2002’de AKP’nin iktidara gelişi, bazı tedirginliklere neden olmuşsa da işin bu noktaya geleceğini kimse tahmin edemezdi. Çünkü Erbakan’ın partisinden ayrılmış AKP kurmayları hem orduya hem Batı’ya güvence vermek için, yıllardır üstlerinde taşıdıkları şeriat gömleğini çıkardıklarını ilan ettiler. “Şeriat” sözcüğü o zamanki devlet kültürü için pek antipatik olduğundan Erbakan onun Arapçası olan “Millî görüş” kavramını kullanıyordu. Değilse Erdoğan ve arkadaşları, pek makbul bir kavram olan “millî” görüş gömleğini niçin çıkarmış olabilirlerdi ki? Kendilerine biçtikleri yeni ideoloji yalnızca “muhafazakâr ve demokrat” olmalarıydı.
İktidar ilk yıllarında o zamana kadar iktidar olanların idarei maslahatçı hantallığını bir yana bıraktı. Devlet olanaklarından yeterince pay alamamış ve siyasetin de dışına itilmiş, muhafazakâr yoksulları gözeten bazı önlemler aldı. Bu durum, onun çevresinde inanmış bir seçmen kitlesinin toplanmasına neden oldu. Muhalefet ise, bu çevreleri “bir torba bulgur ve bir torba kömüre oylarını satanlar” diye küçümsedi.
Türkiye’nin nereye gittiği hakkında fikir yürütürken nereden geldiğini ve neden bu yola gittiğini de gözden ırak tutarsak konuyu açıklayamayız.
28 Şubat 1997’de verilen muhtıra ile devletin laikliğe dönüşü çoktan tavsamıştı. Muhafazakâr demokratlarımız, 80 yıldır hasret kaldıkları iktidara iyice yerleşme niyetlerini orta ettiler ve Millî Görüş’ün ileri gelenlerinden Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı yapmak istediler. Laik kesim, Cumhuriyet mitingleriyle ayağa kalktı ama AKP, bu kalkışmayı, seçmen desteğiyle püskürtmeyi başardı. İkinci seçimde Başbakan Tayyip Erdoğan (ki İslamcı yönelişin en kararlı ve aynı zamanda kurnaz temsilcisiydi) Cumhurbaşkanlığı’nı Gülden devraldı. Artık AKP’nin ve Türkiye’nin tek adamıydı.
Gezi Park’ında ağaçların kesilmesi vesilesiyle aydınların yön verdiği kentli orta ve küçük burjuvazi, bütün ilkede ayaklandıysa da, köylüler ve gecekondularda yaşayanlar hâlâ AKP’ye oy veriyorlardı. AKP, epey sıkıntılar çekerek bu badireyi de atlattı. Ardından Kürtler için bir açılımı denemeye sıra geldiyse de bunun seçimlerde AKP’ye bir şey kazandırmayacağı anlaşıldığından, açılım programı yürürlükten kaldırıldı. Bu tarihten sonra çoğunlukla Kürt nüfustan oy alan parti iktidarın en büyük düşmanı sayıldı. Seçmenlere siyasi ayar bu söylem üzerinde verilmeye başlandı. İktidardan yana değilseniz teröristlerden yanaydınız. AKP’nin tamamen güvenlikçi politikalara sarılması, 15 Temmuz’da Fethullahçıların darbe girişimini bastırmasından sonradır. Aslında darbe öncesine kadar Fethullah’ın müritlerini devlet kadrolarına yerleştiren, kadim laik devleti Fethullah kadrolarıyla birlikte tasfiye etmeye çalışan AKP, dava arkadaşlarıyla kanlı bıçaklı hale geldi. Muhalefet için terör destekçiliği yaftasından başka ikinci suçlama da hazırdı artık: Fetö yandaşlığı…
Fakir fukaranın bir parça rahatladığı ve adam sayıldığı günler geride kalmış, onun yerini devletin yağması almaya başlamıştı. Devleti adım adım AKP’lileşti. Basın denetim altına alındı. Seçimlerin AKP lehine sonuçlanması için tedbirler artırıldı. Tarafsız cumhurbaşkanlığı geleneği anayasa değişikliği ile rafa kaldırılarak partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçildi. Adliye teşkilatı partinin hizmetine koşuldu.
Hâlâ neden kazanıyordu?
Bu süreç adım adım sürerken, seçmenlerin çoğunluğu neden hâlâ AKP’ye oy veriyordu? Muhalif aydınlar bunu seçmen çoğunluğunun cehaletine ve muhafazakârlığına bağladılar. AKP taraftarları, Partili belediyelerin de işe koyulmasıyla hâlâ miting meydanlarını hıncahınç dolduruyordu. “Yoksulların ve cahillerin” bu bağlılığını, mitinglerde bayrak sallayan gecekondulu bir kadın “Erdoğan’ın götünün kılı olurum” diye ifade etmişti. AKP, bu ekmeği 19 yıl yedi.
Hoşafın suyu azalmaya başladığı bir dönemde kitleler, azar azar AKP’den uzaklaşmaya başladılar. Parti kurucularının çoğu da partiden atılmış, ya da bir kenara çekilmişlerdi. Şimdi artık parti “Tek Adam”ın partisi olmak gibi tehlikeli bir yola girmiş bulunuyordu.
Tek adam, yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da savaşçıydı. Yalnız komşularıyla değil, güya girmeye çalıştığı ve bunca yardım aldığı Avrupa Birliği ve NATO gibi İttifaklarla bağlı olduğu ABD ile de arayı bozdu. Batı ile arasının bozulmasını, sosyalistlerin 1946’dan beri savunduğu emperyalizme karşı olmakla açıklamaya başladı.
Kırılgan bir muhalif cephe
Ve… siyaset yeniden biçimlendi. Bir yanda ekonomide yağmacı, ideolojide açıkça ırkçı bir grup, diğer yanda çeşitli renklerden oluşan bir muhalif kamp oluştu. Şimdi bu iki kamp, önümüzdeki erken veya en geç 2023’te yapılacak seçimlere hazırlanıyor.
Hangi taraf üstün gelecek? Birkaç yıldır yapılan kamuoyu yoklamaları, iktidar cephesinin oylarının erimekte olduğunu, muhalefetin ise, aralarında bir kavga çıkmazsa iktidarı devralacak bir orana ulaştığını gösteriyor. “Aralarında bir kavga çıkmazsa” dememizin nedeni, bu muhalefet bloğunun oldukça kırılgan bir yapı göstermekte oluşundandır. MHP kadar azgın olmasa da İYİ Partinin genlerinde Kürt karşıtlığı varlığını sürdürüyor. İçindeki Kürtlerin yoğunluğundan ötürü gelen geçenin tarihsel bir milliyetçi devlet refleksiyle tekme savurduğu parti, işbirliği yaptığı suçlamasından kurtulmak için Millet İttifakı’nın dışında bırakıldı. Bu parti basında ve televizyonda şeytan gibi anılıyor. Hakkında kapatma davası da sürüyor.
Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor? Bunu bilen varsa, söylese de hiç değilse ne olacağını bilmenin rahatlığına kavuşsak. İleriye değil geriye, yoksulluğa, karanlığa ve zorbalığa doğru gittiğimiz gözle görülen bir gerçek. Seçmen çoğunluğunun kanısı da bu yönde.
Fakat durun bir dakika!
Her hükümet, kendisi için en elverişli zamanda seçime gitmek ister. Şu sıralarda durumu pek parlak olmayan AKP’nin, muhalefetin istediği bir erken seçimi kabul etmeyeceği açık. Fakat acaba 2023’te seçim yapılacak mı? Önümüzdeki her seçim, AKP için bir ölüm kalım savaşına benzetilebilir. Arkasında bunca yolsuzluğu, eşe dosta peşkeş çektiği devlet hazinesini, kanun tanımaz emirlerini arkasında bırakıp iktidardan çekilmeyi göze alabilir mi? Muhalefet AKP’yi ürkütmemek için her ne kadar “Devri sabık yaratmayacağız” dese de hesabı verilmemiş defterlerin açılması kaçınılmazdır.
AKP, 2023’te normal seçimlere gitmekten kaçamayabilir. Aksi halde hem ülkeye hem dünyaya verilecek hesap çok ağır olabilir. Yapacağı şey, bu seçimleri “ne pahasına olursa olsun” kazanmaktır.
İş karakolda bitebilir!
Batı ittifakında yer almak için 1945’te çok partili hayata geçen CHP, Demokrat Partinin seçim kazanacağına ihtimal vermiyordu, kazansa da iktidarı verme niyetinde değildi. 1946 seçimlerinde bu nedenle gülünç usulsüzlükler yapılmıştır. Ancak hâkim gözetiminde yapılan 1950 seçimlerine hile ve zorbalık karıştırılamadığı için DP iktidar yüzü görebilmiştir. AKP’nin, 1946 dönemdeki CHP ile ilginç benzerliği, yerel seçimlerde HDP’nin kazandığı belediyeleri elinden alıp yerlerine kayyım olarak kendi adamlarını atamış olmasıdır. Şimdi de uyduruk gerekçelerle İstanbul Belediyesini muhalefetin elinden almak istiyor. 1950’den farklı olarak bugün Türkiye’de seçimlerde hakemlik yapacak bir yüksek yargı yoktur. Önümüzdeki genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin karakolda bitme ihtimali varsa da “Karakol” da iktidarın emrindedir…
İktidar partisinin ve ortaklarının önümüzdeki seçimleri kazanma ihtimali var mıdır? Böyle bir ihtimalin olmadığından söz edilemez. İktidar, bunun için çeşitli çarelere başvuracaktır. Öncelikle borç harç devlet hazinesinde ne varsa son asgari ücret düzenlemesi olduğu gibi dar gelirlilerin hayat standardını geçici de olsa düzeltmeyi deneyecektir, Fakat bunlar, seçmenlerden kaybettiklerini geri almaya yetmeyebilir, AKP, 19 yıldır postunu serdiği devletten kalkmayı göze alabilir mi?
Önümüzdeki seçimlerin sandıkta kazanılmış görünmesini sağlamak için iktidar her şeyi yapabilir. Seçimlere hile karıştırabilir. Seçim sonuçlarını saymayabilir ki bunu son İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde yapmışlardı.
Seçimlere daha zaman var. Bu süre içinde muhalefet ittifakını bozmak için AKP her şeyi yapacaktır. Zaten her gün de bunun için uğraşmaktadır. Muhalefet partilerini bölerek bunlardan bazılarını veya kopardığı parçaları kendi ittifakına katabilir. Kapatma davası görülmekte olan HDP’yi seçimlere sokmayabilir.
Türkiye halkı, şu günlerde bile diken üstünde yaşıyor. Gelecek günlerin nelere gebe olduğunu bilmiyoruz. Seçimleri erteletecek büyük olaylar çıkarılabilir.
Emekçi yararına bir programla
Türkiye’nin tek adam rejiminden kurtulması, parlamenter sisteme dönmesi, hak ve özgürlüklerin yürürlüğe girmesi için muhalefetin açık bir program açıklaması yayınlaması ve bunun ısrarla tekrarlaması gerekir. Bu programda halkın ekonomik koşullarını nasıl düzeltileceği, hak ve özgürlüklerin nasıl güvence altına alınacağı anlatılmalıdır. Seçmen çoğunluğu bu programa kazanılmalıdır.
Seçimleri yapmak mümkün olursa, AKP’nin iktidarı bırakması için muhalefetin aldığı oyların mümkün olduğu kadar yüksek oranda olması gerekir.
Olumsuz ihtimallere rağmen umutsuzluğa kapılmaya yer yoktur. Ne de olsa demokrasi deneyimi olan bir siyasi kurum, özgürlük ve çağdaşlaşma için mücadele geleneğini yaşatan halk kesimleri var.