MUSTAFA KEMAL PAŞA SAMSUN’A NİÇİN GÖNDERİLDİ, NE YAPTI?
Bazı olaylar vardır ki, tarih onları sonradan önemli kılar.
Mustafa Kemal Paşa, yanındakilerle birlikte 19 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapurundan Samsun’a ayak bastığında, bu olay, dikkat çekmeyecek kadar sıradan bir olaydır. Bu nedenle Samsun’da yapılan karşılama da rutin ve sönük bir karşılamadır. Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale Savaşlarında bir parça adı duyulmuşsa da o sırada birliklerin başında veya Harbiye Nezareti emrinde bulunun birçok üst rütbeli subaylardan biridir. Gerek siyasi geçmişi nedeniyle gerekse politikada aldıkları rol nedeniyle kendisinden çok daha ünlü sivil ve asker paşalar vardır. Şimdi bunlardan biri padişahın ve hükümetin verdiği, kararnamesinde de belirtilen görevleri yapmak için Anadolu’ya gönderilmiştir.
Bu görevlerin hiç biri, vatanın kurtuluşunu da amaçlamış değildir. Bunlar Mondros Ateşkes Anlaşması’nın hükümlerini uygulamaya yöneliktir. Karadeniz bölgesindeki Türk ve Rum çetelerinin faaliyetlerine son verecek, ordunun elinden fazla silahları toplayarak İngilizlerin denetlediği depolara teslim edecek, Doğu Anadolu’daki savunma örgütleri olan Şûra yönetimlerini dağıtacaktır. Bu görevler yapılmazsa, İtilaf devletleri gerekli gördükleri yerleri işgal edeceklerdir. Son ziyaretinde Vahdettin’in Mustafa Kemal’e söylediği “Vatanı kurtarabilirsin” sözünün anlamı, “Bu görevleri yapabilirsen işgalleri önleyebilirsin” anlamındadır. Bu sözlerden, Vahdettincilerin Mustafa Kemal’e gizli amaçlarla görev verdiği anlamı çıkmaz.
O günlerin gazeteleri de içinde olmak üzere Kurtuluş Savaşı külliyatına vâkıf olanlar, ortada vatanın kurtuluşu için bir projenin olmadığını da anlarlar. Acı bir yenilgiyle biten Balkan Savaşlarının ardından Harbiumumi’nin yarattığı maddi ve manevi kayıplar o kadar büyüktür ki mütareke belli bir memnuniyet de de yaratmıştır. En başta insan öğütme makinası haline gelen savaş bitmiştir. Şimdi yaraları sarmanın, dinlenmenin zamanıdır. Yeni bir barış devrinin başlayacağı umulmaktadır. Gözler Paris’te açılacak barış konferansındadır ve orada Türkiye’nin tezleri çok iyi savunularsa devletin ve milletin geleceği güvenceye kavuşacaktır. Müttefiklerin Güney Doğu, Çukurova gibi bölgelerdeki işgali geçicidir, Samsun, Erzurum, Afyon, Eskişehir, Konya gibi merkezlerde bulunan İtilaf birlikleri de geçici görevle orada bulunmaktadır.
Yeni bir direnme savaşı o kadar gündemin dışındadır ki, devletin bütünlüğünü korumak için iki seçenek tartışılmaktadır. İngiliz himayesi mi, Amerikan mandası mı? Bunların dernekleri de kurulmuştur.
İZMİR’İN İŞGALİ MİLLETİ AYAKLANDIRDI
Bu umutları söndüren en önemli olay, Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan hareket etmesinden bir gün önce Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmasıdır. Bu çıkarma İngiliz ve Fransız planıdır ve Amerika’nın da buna izni vardır. Karar, aynı bölgeyi isteyen İtalyanlara sonradan haber verilmiştir. İşgal üzerine her yanda mitingler yapılmakta milletten “vatan ordusuna” katılmaları istenmektedir. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı gün ortalık kaynamaktadır. Anadolu’dan hükümete ve İtilaf Devletlerinin İstanbul’daki komiserlerine telgraflar yağmaktadır.
Mustafa Kemal Paşa, artık bu direniş hareketinin başına geçmeye adaydır. Kendine verilen görevleri bir yana bırakarak yeni bir strateji kurmaktadır. Bir süre hükümeti ve padişahı oyaladıktan sonra 21/22 Haziran günü Amasya Kararları ile projesini açıklamıştır. “Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir, milletin bağımsızlığını gene milletin kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.”
PADİŞAH İRADESİNE KARŞI MİLLETİN İRADESİ
Bu strateji, İstanbul siyasi çevrelerinin projesinden çok farklıdır. Milletin geleceğine sarayın ve hükümetin karar vermesinin önünü kesmekte, “Tek adam” iradesine karşı milletin iradesini çıkarmaktadır.
Ulusal kurtuluş ve toplumsal devrimler çağıdır. Milletin önderliğine aday olanlar saraydan farklı olarak bu gerçeği kavramışlardır. Çin, İran, Rusya’da devrimler yapılmıştır. Osmanlı milletlerinin geçmişinde de 1908 devrimi gibi bir örnek vardır. Ancak emperyalizm çağında kurtuluş savaşları ve devrimlerin, kıyı kentlerinde değil, kırsal bölgelerde üs kurarak ve buradan kıyı kentlerine akınlar yapılarak başarılabileceği anlaşılmıştır. Bu iş İstanbul’dan, İzmir’den yönetilemezdi. Bu gerçeği Çin Devrimi sırasında onun önderi Mao Zedung teorileştirecektir ve teori, Çin, Kamboçya, Laos, Cezayir, Küba devrimleriyle kanıtlanacaktır. Türk millî devrimi, bunun ilk örneklerindedir.
Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal Atatürk hakkında yazıp söyleyenlerin çoğu, konuyu çok şematik ele almakta, Kurtuluş Savaşı’nın başlaması ve zaferini yalnızca Mustafa Kemal’in dehasına bağlamaktadırlar. Atatürk’ün zekâsı, yukarıdaki gerçeğin farkına varmasındadır. Milletler teslim olmazlar. Hür ve bağımsız yaşama isteği bütün milletlerin ve halkların ruhunda vardır.
KURTULUŞ SAVAŞI’NIN MİRASI YAŞIYOR
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmamış olsaydı, kanımca başka yollar bularak milletin başına geçmek isterdi. Hatta o hiç doğmamış olsaydı, milleti örgütleyecek başka kimseler ortaya çıkardı. Nitekim çıkmışlardır ve O’nun yanında yer almışlardır. Türkler, o zaman da yabana atılacak bir millet değildi. İşgaller nedeniyle İstanbul’da yapılan mitinglerde sık sık örnek verilmiştir: 600 yıllık bir devletin varisleri emperyalist boyunduruğa nasıl razı olurlardı? Hem de bütün milletlerin ayağa kalktığı bu çağda!
Kurtuluş Savaşı’nın bugün de paha biçilmez mirası, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde millete güvenmenin gerektiğidir. Aradan geçen 102 yılda kazanılan deneyimler de bu mirası pekiştirmiş bulunuyor. Milleti oluşturan unsurlar arasında ayırım ve ötekileştirmeye gitmeden demokrasi cephesinde birleşmek, tek adam rejimin yerine bağımsız, hak ve özgürlüklerin yürürlükte olduğu bir yönetim kurmak…