Tek adam kontrolünde olan ülkelerin yaşadığı ve kötü olan her şeyi fazlasıyla yaşıyoruz. Bazı, bizden daha şanslı milletler var; yönetim ‘tek adam’ olsa bile yöneten daha demokrat; bu nedenle de yaşanan acılar bizden daha az. Bizde ise, neredeyse ülkenin yarısı bir nedenle acı yaşıyor.
Dünya ülkelerinin kabul etmediği 15 Temmuz Darbe Girişimi olayından sonra, bu darbe kime yaradı sorusunun cevabı AKP vekilleri “Allah verdikçe, veriyor!” cümleleriyle itiraf ettiler. Bu durumda şüpheler daha da arttı. Bu girişim sonrasında, yasal olarak ülkeyi ele geçiren tek adam, geniş bir yelpazede halkı dizayn etmeye çalıştı. Kimisini “Öteki Kürt”, kimisini “Öteki Alevi”, kimisini “Öteki Vatandaş” diyerek siyasi olarak linç etti.
Cezaevleri tıka basa doldu; üstüne ek olarak yeni ve daha geniş cezaevleri yapılıyor. Bir ülkenin övüneceği şey cezaevi sayısının çokluğu ise, yolsuzluğun; cami sayısının çokluğu ise ahlaksızlığın o ülkede çok olduğunu, önlem olarak devletin bu sistemi tercih ettiğini gösterir. Oysa, suç oluşumları ile, ahlaksızlık ile, tüm kötü eylemlerle mücadelenin en etkin yolu kaliteli, modern, dünya ölçeğinde iyi eğitim sistemidir.
Eğitim denince aklıma malum konu geldi; eğitilmiş insanların hayatlarının kararması konusuna…
Şöyle düşünün: Bir meslek sahibi olmak için 16 yıl okuyorsun ve devlet bu mesleği yapamayacağını söylüyor, bir işe gireceksin, devlet işe giremezsin diyor, şirket kuracaksın, devlet izin vermiyor, hastaysan tedavi için yurt dışına gideceksin, devlet pasaport vermiyor… Bu insanlar ne yapmış? Okumuş ama düşüncesi iktidarın düşüncesi ile aynı değil. Tek fark bu! Ne terörist olmuş, ne şiddet uygulamış, tek farkları farklı dünya görüşüne sahip olmaları, eğitimli olmaları, vatandaş olmaları...
Kimisinin ailesi var; çocuklarına ne açılayacaklarını bir düşünün! Okula giden çocuklar o masum çocuklar ne düşünür? Küçük bir çocuğun hayatını karartmak insanlığa sığar mı? Kadınların hayatlarını karartmak insanlığa sığar mı? Devlet vicdanını kaybeder mi?
Diyelim ki bunların bazıları suçlu, onlar yargılanır, cezasını çeker ve cezaevinden çıkar, hayatına kaldığı yerden devam eder. Mesleği elinden alınan bir ahlaki düşünce olmaz! Bir kararnameyle 16 yıl yok edilemez! Edilmemeli. Devleti eleştirmek, yönetimi eleştirmek fikir suçudur(Demokratik ülkede fikir suçu da olmaz!) ama karşılığı yaşamın yok edilmesi olmamalı.
Mesleği iptal edilmiş bir profesör! İşsiz, pazarcı bile olamıyor. Kimse iş vermiyor. Kimse yanlarına olmuyor. Kimse arkadaş olmuyor. Kimse dost olmuyor. Resmen, bu dünyada cehennemi yaşıyorlar.
Bu arada, bu KHK’lı olan insanların da mücadele yoksunu olduklarını düşünüyorum. Mücadele, hayatın hiçbir anında yok olamaz; insanlık var olduğundan bu yana mücadele hep olmuştur. Ben bunların yerinde olsam, sesimi örgütlü duyurmak için, ‘medyam ve televizyonum yoksa, sokak medyam vardır’ diyerek dilenciliğe başlardım. Çünkü, tek adam iktidarına en güzel ders sokak eylemleriyle verilir. Üstelik, şiddetsiz bir direniş! İnsanın çaresizliğinin eyleme dönüştüğü en güzel iletişim mecrası dilenci olmaktır. Fakat, düz bir devlet memuru gibi yetişen KHK’lı olan bu profesörler yaratıcı zekâdan yoksun veya hala, evet hala işsiz ama gururlu davranıyorlar. Oysa, açlığın gururla alakasının olmadığını anladıklarında çok geç kalmış olacaklar.
Not: Bu yazıyı yazarken, fikir suçu gibi bir suçun suç kapmasında olmadığını düşünerek, ancak vatan zararı suçunun da önemli suçlardan olduğunu düşünerek yazdım. Çünkü, KHL’lı olanların suçlandıkları suç kısmı konusunda detaylı bilgim yok; ben insanı olarak, aile geçindiren insanların bir anda aç, işsiz ve yoksul kalmasının vicdanı rahatsızlığı nedeniyle yazdım.
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 19.06.2019 00:00:00 / Okunma = 805