Eski Refah Partili, eski Fazilet Partili, eski AKP’li, nihayetinde de eski CHP’li olan 70 yaşındaki Abdüllatif Şener 32 yıllık aktif siyasi hayatında milletvekilliğinin yanı sıra Başbakan Yardımcılığı ve Maliye Bakanlığı gibi görevlerde bulundu.
Önce CHP’liler, sonra millet bu ismin iki gün önce CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili yaptığı, “Yıktık perdeyi eyledik viran” babındaki açıklamaların şokunu yaşıyor. Şener’in “ahlaki ve vicdani” durumu sorgulanıyor; yaptığının “ihanet” olduğu, “siyaseten tükendiği” vurgulanıp “Ders çıkaralım” çağrıları yapılıyor.
Oysa Şener vak’ası Türk siyasetinde ne ilk örnektir ne de -siyasi partilerde “lider demokrasisi” hüküm sürdükçe- son örnek olacaktır.
Eski CHP Milletvekili Melda Onur’un, “Şener’in CHP’liliği üzerine kitap yazılır.” şeklindeki paylaşımından hareketle, Şener’in CHP’liliğini değil ama geçmişini anlatan bir kitaptan söz edeceğiz.
İmar ve Adabank’ta Neler Oldu?
Sadece 6 ay önce yayımlanan, “1950’li Yıllardan Başlayan Kimi Kısa Anılar” adlı kitabın yazarı Prof. Kemal Çevik, AKP iktidarında Şener Başbakan Yardımcısı iken Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Üyeliği yapmış bir isim. Aynı zamanda Şener’in hemşehrisi.
Haliyle de Şener döneminde yaşanan İmar Bank ile Adabank’ın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devri ve satışı olaylarının tanığı.
İmar Bankası olayında “görevi kötüye kullanma ve Uzanlar’la telefon görüşmesi yapmak” suçlamasıyla Bakan Şener’in verdiği onayla 2.5 yıl yargılanmasının ardından dava beraatle sonuçlanınca ilk kez konuşan Çevik’in suçladığı kişi Şener oldu. Kitabında, 2006’da yaptığı bu açıklamalara yer veren Çevik’in söyledikleri özetle şunlardı:
“İmar Bankası’na el konulmasının ardından müfettiş benim hakkımda ‘görevi kötüye kullanma’ suçlamasıyla soruşturma açılmasını istedi. BDDK’nın ilişkili bakanı olan Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener de savunmamı dahi almaksızın soruşturma izni verdi. Neden soruşturma izni verdiğiyle ilgili olarak, ‘Aklansın gelsin.’ dedi. 2.5 yıl yargılandım. Suçu dayandırdıkları Uzanlar ile tek bir telefon konuşması bile yapmadığımı ispat ettim. Değil görevi kötüye kullanma, alınmasını sağladığım kararlarla devleti 45 trilyon liralık zarardan kurtardığım ortaya çıktı. Yani ben aklandım. Şimdi artık bana soruşturma izni veren Bakan Şener’in aklanmasının zamanı geldi. Yönetim Kurulu istifa eden banka, okyanusta yüzen bir gemi gibiydi. Derhal fona alınması gerekiyordu. Ancak biz Kurul’da 4 kişi kalmıştık. BDDK müdahale etmeliydi. Durumun vehameti nedeniyle Hükümet yeni bir üye atayana kadar 1 başkan yardımcısının Kurul’da görev yapmasını istedik. Ancak Bakan Şener tarafından bu görüşümüz kabul görmedi. Şener, gönderdiği imzalı yazısında Başkan Yardımcısı’nın geçici de olsa Kurul Üyesi olamayacağını bildirdi. Böylece yeni üye atanana kadar günler geçti. Dönemin BDDK Başkanı Engin Akçakoca ile birlikte bir yazı yazıp hükümetten derhal kurul üyesi atanmasını istedik. Nihayet Mustafa Ekim atandı. O arada olaylar oldu, bankaya giremedik. Yöneticilerle irtibat kesildi, savcılık harekete geçemedi. Buradaki ihmal ya da kasıt birinci derecede Şener’dedir.”
Adabank olayında yaşananları ise 2008’de yayımlanan “Banka Hukuku” isimli kitabında aktaran Prof. Kemal Çevik buna yeni kitabında da şöyle yer verdi:
“İmar Bankası’nın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredildiği günlerde, Adabank’ın da TMSF’ye devri gündeme getirildi. Adabank’ta sermaye yeterlilik rasyosu düzgündü ve çifte kayıt yoktu. Bu nedenle, benimle birlikte bir kurul üyesinin de karşı çıkmasıyla, Adabank canlı banka olarak kaldı. Siyasi iktidar, bu tarafsız davranışımı hâkim ortaklar lehine bir işlem olarak göstererek görevi kötüye kullandığım iddiasıyla soruşturma (İmar Bank davasını kastediyor) açtırdı… Kurulda alınacak kararlar için, bu mahkeme süreci Demokles’in kılıcı gibi üzerimde tutuldu. Haklılığımı bildiğim için istifa etmedim. Nitekim, bu davranışımızın Hazine’ye 150 trilyon TL sağladığı mahkeme kararlarında ve BDDK yazışmalarında yer almıştır. Adabank, TMSF tarafından satışa çıkarılınca, banka birleşmeleri nedeniyle haiz olduğu imtiyazlar satıştan kısa bir süre önce kaldırıldığı için ilgilenen ve işlemlere başlamış olan yerli bankalar alım işinden vazgeçmek zorunda bırakıldılar. Bu durumda, Adabank tek alıcılı olarak Kuveyt şirketine 47 trilyon TL’ye satıldı. Oysa, Adabank’ı satın almak isteyen yerli banka genel müdürü, Adabank’ı 150 trilyona alacaklarını ifade etmiştir.”
Üniversitede Maaşı Neden Kesildi?
Prof. Çevik, bu iki olayı hatırlattıktan sonra, “Bu vesileyle o yıllarda düştüğüm notların üzerinde duracağım.” diyerek, “Abdüllatif Şener’in tarafımızdan yardım talebi” ara başlığı altında şunları anlattı:
“Gazi Üniversitesi İktisadi ve Ticari İlimler Fakültesi öğretim üyesiydim. Bir gün odamın kapısı çalındı ve maliye asistanlarından Abdüllatif Şener içeri girdi. Derse girecektim. ‘Çok sıkıntıdayım Kemal abi.’ dedi. ‘Hayrola, dersten sonra görüşebilirim.’ dedim. ‘Beklerim.’ dedi. Bekledi, görüştük. ‘Maaşlarımı kestiler, çocuklar aç.’ dedi. Canım sıkılmıştı. Latif Şener fakültedeki aşırı sol grup ve Kürtçülerin desteklerilyle o zamanki aşırı sol grup liderlerinden Profesör Macit İnce’nin himmetiyle asistan olmuş, yabancı dil bilgisi olmayan, bana da pek uğramamış gödeleklerdendi. Maaşlarının neden ödenmediğini sordum. Üniversiteden izin almadan Suudi Arabistan’a gittiği için başlatılan soruşturmadan dolayı tedbir alınmış ve maaşları kesilmişti. Kimlerle ve neden izin almadan yurtdışına gittiğini sordum. Tutarsız şeyler anlattı… Herhalde Suudi Arabistan’a gittiğini saklamak istemiş, fakat sonradan üniversite idaresi durumdan haberdar olmuştu. O zaman sosyoloji öğretim üyelerinden Dr. Eyüp Sanay’ın Tandoğan otelindeki Necmettin Erbakan’ın öğretim üyeleriyle yapılan toplantıya beni davet etmesi aklıma geldi. Seçimler yakındı. Erbakan üniversiteden milletvekili kadrosu oluşturmak istiyordu. Eyüp’e bu toplantıya katılmayacağımı bildirdim. Bu toplantıya katılanların birçoğu, Eyüp Sanay dahil, Erbakan’ın listesinden milletvekili seçildiler. Ancak seçimlerden önce Erbakan toplantıya katılanların Suudi Arabistan’a gitmesini sağlamıştı. Böylelikle kadrosunu Suudi yöneticilere tanıtmak istemişti. Bunlar arasında Şener’in bulunduğunu sonradan öğrendim.”
Sonrası mı?
Çevik, Rektör’den randevu alıp Abdüllatif Şener’in durumunu anlatır. Rektör, “O adam üniversiter olamaz.” diye ısrar edince, yarı şaka yarı ciddi, “Ben yapacağımı bilirim.” tehdidiyle ayrılır. Konu bir şekilde halledildikten sonra Rektör, Çevik’i çay içmeye davet edip, “Beni tehdit ettin, ne yapacaktın?” diye sorar. Çevik, “Hocam, ne yapacaktım söyleyeyim; doçentlik maaşımın yarısını onun ailesine tahsis edecektim.” cevabını verir.
MHP’den Aday Olmak İstedi mi?
Devamını yine Çevik’in İmar Bankası davasında yargılanmasına atıfla kitaptan okuyalım:
“Konu ikimiz açısından tatlıya bağlanmıştı. Fakat hocanın, ‘Bu adam için değmezdi.’ sözleri hâlâ kulağımda çınlamaktadır. Hoca haklı çıkmıştı. 2.5 yıllık yargılama sırasında ailemle birlikte çok sıkıntılı günler geçirdim. Özellikle de milletvekili adaylığım bu dava bahane edilerek engellendi. O yıllarda MHP Genel Başkan Yardımcısı olan Cihan Paçacı’nın bildiği üzere, hakkında dava açılmış olanların adaylıklarının kabul görmeyeceği prensibine ne kadar uyulduğunu, istisnalar yapıldığını ben de biliyorum. O arada Şener’in MHP’den aday olmasına sıcak bakılmadı, zira Sivas’ta ülkücülere ‘itçiler’ diye hitap ettiği tespit edilmişti. Özetle ben bu davadan aklandım, ancak şimdi sıra Şener’de. Bakalım (dönek ve gödelek), beni ‘ilgililerle telefon görüşmesi yaptı’ (beraat kararında görüşme yapmadığım vurgulandı. Görüşmesin suç olmadığına da karar verildiği belirtildi) diye 2.5 yıl yargıda süründüren Şener, Erol Evcil’le Sivas Demir Çelik’le ilgili görüşmesi sonucunda yaptığı tasarrufların sonuçlarından aklanabilecek mi? Yoksa yine bana gelip, ‘Kemal abi açız.’ mı diyecek?”
Prof. Çevik’in, Abdüllatif Şener’le ilgili son iddia ve sözleri ise şöyle:
“Bize, ‘O Sivas’ta kendisine rakip olabilecekleri hep harcamıştır.’ diyenler haklı çıktılar. Nitekim değerli devlet adamlarımızdan Sivaslı hemşehrimiz eski Maliye Bakanı ve bir yıl BDDK Başkanlığı yapan Zekeriya Temizel’e de intikam alırcasına soruşturma izin verdi. Allah ıslah etsin.”
Bu Siyasi Anlayış Islah Olmadıkça
Şu anlatılanlar doğru mudur değil midir, bilemeyiz; ama denk geldi, paylaşalım istedik.
Ülkece temel sorunumuzun şahıslardan evvel bu siyasi anlayış olduğunu ortaya koyan, CHP Grup Başkanı Özgür Özel’in şu itirafıyla bitirelim:
“İçim acıyarak, kanım donarak izledim. Şener meselesinde şunu söylemek lazım; CHP toplumun belli kesimlerine erişmek, Şener’in vicdanlı muhafazakâr olduğu iddiasıyla CHP listelerinden kendine yer buldu. Hangi arkadaşımızı yerinden ettiyse, o arkadaşımıza ve ona oy atan partililere özür borcumuz var.”
Ez cümle; Şener’e kızmak yerine, Türk siyasetini ele geçirmiş olan şu çürümüşlüğü naklen yayınla gözümüze soktuğu için teşekkür edip bu girdaptan nasıl çıkılacağına kafa yoralım. Değilse ve de bu gidişle kalırsa seçmenlerden daha çok özür dilenir; ama, asıl önemlisi, milletçe daha çok ağır bedeller öderiz!..