilse nedir? Kurtuluş Savaşımıza karşı silah kullanarak, fetva vererek, yazılar yazarak, casusluk yaparak ihanet eden başkaları da vardır. Kuşkusuz bunlar tarih tarafından hak ettikleri hain sıfatını kazanmışlar, kendileri de artık ülkede kalmaya yüzleri tutmadığı için Yunanlılarla, İngilizlerle, Fransızlarla birlikte ülkeyi terk etmişlerdir. Ele geçirilenlerin bir kısmı hak ettikleri cezaya çarptırılmışlardır.
Damat Ferit ve Vahdettin, kurtuluşu ülkeyi terk etmekte bulanlardandır.
Savaş ortamı içinde, hükümetin politikasından farklı sosyal politikalar önermek, (Komünistler) başkomutanla rekabete girişmek (Ethem Bey) gibi başka sorunlar da yaşanmıştır. Fakat bunlara “ihanet” denemez. “Çerkez Ethem’in İhaneti” kitabımda da anlattığım gibi, Ethem’in ihaneti, düzenli ordunun emrine girmeyerek çetecilikte ısrar etmesinden değildir. Bu da hatadır ama ihanet gibi ağır bir itham için yeterli değildir. Ethem, düzenli ordu birlikleriyle çarpışmayı kaybedince Yunan Ordusu’na sığınmış, bununla da kalmayarak Türk mevzilerinin üstüne Yunan uçakları tarafından atılan ordu birliklerini Yunanlılara teslim olmaya çağıran bildiriyi imza etmekten çekinmemiştir.
Sevr Anlaşması da, Yunanlıları ileri harekâta geçirerek Kuvayı Milliye ordusunu yok etme politikaları da İngilizlerin isteklerini karşılamayınca yeniden havuç politikasına dönülmüş, Anadolu ile uzlaşan Tevfik Paşa hükümeti yeniden başa getirilerek İstanbul merkezli, Padişah’ın başta kalacağı yeni bir proje piyasaya sürülmüştür. Divanıharplerin Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları hakkında verdiği idam kararları temyizden bozulmuş, bunlardan asker olanların rütbeleri iade edilmiştir. Ancak bütün bunlar Padişah’ın tahtını korumasına yetmemiştir. Cumhuriyet’in vakti çoktan gelmişti ve o zaten fiilen 23 Nisan 1920 Meclisiyle hayata geçmişti. Genç cumhuriyet artık çürümüş bir hanedanı yerinde bırakması düşünülemezdi. Öyle anlaşılıyor ki, Ankara Hükümeti, Vahdettin’in kaçmasına göz yumarak bir belayı başından savmıştır. 3 Mart 1924’te de Halifeliğin kaldırılmasıyla bütün Osmanlı hanedan mensuplarını ülkeden çıkarmıştır. Yeni rejimin kendini korumak için aldığı bu tedbir tartışılsa da bu hanedan mensuplarına “hain” damgası vurulmamıştır.
Vahdettin’e acımak gerekir. Fakat onun bütün bu yaptıklarını gizlemeye çalışarak Necip Fazıl gibi onu “En Büyük Vatan Dostu” ilan edenlere ve Necip Fazıl’ın peşinden gidenlere ne demeli? Vahdettin’i “ata” olarak kabul edenlerin, onun ihanetini dile getirenleri “Atalarımıza hakaret ediyor” demagojisine başvuranların, “Kurtuluş Savaşında kurşun atılmadı” diyenlerin, başka nedenlerle iktidar yüzü görmüş olsalar da geleceğin fikir hayatında hiçbir ağırlıkları olmayacaktır. Davayı şimdiden kaybetmişlerdir.