Marchalina Hellenica.
Bilimsel adı bu.
Halk arasında “çam pamuklu böceği” diyoruz.
En büyüğü taş çatlasın iki milimetre boyundadır, minicik ebatları nedeniyle “çam pamuklu biti” de denir.
Erkeği yoktur.
Sadece dişidir.
Döllenmesiz üremeyle çoğalır.
Toz zannedersin, sarı renklidir.
Dünyada sadece Akdeniz ikliminde varolan çam ağacı türlerinde, Ege sahil şeridinde, sadece Türk çamı denilen kızılçam'da, karaçam'da ve halepçamı'nda yaşar, bu yüzden dünyada sadece Türkiye ve Yunanistan'da görülür.
Ağacın toprak seviyesindeki çatlaklarına pamuksu balmumu salgılar.
Bu yuva gibi balmumunun içine yumurtlar.
Haziran sonunda yumurtadan çıkan yavrular, temmuz ve ekim ayları arasında milim milim ağaca tırmanır, tırmanırken çamın özsuyunu emerek beslenir, özsuyundan proteini alır, gerisini dışkılar.
Arılar, bu şekerli dışkıya bayılır.
Toplarlar.
Çam balı denilen, işte budur.
Arılar tarafından çiçek poleninden değil, çam pamuklu böceğinin dışkısından üretilir.
İşte bu yüzden dünyada sadece Türkiye'de ve Yunanistan'da halis çam balı vardır.
Ve, işte bu yüzden dünyada halis çam balının yüzde 92'sini tek başına Türkiye üretir, ihracatımız havada kapışılır.
?
Çam balının başkenti Marmaris'tir, özellikle Osmaniye köyü, halk arasındaki tabirle “dünyanın en ballı köyü”dür.
Zümrüt gibi doğasına gözünle bakmaya bile kıyamazsın, öylesine nadirdir, öylesine cennet köşedir.
Milyarlarca çam pamuklu böceği, milyonlarca arısı, yüzbinlerce çam ağacı, onbinlerce kovanıyla Türkiye'nin gözbebeğidir.
?
Yandı Osmaniye köyü…
Ne çam ağacı kaldı, ne çam pamuklu böceği, ne arı, ne kovan, köylülerimizin evleriyle birlikte hepsi yokoldu.
Ağaçlarından bal damlayan Marmarisimize kül yağıyor.
?
“Gök kadar beyaz denizin cam sessizliğinde, tepetakla dinelen çamların akisleri, gönül dinlendirici oluyordu. Tirhandilim o suların üzerinden geçerken, o ağaç akislerini yarım mil ötelere kadar halka halka titretirdi. Oralarda dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmayan buhur ağacı ormanları vardır. Hafif hafif amber kokarlar. Bir yaprak kalabalığı olan her ağaçtan, başka ağaca sarmaşıklar kurarlar. Çiçeğin biri koptu mu, yere kelebek konmak üzere olduğu sanılır. Buhur ağaçları ta kıyıda ayaklarını sedef yansımalı sularda yıkarlar. Gördüklerim hâlâ gözlerimde yaşıyor.”
?
Böyle anlatıyordu Bodrum kıyılarını, Halikarnas Balıkçısı…
Muhteşem satırlarını okurken, bazen yelkenle bazen kürekle yolaldığı, küçücük ahşap tirhandiline binmiş gibi hissedersiniz kendinizi, kelimelerin enginliğinde oralara giderdiniz.
Çevresine deniz feneri gibi ışık saçan kalemiyle, Ege'nin diyojeniydi, sadece hümanist bir yazar değildi, balıkçıydı, süngerciydi, literatüre kazandırdığı “mavi yolculuk”un babasıydı.
Aganta Burina Burinata, Mavi Sürgün, Yaşasın Deniz, Çiçeklerin Düğünü, Arşipel, Dalgıçlar, Gündüzünü Kaybeden Kuş, Deniz Gurbetçileri… Peksimet tadındaki bu eşsiz romanlarını, hikayelerini, denemelerini, Bodrum'dan Gökova'ya uzanırken, Kissebükü'nü Mazı'yı Çökertme'yi Ören'i seyrede seyrede yazmıştı.
?
Mazı yandı, Çökertme yandı, Ören yandı…
Ne hafif hafif amber kokan buhur ağacı kaldı, ne çiçek, ne kelebek.
?
Doğma büyüme Ege çocuğuyum, 40 yıldır bu topraklarda gazeteciyim, kulaç atmadığım koy, uzanmadığım ağaç gölgesi, basmadığım tepe yoktur bu coğrafyada, stajyerliğimden beri orman yangını haberi takip ederim, böyle bir çaresizliğe, böyle bir terkedilmişliğe şahit olmadım, askerin söndürme çalışmalarına katılmadığı bir orman yangınını hayatımda ilk kez görüyorum.
İstanbul'dan İzmir'den Kayseri'den Giresun'dan itfaiye ve orman ekipleri gelmiş, hemen her şehrimiz yardıma koşmuş, gönüllü sivil vatandaşlarımız çırpınıyor, belediye ekipleri canla başla boğuşuyor, ama kıymeti yok, asker olmadığı için organize olunamıyor, hangi noktaya ne zaman, hangi ekibin müdahale etmesi gerektiğine karakucak karar veriliyor, varolan kısıtlı çabalar da heba oluyor.
?
Türk Hava Kuvvetleri'ne ait C130 nakliye uçaklarımızda, yangın söndürme sistemi var, bu uçaklarımız için özel olarak üretilmiş modüler su tankları var, her biri 11 ton su taşıyabiliyor, özel pompa mekanizmasıyla beş saniyede yangın alanına boşaltabiliyor, kolayca monte edilen su tankları Kayseri Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanlığı'nda yerli ve milli imkanlarla üretildi, 1998 yılından beri 20'den fazla orman yangınına C130'larla müdahale edildi, 17 Ağustos 1999 depreminde Tüpraş yangını C130'larla söndürüldü, komşu ülkelerden gelen yardım isteği üzerine, Gürcistan'daki Suriye'deki orman yangınlarına da C130'larımızla müdahale edildi.
Bugün?
Niye kullanılmıyor?
?
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde 600 civarında helikopterimiz var, bu helikopterlerimize alt tarafı 100 bin dolar maliyetle “bambi” tabir edilen su taşıyıcı aparat monte etmek mümkün… 12 ülkenin silahlı kuvvetleri, yangın söndürme helikopterlerine takviye olarak bu yöntemi kullanıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin helikopterlerine bu aparatı taksak, yangın söndürmeyi filan boşver, pilotlarımız yağmur gibi yağar, yağmur gibi… Niye yapılmıyor?
?
Yangının burnunun dibinde Bodrum Mumcular'da kara havacılık eğitim komutanlığı var, helikopter üssü, belki 30 tane helikopter burada yatıyor, bunlara yangın söndürme aparatları taksak, en azından Bodrum'da bir tane ağaç yanmazdı… Niye yapılmıyor?
?
Hal böyleyken…
Sayın hükümetimiz İspanya'dan yardım istedi.
Sağolsunlar, iki yangın söndürme uçağı ve 27 pilot gönderdiler.
Dalaman'a indiler, Marmaris'i söndürmek için çalışıyorlar.
?
İspanya'dan gelen yangın söndürme uçaklarının kuyruğundaki armada ne yazıyor kardeşim?
Ejército del aire yazıyor.
Ne demek ejército del aire?
İspanya hava kuvvetleri demek, İspanya hava kuvvetleri!
?
Türk Hava Kurumu'nu boş kaportaya çevireceksin, Türk Hava Kuvvetleri'ne traktör muamelesi yapacaksın, sonra hiç utanmadan gidip, elalemin hava kuvvetlerinden yardım dileneceksin öyle mi?
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 5.08.2021 13:31:55 / Okunma = 14464