12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbelerinden sonra ailemizden bazı gençler fişlenmiş bulunuyordu. Sürücü belgesi almak için başvuran akrabalarımızın başvuru belgelerinde soyadımızı görenler sözlü bir sorgulamaya başlarlardı. “Ertan Sarıhan’ı tanır mısın? Zeki Sarıhan, Harun Sarıhan, Hamdi Sarıhan neyin olur?” Akrabalar da ne yapsınlar? “Uzaktan akrabamız olur ama çoktan görmedim. Köye gelmez” gibi yanıtlar veriyormuş.
Türkiye’de işe almalarda bu akrabalık ilişkileri olumlu veya olumsuz olarak hep var olmuştur. Ama bu sorgulama ilk kez AKP Hükümeti tarafından yasal hale getirilmek isteniyor. Oysa suçun şahsi olduğu bütün hukuk sistemleri tarafından kabul edilmişken Hükümet, iki kez Anayasa Mahkemesinden döndüğü halde, fişleme yasasını Meclisten geçirmekte neden ısrar ediyor?
Hiç kuşkumuz olmasın ki bu usulle devlet kadroları Cumhur İttifakının taraftarlarıyla doldurulacaktır. Dededen toruna, kardeşlere kadar ailede muhalif biri saptanırsa ona devlet kapıları kapatılacak, fişleme yasal hale getirileceği için itirazın da bir faydası olmayacaktır. Bu fişlemenin kişinin sülalesi, köyü, kasabası, dili ve mezhebini de kapsayacağı gün gibi açık. Parti devleti böyle böyle kuruluyor.
PUDRA ŞEKERİ
Hamza Kürşat Ayvatoğlu, Kastamonu Belediyesinde önemli bir göreve getirilirken, bu belediyenin borç batağına sokulmasından sonra AKP Genel Merkezinde işe alınırken de bir sicil taraması yapılmış olmalı. Onu işe alanların “pudra şekeri” kullandığından haberleri olmayabilir. Fakat ihalelerde aracılık yapmak, emeksiz para sahibi olmak ve lüks içinde yaşamak gibi bir marifeti olduğundan haberdar olmamaları mümkün müdür? Hatta işe alınmasının gerçek nedeni bu marifetleri olabilir?
Rezalet ortalığa saçıldıktan sonra verdiği ifadesinde geçen “Ben aslında AK Partili falan değilim. Benim yüzümden AK Partiyi neden suçluyorsunuz?” cümleleri, partiyi kurtarma çabasına dönük “tembih edilmiş” bir ifade gibi görünüyor. Fakat ifadenin devamı partideki yozlaşmayı da ele veriyor: “Sadece AK Partinin gücünden faydalanmak, şemsiye altına girmek, oradan nemalanmak için bu partiye girdim.”
Bu ifade, iktidar partisinin şemsiyesi altına girerek yolsuz işler yapan, binlerce ahlaksız açıkgözün itirafı gibidir.
Partilerin yüz binlerce, hatta milyonlarca üyesi veya taraftarı arasında her meşrepten insan bulunur. Hırsızlık, kumar, uyuşturucu, taciz ve tecavüz tekil olaylarına bakarak bir insanın akrabaları gibi partisi de suçlanamaz. Sonuçta suçu yargı tarafından kanıtlananlar, cezalarını çekerler. Fakat bir partide adam kayırma, ayrımcılık, yolsuzluk, haksız kazanç bir sistem haline gelmişse asıl üzerinde durulacak olan budur. Ayvatoğlu, bu huylarını, büyüklerine bakarak edinmiş olmalıdır. O hepimiz gibi ayakkabı kutularına saklanan milyonları, 750 bin liralık hediye saatleri, aldığı ihale üzerine “milletin” anasına sövenleri görmüş ve işitmiş bir kuşaktandır. Bunlar bir ceza almadığına göre “ben neden gemimi yüzdürmeyeyim” diye düşünmüş olmalıdır.
AKP, dürüst bir yönetim sözü vererek “parmağında bir yüzüğünden başka serveti olmayan” bir liderin önderliğinde iktidara geldi. Fakat iktidar şımarıklığı bir kısım parti kadrolarını yoldan çıkardı, İktidarın nimetlerini tadan bir çokları “bal tutan parmağını yalar” anlayışını kapıldı.
“Kimi dertten içermiş, kimi neşeden!” Ayvatoğlu’nu uyuşturucu kullanmaya götüren lüks hayat olduğu anlaşılıyor. Onu tıbben tedavi etmek, bu kötü alışkanlıktan vazgeçirmek mümkündür. Fakat yolsuzluklar çarkını kırmak o kadar kolay değil. Bunun için kitlelerin yeni bir siyasi uyanışına ihtiyaç var.
Bu iş, Ayvatoğlu’nun feda edilmesiyle kapanacak bir olay değildir. Zenginliğin, şatafatın tadını almış olanların bundan dönmeleri de mümkün görülmüyor. Güç, iktidar mensuplarını zehirlemiştir.