Gelişmeler ve anketler, AKP iktidarının sonunun yakın olduğunu gösteriyor. Sonunun geldiğini yükselen muhalefete bakıp birkaç kez ileri sürdük. 7 Haziran 2015 seçimlerinde gerçekten de AKP çoğunluğu kaybetti. Tek başına hükümet kuramadı ve koalisyonlara da engel olarak milleti yeni bir seçime götürdü. Demek ki her şeyin bir vakti varmış. Tarih sabırlıdır.
AKP’nin, seçimi kaybetse de iktidarı bırakmayacağı konusunda haklı iddialar var. Savaş gibi nedenlerle seçimleri ertelemek, seçim yasalarını değiştirerek kendini çoğunluk yapacak bir sistem getirmek, kaybettiği seçimleri İstanbul Belediye seçimlerinde olduğu gibi çeşitli bahanelerle iptal etmek ve kazanmak için yeni yollar denemek, başvuracağı çareler arasındadır. Ana muhalefet liderine yapılan linç girişimleri ve şimdi Meral Akşener’e yapılmakta olan “Daha neler olacak neler” tehdidi bunun işaretleridir. Akla gelmeyenler de buna eklenebilir.
Çünkü AKP’nin, söylemlerine bakılırsa, iktidarın Tanrı tarafından kendine bahşedildiği gibi bir kanıda olduğu görülüyor. Fakat dünyada sonsuza kadar süren iktidar görülmemiştir. Üstelik AKP kuruluş ilkelerinden de çok uzaklaşmış, adaletsizliklere batmış, yorulmuş ve uygulamak istediği sistemin ipinin ucunu kaçırmıştır.
YERİNE GELECEKLERİN ÖZELLİĞİ
AKP gidicidir. Onun yerini AKP Millet İttifakı’nı parçalayamazsa bugünkü muhalefet partilerinden oluşan bir ortaklığın alacağı görülüyor. Parlamenter sisteme dönülmesiyle Türkiye, bir süre nefes alma imkânı bulacaktır. Kendileri farkında olmasa da bu değişim iktidara oy vermiş ve verecek olanların da yararınadır.
AKP’nin siyasette ve sosyal hayatta, hatta kendi yandaşlarını ihale ile zengin etmek, atamalarda liyakati bir yana atmak gibi uygulamalarla ahlakta yarattığı derin tahribatı onarmak zaman alacaktır.
Bugünkü iktidarın ve onun yerini alması muhtemel olan muhalefetin sınıfsal yapısına gelince: İktidar ülkenin devlet ihaleleriyle zengin olmuş, ülkenin en varlıklı kesimlerini temsil ediyor. Muhalefet bloğuna gelince, bu da bu soygun düzeninden zarar gören merkez sağ ve merkezi temsil eden bir burjuva bloğudur.
Yüz yıllık tarihimizde birbirlerinin yerini alan iktidarlar hep burjuva sınıflarıdır. Biri gitmiş, diğeri gelmiş, emekçiler se bu iktidar mücadelesinin uzağında kalmıştır. Bunun nedeni, nüfusun en geniş kesimleri olan işçilerin ve devasa bir küçük burjuva kitlesinin kullanabileceği iktidar araçlarının olmayışıdır. Ellerinde bankalar, ithalat ve ihracat şirketleri, büyük çiftlikler yoktur. Örgütlenmiş küçük bir kesimi dışında iktidara gelecek cesaretleri ve bilinçleri de yoktur. Şimdiye kadar hiç devlet yönetmemişlerdir. Bir parça başlarını uzattıklarında devlet gücü kullanılarak hunharca ezilmişlerdir. Partileri kapatılmış, önderleri hapsedilmiş, hatta devlete bağlı örgütler tarafından öldürülmüşlerdir. Türkiye bu bağlamda halktan yana kaybettiği aydınların mezarlarıyla doludur.
Tarihimizde halk kitlelerine özgürlük tanıyan ve onların hareketlenmesine fırsat veren 61 yıl önce yaşadığımız 27 Mayıs 1960 hareketinin getirdiği 1961 Anayasası’dır. Çok geçmeden kazanılan özgürlükleri de bu anayasayı da boğmuşlardır.
DEMOKRATİK HALK İKTİDARINA HAZIRLIK
Yapılacak iş, bir yandan bütün gücümüzle mevcut iktidarın sonunun gelmesi için çalışırken diğer yandan uzun vadeli hedeflerimizi unutmamaktır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde oluşan cephe bize bir model de sunuyor.
Burada, CHP gibi bir merkez partisine de hatırlatmak istediğimiz bir konu var: CHP iktidara geldiğinde veya iktidar ortağı olduğunda kendi solunu güçlendirmeye çalışmalıdır. Bunu yapmazsa bir süre sonra iktidarı, şimdiye kadar görüldüğü gibi kendi sağına teslim etmek zorunda kalacaktır. Bu konuda işlenmiş en büyük hata, Tek Parti Dönemi CHP’sinin kendi solunu ezmesi, 1946’da çok partili hayata geçildiği zaman bile kendi solunun örgütlenmesini yasaklayarak iktidarı 1950’de kendi içinden çıkmış sağcı bir ekibe terk etmek zorunda kalmasıdır. O dönemin vahim hatalarını yeniden kaşımak istiyor değilim, bugünü CHP de 1940’ların CHP’si değildir. Fakat siyasi tarihimizin ders çıkarılması gereken olaylarından en önemlilerinden biri budur. Yani solu ve emekçileri ezip iktidarı işbirlikçi bir burjuva partisine teslim etmesi.
CHP, Kürt sorununu çözümü konusunda da utangaç olmayan, açık ce cesur adımlar atmalıdır. Yoksa “yemeyenin malını yiyen” biri çıkar. AKP’nin giriştiği ama sonunu getiremediği açılım gibi programlarla Kürt aydınları ve emekçilerinin desteğini de alarak CHP’yi bir milliyetçi Türk partisi olarak kalmaya mahkûm eder. CHP içinde “az olsun, benim olsun” anlayışıyla hareket eden bir hayli çevre vardır. Kürtleri, Türkiye’nin bütünlüğü içinde tutmanın demokratik yolu vardır ve bu yol AKP iktidarının uyguladığı politikalar değildir. İki halkın demokrasi ve barış içinde birlikte yaşamasının çaresi vardır.
Siyasi mücadelenin temel amacı, ekonomik kaynakları ele geçirmektir. Muhalefet, bu kaynakları emekçiler yararına kullanmak için esaslı bir program yapmazsa ve bunu uygulayacağı konusunda emekçilere güven veremezse iktidara gelemez, gelse de iktidarı yeni bir tahterevalli ile sonuçlanır.