Vahdettin, öyle bir aşamaya gelmişti ki, sadece saraylarını ve saraylarının çevresi olan Küçük İstanbul’u kabul edip, kalan Anadolu topraklarının elden çıkmasına razı gelmişti. O esnada halkın önemli bir kesimi alternatif yaşam alanları ve alternatif yaşam ülkelerini bilmiyordu. Yani, çok önemli bir kesim zaten Rus zulmünden ve Rus kırımından kaçmış, Osmanlı’ya sığınmış göçmenlerdi. Bir kısmı Balkan savaşından kaçmış, sığınmıştı. Bunların buradan kaçarak başka ülkeye gidecek dermanları ve durumları yoktu. Böyle bir psikoloji içinde olan halkın imdadına Kurtarıcı Kahraman yetişti. Mustafa Kemal bu çaresiz ve gidecek yeri olmayan insanları örgütledi.
Gelelim günümüze…
İlkin komşu ve çevremizde olan ülkelerden bahsedelim. Afganistan kısmen mutlu ülke iken, yöneticilerin ülke sevgisinden yoksun olmaları, Rus saldırısı, Amerikan soygunu, Arabistan fitnesi, iç hainler, fakirlik, işsizlik, hırsızlık, hukuksuzluk, mafya ve tarikatlar derken, normal yaşayan halk kendi ülkesinden soğudu. Sonraki iç karışıklıkta ülkesini seven kimse kalmayınca Afgan halkı tüm dünyaya ilticacı veya mülteci oldu.
Bizim halkımıza bu ders yeterli olmadı. Sonra Irak yaşadı aynı durumu ve ortada Irak toprağını savunan kimse kalmadı. Hatta para için Saddam’ı bir yakını ezeli düşman olan ABD’ye sattı. Sonra Libya! Ülkesini ölümüne savunan Kaddafi, kendi halkı tarafından sırf ABD, AB ülkelerinin mutluluğu için param parça edildi.
Suriye de Esad ise, kendi büyüttüğü fanatikleri ve iktidardan nemalanan, devletin ihya ettiği bir kesim tarafından ölümüne savunuldu ama halkın büyük çoğunluğu ülkesini savunmadı. İç hain, dış düşman ayrımını yapamadı halk. ABD, AB ve Rusya, Türkiye, Mısır, İsrail gibi ülkelerin kötü planının parçası olan halk, içeride de terörist tarikatların katliamından kaçtı. Ülke bomboş oldu. Bütün bu ülkeleri İslam bir arada tutamadı. Din, Cami, İmam, Kuran bir arada tutamadı. Siyaset bir arada tutamadı.
Çünkü halk devletinden ve toprağından soğumuştu ve iktidardaki hırsızların ve yiyicilerin ‘öldürür ama iktidardan gitmez’ düşüncesi halkta kendi devletine ve toprağına olan nefreti artırmıştı.
Bizim ülkede de Suriye benzeri oluşumlar görülmeye başlandı. Tarikatlar ülkeyi parsellediler. Hatta hırsız ve soyguncu tarikatlar sırtlarını iktidara dayadılar. Sadat tipi kanun dışı oluşumlar ülkeyi parselledi. Eli silahlı kesimler ülkeyi parselledi. Açlık ve yoksulluk zirve yaptı. Bu durumda halk, seçimle iktidarın gitmeyeceğini, bu zihniyetin ölümüne iktidarını koruyacağını düşünmeye başladı. İktidar başı da bunu sürekli ima ediyor. Bu durumda çok küçük bir azınlık ve devleti ele geçiren zihniyet ile halkın büyük çoğunluğu arasında büyük siyasi, fikir savaşı başlayacak; hatta bu savaş aleni yaşanıyor.
Sonrası…
Umarım diğer ülkelere benzemeyiz. Zira toprağa sahip çıkacak bir köylü kalmadı. Çünkü toprak para etmiyor. Suya sahip çıkan köylüler içeri tıkılıyor. Ormana, çevreye sahip çıkan halk mahkemede sürünüyor.
Kendi toprağından, kendi halkından ve elbette iktidardan nefret eden halk, nefret ettiği gücün iktidardan gitmeyeceğini anladığı an mecburi olarak vatanı terk eder.
İç karışıklıkta ülkenin büyük kesimi başka yere mülteci veya ilticacı olur. Umarım iktidar sahipleri ve yalakaları bunun farkındadır. Suriye, Türkiye’nin on yıl öncesinde yaşadı veya Türkiye, Suriye’nin on yıl sonrası aynı şeyleri yaşar gibi…