Bir yazımdan ötürü Fatsa Savcılığının hakkımda açtığı soruşturma için polis aracılığı ile verdiğim ifade metnini “vatandaşlık Görevimi Yaptım” başlığı ile yayımlamıştım. Çok sayıda arkadaş, “geçmiş olsun” diyen notlar gönderdiler. Bu arkadaşlardan biri de benden birkaç yaş küçük çocukluk arkadaşım ve akrabam Mehmet. (Adını bu yazı için değiştirmiş bulunuyorum.)
Şöyle yazmış: “Şu kibar üslubunuz çocukluğumdan beri bizleri etkilemiyor desem yalan olur. Sıradan vatandaş olsa patır kütür üslup kullanır siz bunu bir mizah üslubuyla okuyanı bıktırmadan anlatıyorsunuz. Keşke komünist olmasaydınız bizim gibi mütedeyyin kesimden olsaydınız Ben de kardeş - komşuluk hakkımı kullanıyor' çok geçmiş olsun diyorum. Saygılar.”
Gelen 216 ileti içinde beni en çok düşündüren Mehmet’inki oldu. Dikkat çekmeyecek gibi değil. Aynı kırlarda mal güttüğümüz, köyümüzün derelerinde birlikte çimdiğimiz çocukluk arkadaşım, benim düpedüz “komünist” olduğumu yazıyor ve kendisi gibi mütedeyyin biri olmayışıma hayıflanıyor. Bununla birlikte kardeş ve komşuluk “hakkını” kullanarak geçmiş olsun diyor. Ona çok teşekkür ediyorum fakat şu komünistlikle mütedeyyinliği karşı karşıya koyması konusunda bir şeyler yazmak zorundayım.
Mehmet’le aramızdaki dünya görüşü farkları oluşmasının nedeni, öyle sanırım ki, benim ilkokuldan sonra öğretmen okuluna gidişim, daha sonra yüksek öğrenim de yapmam, farklı çevrelerle ve kitaplarla karşılaşıp Hanya’yı Konya’yı öğrenmem, Mehmet’in ise ilkokuldan sonra eğitim imkânını bulamayışıdır. On çocuklu az topraklı bir ailenin ilk çocuğu olan Mehmet, genç yaşında İstanbul’a giderek inşaatlarda çalışmış, emekçilerin nasıl ezildiğini yaşayarak görmüş ve bu dünyada yaşayamadıklarını öte dünyada yaşamak için kendini dine vermiştir. Onunla son olarak yıllarca önce İstanbul’a bir akrabamızın cenazesinde, cami çıkışında karşılaşmıştık. Kimliğini belli etmek için uzunca bir sakalla geziyordu.
MEHMET İYİ BİR İNSAN
Çocukluk arkadaşlarına karşı sıcak bir ilgi gösteren, benim için de sevimli olmaya devam eden Mehmet’in iyi bir insan olduğundan hiç kuşkum yok. Çünkü o, kimseyi sömürmüyor, kimseye zulüm yapmıyor, aksine şu adaletsiz düzenin çarkları arasında ezilmiş bir emekçi. Fakat yanıldığı bir nokta var. Mütedeyyin olmayanların komünist olduklarına inanıyor! Bu iki kavramı birbirinin zıddı sayıyor.
Mehmet’teki bu yanılgı, onu ve hepimizi ezen kapitalistler tarafından uydurulmuş bir yalandan kaynaklanıyor. İlk Çağlardan beri kölelerin ve ezilenlerin rüyası olan ortaklaşmacı bir düzeni halkın gözünden düşürmek için bunu isteyenlerin dinsiz olduğunu yayıyorlar. Bu dünyada değilse de öldükten sonra kurtuluşu dinde gören yoksulların hıncını devrimcilere yöneltiyorlar.
Komünizmin ne olduğunu Türkçe Sözlük şöyle açıklıyor: “Bütün malların ortaklaşa kullanıldığı ve özel mülkiyetin olmadığı toplum düzeni.” Bu, aslında özel mülkiyetçi düzenimiz için bir ütopyadır. Günümüz devrimcilerinin hedefi, üretim araçlarının toplumsallaştırıldığı bağımsız bir ülkedir.
Aslında, Mehmet de eşitlikçi düzenin gizli hayranlarındandır ve onun sözlüğünde bunun adı cennettir. Orada ne ezen ne ezilen vardır. Cennetin bal akan ırmakları ve yeşil çayırları kimsenin tapusunda değildir. Mehmet’in komşusu Ali Hafızoğlu’nun (birkaç yıl önce rahmetli oldu) hayatı yoksulluklarla geçmişti. Dindardı ve hep sağ partilere oy vermişti. Ali Hafızoğlu Kitabı’na da aldığım gibi ona sormuştum: “Ali Emmi, bütün topraklardaki mülkiyeti kaldırsalar, sonra bunları nüfusa göre eşit olarak bölüştürseler nasıl karşılarsın?” “Çok iyi olur!” diye cevap vermişti. Bu soruyu bir ağaya, zengin köylüye veya tefeciye sorsaydım, beni “komünist” diye sopa ile kovalardı.
Firavunlar, ölümden sonraki hayatta da saltanatlarının devam edeceğini sanırlar ve öte dünyada kullanacakları araçları ve hizmetçileri de kendileriyle birlikte mezarlarına koydururlardı. Kölelerin bir ruhu bile yoktu! Musa’dan başlayarak tek tanrılı dinlerin kurucuları ise bu inançları yıkarak cennette herkese yer açmışlar ve oradaki mülkiyeti kaldırmışlardır.
MEHMET’LE ESASLI BİR ORTAK NOKTAMIZ VAR
Mehmet’le önemli bir ortak noktamız var. Eşitlikçilik. Farkımız ise onun bu dünyada eşitlikçi bir düzen kurulacağı konusunda umudunun olmaması, komünist diye beğenmediği kişilerin ise bu dünyayı cennet yapmak için mücadele etmesidir.
Mehmet düşünmelidir: Tarih boyunca komünistler niçin acımasızca ezilmişlerdir? Niçin öldürülmüşler, niçin hapishanelerde çürütülmüşlerdir? Mütedeyyin olmadıkları için mi? Kendi deneyimimi aktarayım: Okuldan ve meslekten atıldığım, sürgüne gönderildiğim, hapsedildiğim hiçbir davada neden mütedeyyin olmadığım sorulmadı. Çünkü bu Türkiye’yi yönetenlerin derdi değildi. Onlar, beni ve benim gibilerni, Amerikan emperyalizmine karşı çıktığımız, kapitalist düzeni yıkmak istediğimiz, bu düzenin bekçisi olan hükümetlere itaat etmediğimiz için suçladılar. İsa benzer nedenlerle çarmıha gerildi. Hazreti Muhammet, Mekke asilzadelerinin düzenini bozduğu gerekçesiyle öldürülmek istendiği için Mekke’den Medine’ye kaçmak zorunda kaldı. Ne var ki, devletle birlikte din kurumunu kullanan zenginler, bu dünyanın nimetlerini kendilerine ayırdılar ve yoksulların ise öte dünya ile avunmalarını yeter gördüler.
Ah Mehmet! Spartaküs’ü hiç duydun mu? Şeyh Bedrettin olayını okudun mu? Türkiye Halk İştirakiyun Partisi, Türkiye İşçi Partisi sana hiçbir şey anlatmıyor mu?
“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” Mehmet. Biz aynı sınıfın insanıyız ve sınıfımızın tarihsel zincirlerinden kurtulması için birlikte mücadele edeceğiz.