AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Montrö Anlaşması ve ordudaki tarikatçı general nedeniyle kaygılarını bildiren 104 Emekli Amiral hakkında birkaç kez konuştu. Bunların sonuncusunda “Askerlerin emeklisi, emekli olmayanı olmaz. Ordunun başkomutanı da benim” dedi. Böylece emekli askerlerin herhangi bir konuda görüşlerini açıklamaları ve siyaset yapmalarının mümkün olmadığını açıklamış oldu.
Buna “emekli askerler siyaset yapamaz” değil, “ancak hükümetin siyasetine bağlıdırlar” demek daha doğrudur.
Emekli askerler için bu yasak açıklanınca beni bir telaştır aldı.
Ben emekli bir öğretmenim. Ben de çeşitli mesleklerden insanlar gibi anayasanın tanıdığı haktan yararlanarak görüşlerimi (korka korka da olsa) açıklıyorum.
Fakat yarın Millî Eğitim Bakanı, Cumhurbaşkanını örnek alıp “Öğretmenin emeklisi, emekli olmayanı olmaz. Hepsi birdir. Onların amiri de benim” derse ne yaparım? Aynı şeyi diğer bakanlar da söylerse… Neyse ki onlar, bu “görev”i savcılara devretmiş görünüyor.
ÖĞRETMENİN GERÇEKTEN EMEKLİSİ OLMAZ
Doğrusu biz öğretmenler de eskiden beri “Öğretmenin emeklisi olmaz” deriz. Bu söz şu anlama gelir: Öğretmenin öğretme, aydınlatma görevi yalnız sınıfta değildir. O, hayatı boyunca çevresini aydınlatmaya çalışır…
Denecektir ki, subaylık başka, öğretmenlik başka. Subayın elinde silahlar vardır. Hükümetin amirallerin bildirisinin yayımlandığı gece sabaha kadar uyumayarak “acaba görevdeki subaylarla, muhalefet partileriyle bağlantıları var mı?” araştırmasından da anlaşılacağı gibi konu çok önemlidir…
Ama biz öğretmenler de hâkim sınıfların hükümeti için pek tekin sayılmayız. Tevfik Fikret’in Darülmuallimîn Marşı’nın yayımlandığı 1910’da beri öğretmenler için “Fikr ordusu, ceht ordusu, azm ordusu” tanımlamaları kullanılır. Biz Maarif Ordusu’nun bilim gibi etkili bir silahımız var.
KALEM KILIÇTAN KESKİNDİR
Biz öğretmenler darbe yapmayız. Daha önemli bir şey yaparız. Gerçeğin ışığı ile beyinleri aydınlatırız. Bu ışık zihinlerde yankısını bulur, kuşaktan kuşağa yer eder. Etkileri uzun bir zamana yayılır.
Ülkemizde yetişmiş insan gücünün anaokulundan üniversiteye, öğretmenlerin eseridir.
Soyguncu ve baskıcı çevreler bu gücümüzün farkındadır ve bize de etmediklerini bırakmamışlardır.
Kendimden bilirim: Hayatım boyunca bir tek kişiye fiske vurmuş değilim. Buna rağmen 1964’te öğretmen olduğum tarihten beri, hatta öğrenciliğimde bile bana karşı yapılan ne kadar çok darbe ile karşılaştım. Okuldan atılmalar, sürgünler, gözaltılar, mahkûmiyetler. On binlerce öğretmen, kitle halinde ne kadar çok darbeye uğradık! İlim ve irfan ordusunun uğradığı tasfiyeler, ordunun uğradıklarından daha çoktur. Çünkü kalem, kılıçtan daha keskindir.
DEMOKRASİYE DARBE
İktidarın demeç ve uygulamalarından halka, muhalefete, demokrasiye, anayasaya karşı bir darbe planlaması yapıldığını düşünmekte haksız mıyız? “Emekli askerler görüş bildiremezler” sözünün arkasında, herkes için düşünce özgürlüğünün askıya alınma hazırlıklarının yapılmakta olduğu anlaşılıyor. Merkez Bankası rezervlerinin ne olduğunun kalem kalem açıklanması yerine, sorulmasının bile yasaklanmaya kalkışılması, bunun habercilerinden biridir.
Demokrasinin vazgeçilmezi olan “sınırsız bir düşünce ve ifade özgürlüğü” ilkesi, yerini her gün biraz daha “sınırsız baskı ve yasaklama”ya bırakıyor. Bu uygulamalarıyla iktidar geleceğe iyi bir nam bırakmayacaktır.