Doğaldır ki, Kanal İstanbul Ekonomi-politiğine, AKP’nin ekonomi-politiği ile başlamak gerekiyor. AKP’nin gerek siyaset finansmanı, gerekse toplumsal rızayı kazanmak için uyguladığı ekonomi politikalarının temeli İstanbul merkezli rant-inşaat – emlak sektorüne dayanmaktadır. AKP’nin kuruluşunda kullanılan maddi ve beşeri sermaye (kadro), genel başkanın belediye başkanlığı döneminde İstanbul’dan ayarlanmıştır ve devşirilmiştir.
AKP iktidarının ilk 10 yılında, bir yandan önceki hükümetten devraldığı IMF’nin kemer sıkma programını uyguladı. Öte yandan uluslararası finans piyasalarındaki nakit bolluğunu ve Türkiye’nin iş gücü ucuzluğuna dayalı göreceli rekabet avantajını kullanarak 10 yılda Türkiye’yi fert başına milli geliri 3000 dolar düzeyinden 12.000 dolar düzeyine çıkardı. Borçlanma yoluyla rantmerkezci altyapı ve inşaat emlak yatırımlarına dayalı ekonomik büyüme ile yandaş bir burjuva sınıfı yaratarak, siyasetin finansmanına büyük kaynaklar aktararark ve sosyal konut ve sosyal yardım politikaları ile toplumsal desteğini arttırarak iktidarını tahkim etti, pekiştirdi.
Ancaaak 2011 den sonra deniz bitti. Dünya ölçeğindeki, nakit ( likidite) bolluğu sona erdi, sanayimizin ucuz emeğe ve emek yoğun üretime dayalı göreceli rekabet üstünlüğü sona erdi. Sistem krize girdi, cari açık ve dış borç ödemeleri çevrilemez hale geldi, ekonomi durgunluğa girdi, işsizlik özellikle genç işsizliği kronik hale geldi. Fert başına milli gelir düşme seyrine girdi, 2018 hesaplamalarında 9600 dolara düştü. Pahalılık ve yoksullaşma halkın dayanma sınırlarına geli ve aştı. Bunun sonucu olarak 15 yılda tahkim edilen AKP iktidarı aşınma sürecine girdi, iktidarı kaybetme korkusu ile yüz yüze geldi. AKP kritik bir dönemece ( yol ayrımına ) geldi. Türkiye de iktisatçılarca orta gelir eşiği veya tuzağı denilen sürece girdi. Ucuz emeğe dayalı rekabet avantajını kaybeden ülke, eski modelle devam ederse yerinde saymaya ve giderek gerilemeye başlıyor. Doğru çıkış yolu bilim ve teknolojiye dayalı, yüksek katma değerli üretime geçmek. Görüldüğü kadarıyla AKP, doğru çıkış yolunu değil ezberindeki yolu, rant-işaat–emlak sektörü ile krizi aşma politikasını seçti. Kanal İstanbul bu tercihin bir sonucudur.
İçinden geçtiğimiz dönemde Dünya da, Türkiye de tarihin kritik bir dönemecinden geçiyor. Kritik dönemeçler konusunda doyurucu bilgiler ve analizler içeren bir kitabı bu köşede halen yayında olan bir yazı ile tanıtmıştık. Daron Acemoğlu ve James A.Robinson tarafından yazılan ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ / Güç Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri. Tarihteki kritik dönemeçler toplumların veya ulusların uzun gelişme süreçleri içinde sıçramalı dönüşümler (eşik atlama) yaşadığı dönemlerdir. MÖ 10000 yıllarında yaşanan Tarım Devrimi, 18. Yüzyılda İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi ve Sanayi Devriminin ilerleme sürecindeki eşik atlamaları kritik dönemeçlerdir. Endüstri 1.0 buhar gücünün endüstriye uygulaması, 2.0 Elektrik gücünü endüstriye uygulaması, 3.0 Elektronik kontrol sistemlerinin sanayide uygulaması, Endüstri 4.0 internetin, robotların, yapay zekanın sanayinin kontrolunda kullanılması ile insansız fabrikalar dönemine geçiş dönemeci. Bu dönemeçlerde doğru yol tercihleri yapanlar, önündeki asırları kazanıyor, yanlış tercihleri yapanlar, yerlerinde sayıyorlar veya yaşadıkları asırları bile kaybediyorlar, paryalaşıyorlar
Bugün dünyanın yaşamakta olduğu kritik dönemeç Endüstri 4.0 Dönemecidir, yani dördüncü Sanayi devrimi sürecidir. Türkiye bu süreçle eş zamanlı olarak orta gelir tuzağı dönemecini de yaşamaktadır. Bu iki dönemeçten doğru çıkış yolu aynıdır, yapılacak planlar, projeler ve uygulamalar da aynıdır. Dördüncü Sanayi Devrimini başarıyla geçtiği takdirde orta gelir tuzağını da aşmış olacaktır. Türkiye ya gerekli ve yeterli kaynakları bu devrime seferber edecek, çağı yakalayacak ve aynı zamanda orta gelir eşiğinden orta üst ve üst gelir grubuna atlamayı başaracak veya yerinde sayıp muasır medeniyetler seviyesine çıkma ve aşma yarışından kopacak ve çağıın gerisine düşecek, paryalaşacaktır.
Bu saptmalardan sonra gelelim kanal projesinin ekonomi politiğine. Anlaşıldığı kadarıyla bu proje yap – işlet devret veya devretmeme modeli ile yapılacak. Yapımcı konsorsiyum muhtemelen yabacı şirketler ve yerli yandaş şirketlerden oluşacak. Kanal çevresine Dubai taklidi bir yapay kent kurulacak. Kanal manzaralı plazalar, rezidanslar, AVM’le, oteller, yeme – içme ve eğlence mekanları, marinalar, limanlar vs. Çıkan hafriyatla Karadeniz kıyısına limanlar kurulacakmış. Daha önceki planlarda marmara denizine yapay bir ada yapılacak ve burada yaratılan rant ile kanalın maliyetinin önemli bir kısmı karşılanacaktı. Sanırım Marmara’nın altındaki fay hattının yaratacağı depremin, yığma adayı yutacağı hesap edilerek bu tasarıdan vazgeçildi, Karadeniz’de liman inşasına yönelindi. Bu taklit kentin nüfusu beş yüz bin olarak öngörülüyor. Kim ne derse desin bu yapay kent, kısa zamanda doğudan istanbul’la, batıdan Çatalca, Çorlu, Çerkezköy ile birleşecek İstanbul nüfusuna 3-5 milyonluk bir ekleme yapacaktır. Türkiye’nin gündeminde halen yürümekte olan inşaat – emlak sektörü projeleri var. TOKİ tarafından ilan edilen 100.000 konut projesi, vatandaşlık promosyonu olarak yabancılara satılan konutlar ve bunların yaratacağı talep artışı, depreme karşı ğüvenlikli yapılar inşa etme amaçlı kentsel dönüşüm prjeleri ve bunların üzerine bir de devasa Kanal İstanbul projesini koyunca; Türkiye önümüzdeki 10 yılda varını yoğunu rant – inşaat-emlak sektörüne harcayacaktır. Projenin yapım ihalesini kim alırsa alsın, Türkiye’nin tüm sermaye sahipleri, emlak spekülatörleri, müteahhitleri, taşeronları, yapı malzemeleri sanayicileri, tedarikçileri akla gelebilecek tüm sektörler Kanal projesi pastasından pay koparabilme yarışına gireceklerdir. Türkiye bu kadar büyük ölçekli rant -inşaat – emlak projelerini yürütütürken tüm maddi ve beşeri kaynaklarını tüketecektir, dördüncü sanayi devrimine, orta gelir tuzağını aşmaya kaynak ayıramayacaktır. Dördüncü sanayi devrimi terenini kaçıracaktır.
2011 yılından itibaren Türkiye’nin orta gelir eşiğinde duraklama ve bocalama dönemine girdikten sonra Kamu yönetimi, siyaset, iş dünyası, akademi çevreleri ve meslek odaları çevrelerinde Türkiye’ni orta gelir tuzağından kurtuluşu ve dördüncü sanayi devrimini yakalama ve başarma konusunda ciddi araştırmalar, projeler tartışılmaya başlandı. Japonya, Çin, Avrupa ( özellikle Almanya), ABD ve Asya kaplanları adı verilen Güney Kore, Singapur gibi ülkelerin Dördüncü Sanayi Devrimi sürecine giderken nasıl hazırlıklar yaptıkları, eğitime, araştırma geliştirme (AR-GE) çalışmalarına yaptıkları yatırımlar, uygulamadaki gelişmeler, robotların günlük hayata katılmaları, sürücüsüz arabalar, insansız fabrika örnekleri üzerine araştırmalar yayınlandı, kongreler, konferanslar, sempozyumlar düzenlendi. Artık Türkiye’nin önündeki adımın bilim ve teknolojiye dayalı bir ekonomi politikası, katma değeri yüksek üretim modellerine geçmek, Dördüncü Sanayi Devrimi trenini yakalama kararlığı konusunda bir konsensüs oluşmuştu, fikri hazırlığı da oldukça ilerlemişti. Ne zamanki bu Kanal İstanbul Projesi gündeme gelip , yürürlük aşamasına geldi, tüm bu hazırlıklar bir kenara itildi, dosyalar raflara kaldırıldı. Tüm iş dünyası, siyaset, bürokrasi, akademi, amir, memur, esnaf vs herkes Kanal çevresinde oluşacak rant-emlak borsasından fırsat yakalamak, inşaat faliyetlerinden pay kapmak üzere pozisyon aldı. Son 6 aydır kamuoyumuzda Sanayi4.0, yapay zeka, robotların gelişimi, insansız fabrikalar, dünya ne yapıyor, biz bu yolun neresindeyiz tartışmaları yapılmaz oldu veya marjinalleşti, entellektüellerin meşgalesi haline geldi.
Türkiye ekonomisinin rant – inşaat – emlak bağımlılığı çok partili hayata geçeli beri Türkiye’nin kalkınması, bilimsel teknolojik ilerlemesinin önündeki en önemli engel. Türkiye’nin varını yoğunu yutuyor, teknolojiye, sanayinin yüksek katma değerli üretime geçmesi, rekabet gücünün arttırılması için ihtiyaç duyduğu yatırımlara kaynak (sermaye) kalmıyor. Deniz kıyılarında, yaylalarda senede 2-3 ay kullanımlık 9-10 ay işlevsiz milyonlarca yapı var. AKP iktidarı, ekonominin rant – inşaat-emlak bağımlığını, siyasi nedenlerle, önceki dönemlerde görülmemiş derecede arttırdı. Bu konuda kendi içinden eleştiriler de geldi. Ali Babacan, bundan 5-6 sene evvel, Dünya Gazetesine verdiği bir röportajda mealen şöyle diyordu “ İnşaat- emlak sektörünün bu kadar cazip olması Türkiye’nin kalkınmasını engelliyor. Sermaye varlığını kara delik gibi kendine çekip yutuyor, teknolojik ilerlemeye, endüstrinin verimliliğini attıracak, katma değeri yüksek ürünlere yönelmesini sağlayacak yatırımlar için sermaye bulunamıyor …” değerlendirmesini yapıyordu. Ali Babacan, AKP’den ayrıldı, yeni parti kurma hazırlığında, Kanal İstanbul tartışmalarına bu görüşleri ile katılması ufuk açıcı olabilirdi, ancak sesini duymuyoruz.
Kalkınma iktisatçıları, Japonya’nın kalkınma ve sanayi-teknoloji alanındaki ilerleme mucizesinin arkasındaki nedenleri araştırırken saptadıkları 5 neden var. Bunlardan birincis, askeri harcamalarının çok düşük olması nedeniyle, sanayi ve teknoloji alanına daha çok yatırım yapma olanağı. İkinci neden de Japon Hükümeti, emlak fiyatlarını vergiler, harçlar vs ile aşırı yükselterek halkın tasarruflarını emlaka yatırmasını caydırıyor, bu tasarruflar sigorta fonlarında ve banka mevduatlarında birikiyor, sanayi için likid sermaye kaynağı sağlıyor. Bu fonlarla Japon sanayicileri bol ve ucuz kredi olanağını kullanarak önemli bir rekabet avantajından yararlayorlar. Diğer nedenlerin konumuzla ilgisi olmadığı için belirtmiyorum.
Kanal İstanbul projesi öncelikle bu yönlerden tartışılmalıdır. Kamuoyunda gündeme getirilen ve tartışılan konular, bana göre, Dördüncü Sanayi Devrimi dönemecini yaşayan dünyada, orta gelir tuzağında bocalayan Türkiye’nın kaynak tahsis tercihlerinin yanında tali konulardır. Dünya sadece sanayide değil tarım alanında da bir devrimci dönemeç yaşamaktadır. O da Biyoteknoloji Devrimi. Çağımızda zamanlar çok kısaldı. Tarım Devrimi ile Sanayi Devrimi arasında 12.000 yıl var. Son 3 yüz yıllık dönemde 3 devrimci dönemeç ( dönüşüm) yaşadı dünya, içinden geçmekte olduğumuz 50 yılda 3. Sanayi devrimi başladı bitti, Dördüncü Sanayi Devrimi Treni harekete geçti. Önümüzdeki 10 yılda bu tren dünya turunu tamamlayacak. Biz bu süreçte varımızı yoğumuz taşa, toprağa, çimentoya, nervürlü demire … vs.’ye harcarsak bu treni kaçıracağız. Bu kaçırmanın faturası geçmişte kaçırdığımız trenlerden daha acı olacak, belki de telafisi mümkün olmayacak. Türkiye’nin ikilemi : Kanal mı, Endüstri 4.0 mı? Tercih Türkiye’nin.
AHMET AKKÜÇÜK / 19.01.2020
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 19.01.2020 00:00:00 / Okunma = 14089