1920…
Barbarlık ayyuka çıkmıştı.
10 yaşında kız çocuklarımızın ırzına geçiyorlardı.
İki yaşındaki bebelerimizi süngülerin ucuna takıp, sokak sokak gezdiriyorlardı.Bebelerimizi emzirmesinler diye, yeni doğum yapmış annelerimizin meme uçlarını kesiyorlardı.
Yaşadıkları yüzünden aklını yitiren kadınlarımız vardı, yaşadıkları yüzünden canına kıyan kızlarımız vardı.
Sırf Menemen'de 1.700'den fazla Türk öldürülmüştü, ilçenin hakim noktalarına makineli tüfekler yerleştirilmiş ve hedef gözetmeksizin insanların üstüne yaylım ateş açılmıştı.
İzmir Bergama'da 200'den fazla insanımızı devasa çukura doldurup, makineli tüfekle tarayıp, cenazelerine benzin döküp yakmışlardı.
Aydın Söke'de 57 insanımızı diri diri kuyuya, üst üste atarak öldürmüşlerdi.
Bursa Osmangazi'de çocuklar kadınlar dahil 97 kişiyi camiye doldurup, ateşe vermişlerdi, diri diri yakmışlardı, pencerelerdeki demir parmaklıklara çocukların elleri yapışmıştı.
Manevi işkence olsun diye, Kuran'ı Kerimleri parçalıyor, sayfa sayfa hela çukurlarına atıyorlardı, insanlarımız o sayfaları çıkarıyor, yıkıyor, ağlaya ağlaya toprağa gömüyordu.
Bu korkunç sahnelere bizzat şahit olan ve uluslararası soruşturma heyetine ifade veren Levanten tüccarlar anlatıyordu, “masum insanları katledip, hayvan leşleri gibi etrafa atıyorlar”dı.
Hal böyleyken…
Londra'da özel basın bürosu açmışlardı.İngiliz istihbaratının propaganda teşkilatıydı.Parayla entelektüel devşiriyorlardı.
Londra Üniversitesi'nin profesörlerine Paris'te New York'ta Marsilya'da Yunanistan lehine konferanslar verdiriyorlardı.
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi olan, dünyaca ünlü şair Rudyard Kipling'e bile parayı bastırıp, Yunan milli marşının İngilizce tercümesini yaptırmışlardı, Daily Telegraph gazetesinde yayınlatmışlardı.
İngiliz gazetelerine güya okur mektubuymuş gibi mektuplar gönderiyor, “Türklerin vahşi ve barbar olduklarını” yazdırıyorlardı.“Barbar Türk” diyorlardı.“Uygar Yunan” diyorlardı.
Türk kelimesini barbar sıfatını kullanmadan yazmıyorlardı.
Yunan kelimesini ise, mutlaka uygar sıfatıyla yazıyorlardı.“Barbar Türk” imajını yerleştirmek için “Rum kızlarının silah zoruyla kaçırıldığını, 10 paraya, yani bir kuruşun dörtte birine Konya'da Balıkesir'de esir pazarlarında satıldığını, alıcı bulamayanların genelevlere verildiğini” anlatıyorlardı!
10 yaşındaki Türk kızlarına tecavüz edilirken, Türklerin Rum kızlarına tecavüz ettiğini yazıyorlardı!
Ege'de Yunan işgalinin dehşeti yaşanırken, Kars'ta Ermeni çetelerin vahşeti yaşanıyordu, Kars'ı fetheden Kazım Karabekir bizzat rapor hazırlayıp, Ankara'ya göndermişti…
Sadece Kars merkezde 1.700 Türk öldürülmüştü, ilçeler yok edilmiş, köyler adeta haritadan silinmişti.
Yedi yaşındaki kızların bile ırzına geçilmişti, 30 askerin peşpeşe tecavüz ede ede öldürdüğü kadınlar vardı, cinsel organına odun sokularak öldürülmüş kadınlar vardı, dere yataklarında çocuk-kadın cesetleri bulunuyordu, erkeklik organları kesilip ağızlarına sokulmuş erkek cesetleri vardı, köpeklere yedirilen insanlar vardı, tabanlarına nal çakılarak öldürülen insanlar vardı, kazığa oturtulanlar vardı, kafa derisi yüzülenler vardı, öldürülenlerin vücutları parçalanarak, kolları, bacakları, kafaları, kasap dükkanı gibi çengellerle duvarlara asılmıs¸tı, kadınların memeleri kesilerek çiviyle duvarlara çakılmıştı, silahsız insanları camilere, ahırlara doldurup, ateşe vermişlerdi.Kazım Karabekir'in gözlemci olarak davet ettiği Amerikan heyeti bu vahşetin fotoğraflarını çekmişti, fotoğraflı belgelerle Washington'a göndermişlerdi.
Hal böyleyken…
Amerikan, İngiliz, Fransız gazeteleri “Kemalist güçlerin Kars'ta canavarlık yaptığını” yazıyorlardı!
Altı bin Ermeni'yi boğazladığımızı, evleri yağmaladığımızı, kadınların ırzına geçtiğimizi, güzel kızları köle olarak sattığımızı yazıyorlardı.
Kendileri bize ne yaptılarsa, “Türkler bize yaptı” diyorlardı.Amerikan, İngiliz, Fransız gazetelerini okuyanlar, Türklerin “ortaçağ barbarı” olduğunu düşünüyordu.
Van katliamları mesela…Rus arşivlerinde açık açık “Van'da Ermeni çeteciler tarafından 23 bin Türk'ün katledildiği” kayıtlıyken, bu katliamın fotoğrafları bile varken… Washington “Van'da 55 bin Ermeni katledildi” diyordu!
Aradan 44 yıl geçti.1964…Amerikan donanmasına ait USS Maddox ve USS Turner Joy isimli destroyerler, Tonkin Körfezi'nde devriye geziyordu.
Kuzey Vietnam hücumbotlarının saldırısına uğradılar, torpiller kılpayı sıyırıp geçiyordu, Maddox'un komutanı bir yandan toplarını ateşleme emri veriyor, bir yandan da bölgedeki uçak gemisi USS Ticonderoga'ya yardım çağrısı yapıyordu.16 jet derhal yetişti ama, Vietnamlılar kaçmıştı.Yok öyle kaçmak tabii!
ABD başkanı Johnson kararname hazırlattı, ABD'ye yönelik saldırganca hareketleri püskürtmek ve “dünya barışı” için yetki istedi, Temsilciler Meclisi ve Senato ayakta alkışladı.“Misilleme yetkisi” verildi.Başkan teşekkür konuşması yaptı, sonra gitti Vietnam'ın havadan bombalanmasını emretti.
İki milyon Vietnamlı öldü!
Sonra?
40 yıl sonra, 2005'te…
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı “devlet sırrı” niteliğindeki belgelerin gizliliğini kaldırdı. Tonkin Körfezi'nde yaşandığı iddia edilen ve savaş için mazeret olarak kullanılan hadisenin, baştan sona istihbarat yalanı olduğu ortaya çıktı!
Destroyerlere saldırı maldırı olmamıştı.
Hepsi tezgahtı.
ABD'nin Vietnam'daki emelleri için Tonkin yalanı icat edilmişti.
Amerikan basını yalan olduğunu bile bile köpürtmüş, kuzey Vietnam'ı dünyanın gözünde “saldırgan” gösterebilmek için, nasıl kalleşçe saldırıya uğradıklarını ballandıra ballandıra yazmıştı.Savaş bittikten sonra bütün gerçekler ortaya çıktı ama, olan Vietnam'a ve iki milyon Vietnamlıya oldu.
Aradan 40 yıl daha geçti.2003…
Aynı filmi Irak'ta izledik.
Ülkeyi parça parça edip, petrolün üstüne oturmak için, peşmergeleri ayaklandırdılar, aşiretleri kalkıştırdılar, CIA kamplarında eğittiler, silah verdiler, olmadı, Saddam'ı devirmeyi bi türlü başaramadılar.
Şırrak, kitle imha silahları var dediler!
Kimyasal biyolojik silahları var dediler!
Tetiğe basmak üzere, komşu ülkelerdeki milyonlarca masum insanı katledecek dediler!
Dumanı tüten füze rampası fotoğrafları yayınladılar.
Boru gibi bir şeylerin videosunu televizyonlarda gösterip, bunun ismi “cehennem topu” dediler, bu topla ateş ettiğinde tee Paris'i vurabiliyor, nükleer mermi atabiliyor dediler.
Irak'a daldılar.
Bir milyon Iraklı öldü!
Sonra?
ABD'nin ortağı İngiltere'nin başbakanı Tony Blair çıktı, kimyasal silah filan olmadığını, komple uydurma olduğunu itiraf etti.
Hepsi yalandı.Savaş bittikten sonra bütün gerçekler ortaya çıkmıştı ama, olan Irak'a ve bir milyon Iraklı'ya olmuştu.
Aradan 15 yıl daha geçti.
2019…
İngiliz askeri istihbarat teşkilatının casusu James Edward le Mesurier, İstanbul'un göbeğinde, Karaköy'de, Kılıç Ali Paşa Camisi'nin hemen bitişindeki, duvarlarla çevrili, üç katlı evinin bahçesinde ölü/öldürülmüş halde bulundu.
Bosna'da Kosova'da Lübnan'da Irak'ta Filistin'de görev yapmıştı.
İngiltere Kraliçesi tarafından “şövalye” nişanıyla ödüllendirilmişti.
Beyoğlu'ndan başka, Büyükada'da evi olduğu anlaşıldı.Bu casus…
Suriye'de algı operasyonları yürüten Beyaz Miğferlileri kurduğu için, Rusya tarafından deşifre edilmişti!Beyaz Miğferliler, kafalarına beyaz baret takarak, güya kendi hayatlarını tehlikeye atarak, Rusya ve Şam rejiminin bombaladığı bölgelerde hayat kurtaran, gönüllü bir sivil yardım kuruluşu gibi gösteriliyordu, arama kurtarma derneği gibi gösteriliyordu.
Halbuki, İngiliz ve Amerikan istihbarat teşkilatlarının figüranıydı.“Kimyasal silah kullanıldı” gibi, “bebekler öldürüldü” gibi, “okul bombalandı” gibi, tezgahlanmış yalan haberler yayıyorlardı.
Bu yalan haberleriyle Rusya'yı dünya kamuoyunda zor durumda bırakmayı amaçlayan istihbarat faaliyetiydi.
Karaköy'de ölü/öldürülmüş halde bulunan İngiliz casusu, maşa olarak kullanılan bu örgütü 2013 yılında İstanbul'da kurmuştu!ABD 33 milyon dolar verdi.İngiltere 39 milyon pound verdi.Türkiye tarafından korunup kollanan beslenen, Özgür Suriye Ordusu'na mensup üç bin kişiden oluşuyordu.
Dubai merkezli bir güvenlik şirketi tarafından eğitildiler.
Hollanda merkezli bir arama kurtarma şirketi tarafından eğitildiler.
Ölü/öldürülmüş halde bulunan İngiliz casusu, hem Dubai merkezli güvenlik şirketinin direktörü görünüyordu, hem de Hollanda merkezli arama kurtarma şirketinin kurucusuydu!
Amerikan ve Avrupa medyası tarafından öylesine “kahraman” olarak sunuldular ki, 2016 yılında Nobel Barış Ödülü'ne bile aday gösterildiler!
Belgesellerini çektiler.
2017 yılında en iyi kısa belgesel dalında Oscar ödülü verdiler!
Gel zaman git zaman, Suriye'deki vekalet savaşını Rusya kazandı.
Beyaz Miğferliler bölgede sıkıştı…
Bunların binden fazlasını, Mossad aracılığıyla Golan tepeleri üzerinden Ürdün'e kaçırdılar.
Geriye kalanlarını Türkiye üzerinden, ABD, İngiltere, Almanya ve Kanada kapış kapış aldı.Neticede, Beyaz Miğferlilerin komple yalan, komple istihbarat faaliyeti olduğu anlaşıldı ama, olan Suriye'ye ve Suriyelilere oldu.
E, şimdi bakıyoruz…
“Rus ordusu Ukrayna'nın Bucha şehrinde sivilleri katletti” deniyor.
“Putin soykırım yaptı” manşetleri atılıyor.
“Putin savaş suçu işledi” deniyor.
“Putin Işid'ten daha kötü” deniyor.
“Öldürmeden önce tecavüz ettiler” deniyor.
“Toplu mezarlara gömdüler” deniyor.
“Barbarlık, vahşet, dehşet, korkunç, şok edici” deniyor.
“Putin savaş suçlusu olarak yargılanmalı” deniyor.
Amerikan medyası, İngiliz medyası, Alman medyası, hepsi fotokopi gibi aynı cümleleri kullanıyor.
Rus medyasından tek satır, tek kare fotoğraf kullanılmıyor, Rusya'nın bu konuda yaptığı açıklamalardan tek kelime kullanılmıyor.
Rus ordusu Bucha'da katliam yapmış mıdır?
Orasını anca Ukrayna savaşı bittikten sonra öğrenebiliriz.Ama…
Kendi tarihimizden de biliyoruz ki, savaş haberlerini Batı medyasından takip etmek, katliamdan daha ağır bir suçtur!
“Deri pantolonlu, üstleri çıplak, elleri eldivenli geziciler, Kabataş'ta başörtülü bacımın başörtüsüne işediler” yalanını haftalarca manşet yapan ve bugün Ukrayna savaşında Batı medyasıyla “paralel” yayın yapan sayın basınımıza güveniyorsanız, orasını bilemem tabii.