Türkiye'nin başına gelenleri, muhalefetin yokluğuna bağlayanlar var.
Mevcut iktidarın yaptıklarına tahammül edemeyenler, durumun bir an önce değişmesi için daha etkili muhalefet yapılması gerektiğini söylüyorlar.
Muhalif siyasetçiler daha sert mi konuşmalı, gazeteciler daha keskin bir dil mi kullanmalı, kitleler sokağa mı çıkmalı?
Ancak AKP'nin iktidara geldiği 2002'den beri, bu yöntemlerin tümünün kullanıldığı görmezlikten gelinemez.
Yüz binlerce insanın Cumhuriyet Mitingleriyle alanları doldurduğunu, Gezi Parkı'nın ateşlediği nedenlerle bütün yurtta haftalarca gösteriler yapıldığını hatırlamak bile yeter.
Muhalefete mensup partilerin sözcüleri, iktidarın her açıklaması ve eylemine yanıtlar veriyor.
Televizyon programında konuşulmayan konu yok gibi.
AKP NASIL İKTİDAR OLDU?
Bunların yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. Ancak AKP'nin iktidara geliş ve 19 yıldır iktidarını koruyor olmasının nedeni muhalefetin yokluğu değildir.
AKP'nin bu kadar uzun süre seçimler kazanarak iktidarını korumasının sosyolojik nedenleri vardır.
Bu sosyolojiyi bilmeyenler ve bu konuda kafa yormayanlar, ortaya çıkan tabloyu kitlelerin cahil oluşuna, din istismarına, ABD'nin AKP'yi desteklemiş olmalarına bağladılar.
Seçimlerde hile yapıldığını ileri sürenlerin sayısı da az değildir.
Bu yazının esas konusu olmadığı için AKP'yi iktidara getiren koşullar üzerinde kısaca duracak ve asıl konuya geçeceğim.
AKP'nin girdiği her seçimde birinci parti olarak çıkması, tek başına iktidar olamayacağı zaman yanına tamamlayıcı ortak alma marifetini göstermesi, muhalefetin yokluğu veya etkili karşı çıkışları yapamayışından değil, birçok olgunun ona bu fırsatı vermesi, onun da bu fırsatları ustaca değerlendirmesidir.
1946'dan beri koşullar hiçbir parti için bu kadar cömert olmamıştı!
Ordu, iktidarın ortağı, hatta çoğu zaman belirleyicisi idi. Sistem, muhafazakârları ve yoksulları bir kenara itmişti.
Ekonominin ve siyasetin karar vericileri, milletin azınlık bir kesimi idi.
Sistemi ayakta tutmaya çalışan partiler de ülkeyi iyi yönetmediler. Kürtler de bu siyaset oyununun dışında bırakılmışlardı.
Bu sistemin getirdiği sorunların farkına yeni varılmış değildi.
1960'tan sonra yükselen emekçi ve aydın muhalefetinin getirdiği öneriler, özgürlükçü 1961 anayasası, Ortanın Solu Hareketi, sosyal demokrat veya demokratik solcuların zaman zaman hükümete ortak olmaları, egemen sınıfların devlete giydirdiği kabuğu kıramadı.
Kürtler, Meclis'e bir girdiler, bir çıkarıldılar.
Bu partiye karşı hiçbir sempatim olmamakla birlikte, durumu iyi anlatabilmek için zaman zaman bunları dile getirdim.
Başörtülü bir kadının Meclis'e girmesinin yasak olması başlı başına bir facia sayılmalıdır.
İrticaya karşı önlem almak bahanesi ile Türkiye'de kadın nüfusunun yüzde yetmişinin Meclis'te temsil edilememesi ne kadar düşündürücüdür.
Ülkenin halkçı eğitimcileri olarak ders kitaplarının parasız verilmesi gerektiğini on yıllarca yazıp söyledik, bunu AKP iktidarı yaptı. Demek ki yapılıyormuş.
Harçlar nedeniyle üniversiteler açıldığında ne kavgalar olurdu. Harçlar bir kalemde kaldırılabildi. Demek ki kaldırılabiliyormuş.
Sağlıkta emekçi halk için getirilen kolaylıklar küçümsenecek gibi değildir.
AKP kurmayları, bu yeni uygulamaları getirerek halkın çoğundan oy almayı başardılar ve birçok kesimin kendilerine minnet duymalarını sağladılar.
Menderes'in aradan bunca zaman geçmiş olmasına rağmen hâlâ halkın bir kesimi tarafından iyilikle anılması, onun zamanında çarıktan kurtulmaları, iş alanlarının yaygınlaşması gibi iktisadi gelişmelerdir.
SINIF MÜCADELESİ SÜRÜYOR
AKP, halkın kendilerine olan bu teveccühünü taşradan yükselen zengin bir sınıf yaratmak, parlamenter sistemden vazgeçerek kendine özgü bir diktatörlük ve bir din devleti kurmak için kullanmak istedi.
Hâlâ da bu niyetlerinde ısrar ediyor. Bunu başaramayacağı kanısındayım. Hem onu iktidara getirmiş de olsa Türkiye sosyolojisinin buna elvermediğini, hem de muhalefetin buna engel olacağını düşünüyorum.
Türkiye'deki iktidarla muhalefet arasındaki siyasi mücadelenin oldukça şiddetli geçiyor.
Bunun nedeni, her ne kadar oyları azalmakta ise de iktidar bloğunun milleti oluşturan öteki sınıflardan nerdeyse tamamen kopmuş olmasıdır.
Bunu AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın ve iktidar ortağı MHP sözcülerinin kullandığı dilden anlamak mümkün.
Her ağızlarını açtıklarında muhalefet çevrelerine karşı ağza alınmayacak, siyasi hayatımızda şimdiye kadar işitilmemiş bir hakaret dili kullanmaları karşısında muhalefet çevrelerinin dili de oldukça sivrilmiş bulunuyor.
Bu üslubun getirdiği sorumluluk konusunda şöyle bir fark var:
İktidara yöneltilen eleştiriler çoğu zaman hakaret sayılıp savcılar harekete geçiriliyor ve savcılar da tutuklama yoluyla "gereğini" yerine getiriyor.
İktidar sözcülerinin ise bu konuda dokunulmazlıkları var! Yani onlara dokunulamıyor.
Dokunmaya kalkışacak olanların eli, kızgın bir demire değmiş gibi yanıyor…
Türkiye'de demokrasi var mı? Hiçbir zaman tam bir demokrasi ortamında yaşamadığımız açık.
Demokrasi olsaydı, Kürtler üzerinde bunca insanın canına ve bunca servete mal olan, Ermeni sorunu gibi yüzyıldan fazla süredir unutulmayan acılar bırakmış olaylar yaşanır mıydı?
Zindanların da bize anlattığı çok şey var.
ZİNDANA VURAN IŞIK
Türkiye'de demokrasi hiç olmadı, buna karşılık demokrasi mücadelesi de hiç kesintiye uğramadı.
Namık Kemal kuşağından başlayıp günümüze kadar çeşitli biçimlerde sürmekte olan o mücadele bugünkü ve yarınki kuşaklara ışık oldu.
Bugünkü siyasi rejimi bir zindana benzetebiliriz. Baştakiler de o zindanın bekçileridir. Zindan kavramı karanlığı da içerir.
Şimdi müze olan Sinop Hapishanesi'nin zindan kısmını gördünüz mü? Kapkaranlıktır. İçeride mahkûmun ayaklarına takılan zinciri zor fark edersiniz…
Yaşar Kemal'in Ağrı Dağı Efsanesi'nde Beyazıt Hanı'nın saray zindanı tasvir edilir. Burayı yapan Süryani Usta, zindana güneş vurması için küçük bir delik bırakmıştır.
Yazar, bu zindana atılan Ağrılı Sofi ve Ahmet'in ağzından Süryani Usta'ya minnet duygularını anlatır. Yeryüzünde iyi insanlar ve iyi düşünceler hiçbir zaman eksik olmamıştır.
Günümüzde demokrasi mücadelesi veren halk güçlerinin, nefes alabilecekleri, gün ışığı görebilecekleri böyle bir zindan penceresidir demokrasi birikimi.
Bu pencereyi, bizden önceki kuşaklar yaptı. O daha geniş bir pencereydi. AKP iktidarı onu daralttıkça daralttı. Ancak hiçbir iktidar onu tam olarak kapatamadı.
Korkutulmuş, satın alınmış veya bu iktidara razı edilmiş olanların yanında emeklerinin hakkını arayan işçilerimiz, ağaçlarını, derelerini korumaya çalışan köylülerimiz, her sabah kalemlerini sivrilten gazetecilerimiz, haksızlıklar karşısında susmayan sanatçılarımız, özellikle yaşadıkları özel koşullardan ötürü demokrasi mücadelemizin lokomotifi olan Kürt emekçileri ve aydınları var oldukça bu ışık ve hava penceresini kimse kapatamayacak.
GELECEĞİ PLANLAMAK
AKP sonradan görme bir zengine benziyor. Millî serveti har vurup harman savuruyor.
Daha geniş kitlelerin bunun farkına varmasıyla ve ondan yüz çevirmesiyle sonuna yaklaşıyor.
Şimdi kafa yormamız gereken konuların başında ondan iktidarı devralacak olan ve adına Demokrasi Cephesi denen muhalefet bloğunun, AKP'nin açtığı yaraları nasıl tedavi edileceğidir.
En etkili çözüm siyaseti dar bir grubun av alanın olmaktan çıkararak siyasette en geniş kitleleri söz ve karar sahibi yapacak yöntemleri uygulamaktır. (Independent Türkçe, 11 Ağustos 2021)