Türk olduğumuzun kanıtı olarak Türkçe konuştuğumuzu mu göstereceksiniz? Evet, böyle bir dil var. Ama biz onu sömürge ülkelerde olduğu gibi yalnız evde ve sokakta konuşur olduk. Milliyetçisi de, muhafazakârı da, sosyal demokratı da Türkçenin bir bilim dili olamayacağını savunuyor. İngilizce eğitim bütün üniversitelerimizi sarıyor. Türk öğretmen, dersi yabancı bir dilden vermek üzere ter döküyor, öğrenciler anlamakta zorluk çekiyor. Bundan utanç duyacak yerde bir de çağdaşlık tafrası atılıyor. Millet olmanın dil ile mümkün olduğunun farkında olmayan bir millet olur mu? Zaten daha Ortaçağ’da atasözü haline gelmişti: “Türk’ün iti şehre inicek Farisice öter!”
Bilim adamlarımız makalelerini İngilizce yazmayı marifet sanıyorlar. Amerika’ya gidip yerleşen ve kırk yılda bir de olsa Nobel bilim ödülünü alan Türk, Türkçe konuşmakta zorlanıyor!
Büyük kentlerimizin caddelerindeki işyeri levhalarına bakın! İnsan kendini Türkiye’de değil, Amerika’nın, İngiltere’nin bir taşra kentinde sanır. Bu levhaları takanlar da, bu adlara ruhsat verenler de, bunlara hiçbir itirazı olmayalar da kendilerinin Türk olduğunu sanıyorlar!
Biz sahiden Türk müyüz? Ziya Gökalp ‘’Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur/ köylü anlar manasını namazdaki duanın…/ Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın’’ diye yazalı yüz yılı geçti. Türkiye’nin semalarında Müslümanları ibadete Türkçe çağıran ezan yürürlükten kalkalı 66 yıl oldu. Öyle bir millet ki Tanrısının Türkçe bilmediğini düşünüyor! Dualarını ancak Arapça yaparsa kabul edileceğini sanıyor!
Türklerin kendi yarattıkları bir din var mı? İslâmiyet’in Türkleştirilmiş biçimi olan Alevilik yüzyıllardır baskı altında. Cem evlerinin ibadethane sayılıp sayılmayacağına hâlâ karar verilebilmiş değil.
Biz Türk’üz madem, bizim kendimize göre bir giyimimiz var mı? Köy kadınlarının o güzelim renkli giysileri, süslü başlıkları yalnız folklor ekiplerinin giyim depolarında bulunuyor. Annelerimizin oyalı yazmalarını bile çoktan çıkardık. Bunların yerini kat kat baş bohçaları aldı. Sarığı Arap giysisi diye atmışız, peki kalpağın ne kusuru vardı?
Şu kentlerin caddelerinde yürüyen, parklarında oturan kadın ve erkeklere bakın. Bunların Türk olduklarına kanıt olarak bir şey görüyor musunuz?
Madem Türk’üz, öyle ya, bizim bir yapı tarzımız olmalı değil miydi? Yerli mimariden esinlenerek yapılar kuran mimarlarımız nerede? Atatürk için yaptığımız anıt mezar bile Yunan akropolünden kopya!
Hani biz Türk’tük. Türk mutfağı bile bozulup gitti. Şimdi salon düğünlerinde keşkek değil, ‘’ordövr’’la karnımızı doyuruyoruz. Burjuva düğünlerimizde gelin ve damadın, davetlilerin giyim kuşamına bakın. Orkestranın çaldığı parçalar size Türkiye’de ve bir Türk düğününde olduğunuz hissini veriyor mu? Düğünün sonuna doğru çalınan türkü ve oyun havaları ve piste çıkıp Türk usulü kurtlarını döken kadınlar da olmasa kendinizi başka bir ülkede sanırsınız…
Son 20-30 yıldır çocuklara verdiğimiz adların kaçı Türkçe? Kaç gencimiz Yunus Emre’den, Pir Sultan’dan, Karacaoğlan’dan bir şiiri ezbere okuyabilir? Kaçımızın ruhu “Hüma kuşu yücelerden seslenir” veya “Yine şafak söktü Sunam uyanmaz” türküsünü duyunca Türklük duygusuyla sarmalanır? Kaçımızın evinde ve arabasında Ruhu Su’nun içtenlikli, gür Anadolu sesi yankılanıyor?
Anladık, göçebe bir toplumdan geldik. Yerleşik uygarlığa sonradan girdik. Hint-İran, Arap, Bizans, İngiliz, Alman, Amerikan uygarlıkların fena halde etkisinde kaldık. Değiştirmediğimiz ne dinimiz, ne yazımız, ne giyim kuşamımız kaldı. Milli içkimizin adı yalnız tarih kitaplarında var.
Fakat… Biraz “titreyip” kendimize gelmemiz çok mu zordu? Kuru bir milliyetçilik yapmadan, uyduruk bir tarih yazmadan, her milletle dost ve barış içinde ama kendisi gibi olan bir uygarlık yaratmamız imkânsız mıydı? Maymun iştahlı yöneticilerimiz kendi koşullarımıza göre yaratılmış Köy Enstitülerine bile tahammül edemedi
Artık çok mu geç?
Elinizi vicdanınıza koyup söyleyin biz Türk müyüz sahiden? Nerden belli? (14 Temmuz 2016)
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 17.07.2016 00:00:00 / Okunma = 2031