Not:
Aşağıdaki yazı 05 Aralık 2019 tarihinde Önder Babat Kültür Merkezinde düzenlenen GÜNÜMÜZDE PROLETERYA VE ENTERNASYONALİZM başlıklı panel forumda sunduğuğum tartışma metninin düzenlenmiş halidir.
Burada küme kavramını sınıfları, zümreleri, tabakaları vbg insan gruplarını kapsayan genel bir kavram olarak kullanıyoruz. Sınıf bakış açısı ile bu kümeleri, okuyucu farklı biçimlerde tasnif edebilir. Bu kümelemede günümüz Türkiye toplumu baz alınmıştır. Farklı gelişmişlik düzeyindeki ülkelerde farklı kümelemeler yapılmalıdır.
1.KÜME: Tekelci Ekonomi – politika oligarşisi.
Büyük (Hisse senedi sahipleri, tapu senedi sahipleri, iktidar sahipleri)
2. KÜME: iş yöneticileri : 1.KÜME adına ekonominin ve siyasetin yönetim aygıtlarının yöneticileri. Şirket CEO’ları ve üst yönetim profesyonelleri, kamu güvenlik ve yönetim aygıtlarının, yargı, akademi, medya, din-diyanet kurumlarının üst yönetim profesyonelleri.3. KÜME : Üretim yönetici ve yürütücü çalışanlar. Kafa emekçisi beyaz yakalılar. 2.KÜME’nin sevk ve İdaresinde mal ve hizmet üretimlerini yöneten ve yürüten çalışanlar. Üretimi bunlar başlatıp Bunlar durduruyor. Şalterlerin anahtarları bunların elindedir. Üretimden doğan güç bunların elinde toplanmaktadır. Kamu görevlilerini de bu kümede değerlendirmek gerekiyor.
4.KÜME : El-ayak emekçisi beyaz yakalılar. Lokanta, market, otel–mağaza, büro çalışanları, garsonlar, komiler, tezgahtarlar, kuryeler, valeler, aşçılar, özel güvenlik çalışanları vbg hizmet sektörü çalışanları.Türkiye’de bunların toplam ücretli çalışanlar içindeki oranı %55. En kalabalık emekçi grubu.
5. KÜME : KOL EMEKÇİLERİ. Mavi yakalılar. Bunlar artık üretim sürecinin hamalları olma yolunda Geriye doğru evriliyor. Üretim süreçlerini kontrol olanaklarını her geçen gün hızla kaybediyorlar. Şalterlerin anahtarları onlarda değil artık. Klimalı kontrol odalarında bilgisayar ekranları karşısında çay, kahve, neskafe içerek ekranları gözleyen beyaz yakalı kafa emekçilerinin elindedir kontrol. Nicelik olarak miktarları azalmıştır, azalmaya devam etmektedir, nitelik olarak da üretimden doğan güçlerini büyük ölçüde kaybettiler,kaybetmeye devam ediyorlar.
6. KÜME : Orta
sınıflar. Bireysel mülk ve iş sahipleri. Esnaf ve sanatkarlar, serbest
meslek erbabı, Çiftçiler…Vbg. Ekonomiye
önemli katkıları var ve sayıları da ücretli çalışan kümelerin Sayıları
Düzeyinde. İstatistik veriler bunu doğruluyor, ayrıca çevremize baktığımız
zaman da bunu gözlemliyoruz.
Berberler, kuaförler, lokantalar, büfeler, bakkallar, manavlar, satış bayileri, teknik servis atelyeleri, oto tamircileri,
satış mağazaları, doktor muayenehaneleri, mühendislik büroları, muhasebe büroları, sigorta
acentaları, sera sahipleri – ortakçıları, sebze
7.KÜME : Emekliler. Emekli sandığı emeklileri, bağkur emeklileri, SSK emeklileri. Bunların hepsi bir Çatı altında toplandı SGK oldu. Türkiye’deki toplam emekli sayısı 12.500.000, küsuratı da var. Eşleri, dul ve yetimlerini de dikkate alırsak herhalde en az 20 milyon kişi SGK’dan nemalanmaktadır. Bunlar üretim süreçlerinin dışında, yani üretimden doğan bir güçleri yok. Ekonomiye TÜKETİMDEN DOĞAN GÜÇLERİ ile katılıyorlar. Seçmen kimliği ile de Önemli bir politik ağırlık.
8.KÜME : İşsizler. Sosyo-ekonomik hayatın dışına atılanlar, PARYALAR. Kendilerini sömürecek bir patron bulamayanlar. Bugün işgücü için en kötü şey sömürülmek değil, SÖRÜLEMEMEKtir. Sömürü karşıtı söylem ve sloganların toplumda karşılıği ve etkisi eskisi kadar yoktur. Bu kümenin oranı kapitalizmin önceki evrelerinde %1-2 ler düzeyinde idi. Mutlak manada Ömür boyu işsizlik yoktu. Bugün bu oran iki rakamla ifade edilir olmuştur ve eğilim de daha Artma yönündedir. Ömür boyu ve nesiller boyu işsizlik bekliyor bu zümreyi. Bugün geçimlerini aile dayanışması ve kamu sosyal yardımları ile sürdürüyorlar.
9. KÜME : Köylülük
Kalıntıları. Bu deyimi neye kullanıyoruz ? Çünkü üretim gücü olarak
köylülük bitmiştir. Köylerde sosyo
ekonomik yapı çökmüştür. Bunun yan sonucu olarak genç nüfüsun kaybı ile okullar öğrencisiz kalmıştır. Son 20
yılda eğitim alanındaki yap boz politikaları ile de 17.000 köy ilkokulu kapanmıştır. TÜİK
istastistikleri ile de doğrulandığı gibi il ve ilçe Merkezleri dışında, köylerde yaşayan nüfus
oranı %7 mertebesinde. Kalan bu nüfus da üretim yeteneğini ve
gücünü kaybetmiş yaşlı nüfus. O nedenle “Köylülük Kalıntıları” kavramını kullandık.
Bu tabloda görüldüğü gibi Marx’ın, Lenin’in, Mao’nun yaşadığı tarihlerde ve coğrafyalarda böyle bir toplumsal kümeleşme (tabakalaşma) yoktu. Ayrıca onların gelecek öngörülerinde de böyle bir toplum yapısı yoktu. Örneğin onların döneminde 7. ve 8. küme olarak adlandırdığımız toplum kesimlerinin (emekliler ve işsizler) genel nüfusa oranı %1-2 ler gibi ihmal edilebilir düzeyde idi. Bugün yüzde onlar-yirmiler mertebesindedir. O devirlerde toplumun önemli bir kesimini oluşturan köylü nüfus kaybolmuştur. Kapitalizm toplumu mülksüzleştirecek, zincirlerinden başka kaybedecek varlığı olmayan proleterya büyük bir çoğunluk olacak, bütün maddi varlıkları elinde toplayan küçük azınlık burjuvaziyi alaşağı edecekti. Tablodan da görüldüğü gibi özel mülkiyet, bu öngörünün aksine, yaygınlaşmıştır. Ücretli çalışan emekçiler homojen bir kitle olmaktan çıkmış, farklılaşma ve tabakalaşma oluşmuş farklı dürtülerle düşünen ve hareket eden katmanlara ayrılmıştır. Mülk edinme istek ve eğilimleri yüksektir, imkanları da vardır. Ev, araba, yazlık ev, özel iş …vs…vs. Leninist devrim strateji 2 sınıfa dayanıyordu, proleterya ve yolsul köylülük. Bu stratejinin bir ayağı kaybolmuştur. Mao’nun kırlarda örgütlenerek kurtarılmış bölgeler kurup sonra kentleri kuşatma stratejisini izleyecek arkadaşlar, önce kentlerden kırlara eleman taşımak zorunda kalacaklardır.
İdeoloji ve siyaseti de bu tabloya göre göre gözden geçirmek, revizyon yapmak zorunludur. Toplum hayatına müdahale edebilmek, onu belli ideallere göre düzenlemek isteyen bir siyasetin yeterli toplumsal güç kazanabilmek için bu revizyonu yapması zorunludur. Her ideolojik siyasi akım, doğdukları tarih ve coğrafyanın sosyo-ekonomik, kültürel koşullarının özelliklerine, toplumun talep ve ihtiyaçlarına göre şekillenir. Tarihsel Materyalizm bize böyle buyuruyor. Özellikle sosyal bilimlerde mutlak doğrular ve mutlak yanlışlar yoktur. Bunun en önemli nedeni toplum bilimlerinde İNSAN’ın hem bilimin öznesi hem nesnesi olmasıdır. İnsanların düşünce ve davranışlarına yön veren etkenler tek boyutlu değil çok boyutludur. Bu ayrı bir başlık altında derince tartışılacak bir konu, geçelim.
Sonuca gelecek olursak; bugünün toplumcu – halkçı siyaseti hangi özellikler taşımalı ve nasıl bir dünya görüşü ( ideolojik yaklaşım ) ve programla yürümeli ki toplumdan anlamlı bir güç alabilsin?
İlk olarak toplumsal tabanını saptamalıdır:
Toplumsal taban olarak, bu düzenin ayrıcalıklı kesimleri olan 1.küme ve 2. küme haricindeki emeği ile geçinen, ezilen, mağdur olan toplum kesimlerinin, halk kümelerinin ( 3,4,5,6,7,8,9 kümeleri) ortak özlem, talep ve ihtiyaçlarını karşılayacak bir yaklaşım ve program ile yürümelidir. Yukardaki tablodan da görüldüğü gibi halk kümeleri saf, siteril, homogen sınıf özellikleri olmayan, farklı özlem, talep ve ihtiyaçları olan sosyal kümelerden oluşmaktadır. Ortak paylaştıkları talep ve özlemleri GÜVENLİK – REFAH VE ÖZGÜRLÜKtür. Bu halk kümeleri içinde stratejik önemi olan küme, 3.küme BEYAZ YAKALI KAFA EMEKÇİLERİDİR. Üretim bilgi becerileri ile, kültürel-entellektüel yetkinlikleri ile diğer halk güçlerini öncülük edebilecek, toplumu ileri taşıyacak sınıf bu kümedir. Toplumcu halkçı siyasetin özellikle bu sınıfı kazanması zorunludur.
İkinci olarak, Siyasi mücadele yöntemi olarak şiddet ve şiddete dayalı devrim anlayışının toplumda karşılık bulması mümkün değildir. 20.Yüzyıl dünya pratiğinde, şiddetin toplumlara güvenlik, refah ve özgürlük sağladığı görülmemiştir. Aksine olumsuz örnekler insanlık hafızasına kaydedilmiştir, şiddete dayalı siyasetin toplumdan destek görmesi mümkün değildir. Toplumsal rızaya dayalı bir iktidar hedeflemeli, demokratik, çoğulcu ve adil bir yönetim hedeflemelidir.
Üçüncü olarak mülkiyet konusunda özel mülkiyeti ve özel girişimciliği reddetmeyen, ulusal ve toplumsal zenginliği arttırmak, kamu çıkarları öncelikli adil bölüşümü hedefleyen bir kamu denetimini esas almalıdır. Türkiye sanayi devrimini kaçırmış azgelişmişlikten, gelişmekte olan sıfatına ancak erişebilmiş bir ülkedir. Şu anda da orta gelir eşiğine takılmış bocalamaktadır. Dolaysıyla ekonomi politikaları salt üleşim eşitliği üzerine kurulmamalı, üretimi arttırıcı, teşvik edici de olmalıdır. Yani ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak kalkınmacı politikalar olmalıdır.
Siyasi rejim ve sosyo- ekonomik hayat bu ilkeler üzerine programlanmalı ve diğer toplumsal ve politik sorunlar da bu temel prensiplere göre ilgili kümelerin katkı ve katılımları ile ele alınmalı çözümler üretilmeli ve uygulanmalıdır. Özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı bir demokrasi, bilgiyi, beceriyi, erdemi, liyakatı ödülleridiren bir sosyo-ekonomik politika takip etmelidir.
Bu prensiplere göre tasarlanan ideolojik – siyasi hareketin uluslar arası siyaset literatüründeki adı SOSYAL DEMOKRASİ’dir. Milli tarihimizdeki adı da Halkçı Cumhuriyettir. Avrupa doğumlu sosyal demokrasi Rönesans ve aydınlanma devrimlerini yapmış, sanayi toplumu aşamasındaki ülkelerde doğmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, yarı sömürge yarı feodal, üretimin karasabanla, ulaşımın kağnı ile yapıldığı bir toplumda, antiemeperyalist milli kurtuluş savaşı sonunda kurulmuş, ülkeyi aydınlanma, demokrasi ve modernleşme yoluna sokmuştur. Bu özellikleri ile biz kendimizi, hem milli tarihimizin mücadele geleneğini kucaklayan hem de modern dünyanın insanlığa ve emekçi halka kazandırdığı değerleri sahiplenerek ideolojimizi,” Kemalizm: Mazlum Milletlerin Devrimci Antemperyalist Sosyal Demokrasisi” olarak tanımlıyoruz. Bu sadece bizim milli kuruntumuz değildir. Dünya sosyalist önderlerinin, Çin, Hint, Arap, Afgan vbg mazlum milletlerin sosyalist, yurtsever, demokratik devrimci önderlerinin övgüyle dile getirdikleri, rol modeli olarak benimsedikleri bir gerçektir, yani enternasyonaldir.
AHMET AKKÜÇÜK / 03.12.2019
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 24.12.2019 00:00:00 / Okunma = 15160