Kadınlar gününde, kadınlarımızın gönlünü yapmak için yazıyor değilim. Kadınların erkeklerden üstün olduklarına inanıyorum. “İnanıyorum” yerine “görüyorum” demem daha gerçekçidir. Zaten bu gerçeği göremeyen, insanlığı anlamak şöyle dursun, dünyadan habersiz demektir.
1954-1955 öğretim yılı, Fatsa Sakarya İlkokulu 2. sınıfta on yaşında bir çocuğum. Hangi nedenleydi unuttum, öğretmenimiz bir gün bize “Kadın mı erkek mi üstündür?” konulu bir ödev verdi.
Ben “Kadın üstündür” tezini savunurken annemi göz önünde bulundurmuştum. Babam bir yıl önce 49 yaşında ölmüştü.
Hayatının önemli bir kısmı dışarıda çalışmakla geçtiğinden zaten biz çocuklarıyla geçirecek vakti pek olmamıştı. Annem ise bütün yoksul ve orta halli köylü kadınların yaptığı gibi, hem tarla bahçe işlerini çekip çeviriyor, hem dördü kara toprağa girmesinden sonra hayatta kalan biz beş evladını yediriyor, giydiriyor, bizleri muhannete muhtaç etmiyordu. Onun günlük çalışma programını yazsam içinde “dinlenme” denecek bir zaman hemen hemen bulunmaz. Köylü kadınlar, birbirlerine oturmaya bile gitseler ellerinde mutlaka örülmekte olan çorap, kazak gibi işleri bulunur.
Bu çizdiğim bir köylü kadın tipi olmakla birlikte, kentli kadınlar, işçi, esnaf eşleri bile kocalarından daha çok iş yaparlar ve orada da kadınlar erkeklerinden daha üstündür.
Vahşi doğa belgesellerine merak sardığımdan beri, dişinin erkekten daha üstün olduğuna inancım daha da pekişti. Biz insanlar da sonuçta, dünyamızda milyarlarca yıl önce başlayan canlı türlerinden biriyiz. Canlılar arasında çok büyük bir çeşitlenme olmakla birlikte tümünde türü ayakta tutanın dişiler olduğu şüphe götürmez. Doğuran odur. Doyuran odur. Büyüten, koruyan odur. Yuvayı birlikte yapan, sıra ile avlanmaya giden canlılar olmakla birlikte esas yük daima dişinin sırtındadır.
Buna rağmen binlerce yıldır, kadın erkeğin gerisinde kalmıştır. Bunun nedeni de aslında onun bir üstünlüğünden kaynaklanır. Erkekler ava çıkarken o evi ayakta tutmuş, toprağa yerleştikten sonra da bağ, bahçe işlerine bakmıştır. Erkekler savaşırken haneyi ayakta tutan odur.
Erkeği kadından üstün gösteren kemik ve kas yapısıdır. Buna karşılık kadınların narin vücutları, erkelerinkinden daha marifetlidir. Dil yetenekleri daha gelişmiştir. Çocuklara anadillerini o öğretir. Sezgileri daha güçlüdür. O, evin her şeyidir. Kadını ölmüş bir aile dağılır; ev, suyu salınmış değirmene döner.
Nasıl toplumsal üretim fazlasından doğan servetler, zenginlerin elinde birikmiş ve bu nedenle sınıflar ortaya çıkmışsa, hanenin üretimde geçen hayatından arta kalanından da erkekler yararlanmışlardır. Erkekler, okula gidebilmiş, meslekler edinebilmiş, kısa veya uzun süre evden ve köyden ayrılma imkânını bulabilmiştir. İmamlık, öğretmenlik, politikacılık, yöneticilik erkek işi sayılmıştır.
Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletlerin kabulüyle Dünya Kadınlar Günü, Sanayi Devrimi sonrası kadın-erkek arasında yeni bir işbölümünün, hakların eşitlenmesine doğru gidişin bir müjdecisidir. Beş altı bin yıldır oluşan statüyü birkaç yüzyılda dümdüz etmenin imkânı yoktur. Bu nedenledir ki, daha uzun yıllar, analarımız gibi kız kardeşlerimizin ve kızlarımızın da erkek egemen düzenden çekecekleri var! Kadınlarımıza düşen görev, mücadeleyi elden bırakmadan fakat kırıp dökmeden yol almaktır. Tarih sabırlıdır. Er geç herkese hak ettiği değeri yalnız sözde değil, fiilen de verecektir.
Hayır! Kadın ve erkeklerin eşit olduğunu ileri sürecek kadar dünyadan habersiz değilim. Yazının başlığında da ifade ettiğim gibi kadın erkekten üstündür. Anatomileri, sezgileri ve ruh yapıları farklı bu iki cinsin birbirlerini tamamlayan özellikleri vardır. Her iki cins de evrimin kendisine verdiği görevi yapacaktır. Giresun köylerinde ve herhalde yurdun bazı yerlerinde olduğu gibi, kadın bütün gün tarlada ve ev işlerinde çalışırken erkekler yan gelip yatmayacaklar veya akşama kadar köy kahvesinde pineklemeyeceklerdir.
Erkeklerin bütün toplumlarda az veya çok fakat mutlaka görülmekte olan kadın üzerindeki bu saltanatı, günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi onu canice öldürme hakkını bile kendinde görme, yaşadığımız salgın felaketinin yarattığı çıldırma değilse, kölecilik ve derebeylik dönemlerinin bir kalıntısıdır. Yıkılmaya mahkûmdur. O zaman kadın ve erkek arasında uyumlu bir işbölümü gerçekleşecek ve mutluluk artacaktır.
Şurası dikkatinizi çekmiş olmalı. Bir kadın veya erkek, sömürü sitemiyle, diktatörlüklerle ne kadar mücadele halindeyse, kadın hakları konusunda da o kadar öncüdür. Hem bu konuda benim gibi ahkâm kesip, hem de henüz tanımladığı kadın-erkek ilişkilerine özlenen düzeye gelememiş olanlar için söylenecek söz ise “Zaten fazla bir zamanları kalmadı. Çok sıkıştırmayalım” olabilir. Benim küçük oğlum, Macaristan’da yaşıyor. Geçen yıl evlendi, eşi çalışıyor. Benim oğlan öğrendiğime göre mutfaktan çıkmıyor…