1979...
Henüz 14 yaşındaydı. Tokat Zileliydi. Dar gelirli ailenin çocuğuydu. Bir eliyle babasının ceketinin ucundan tutuyor, öbür eliyle bavulunu taşıyordu. Gözleri, biraz da korkuyla faltaşı gibi açılmıştı, İstanbul’a ilk gelişiydi, denizi ilk defa o gün gördü. Eminönü’ye vardıklarında Yeni Cami’yi tanıdı, seyrettiği filmlerden... Yolun karşısına geçtiler. Altı numaralı iskeleden bilet aldılar. Hayatında ilk defa gemiye binecekti. Yüreği pır pır. Vapur kalktı, etrafı seyrediyordu, ezberlercesine, Topkapı Sarayı’nı, Kız Kulesi’ni gördü, geride kalan Sirkeci uzaklaşıp, küçülürken, Adalar belirdi. Yanaştıkları ilk tabelayı okudu, Kınalıada. Burası değildi. Üçüncü adada indiler, Heybeliada’ya böyle ayak bastı. Erguvanlar açmıştı. Ada, yaz coşkusuyla karşılamıştı onu ama, aileden, yuvadan ayrılmanın hüznünü gel de ona sor... Babası, cebindeki adres kâğıdını çıkardı, iskelede duran birilerine gösterdi, tarif ettiler. Adanın en uzak tepesiydi. Faytona binmediler. Baba-oğul, yürüye yürüye, tırmandılar. İşte gelmişlerdi. Deniz Lisesi. Baba, evladına sarıldı, öptü, emanet etti oraya... Macera başlamıştı. 14 yaşında.
*
Ardından, Deniz Harp Okulu’nu bitirdi. O ufak tefek oğlan, aslan gibi teğmen çıkmıştı. Deniz Harp Akademisi’ni de birincilikle bitirdi, kurmay oldu. Gökova firkateyninin komutanlığını üstlendi, harp filosunun en iyi gemisi ödülünü kazandı. Bangladeş’te askeri ataşelik yaptı. Komodorluk yaptı. Hani, Libya’da içsavaşta sıkışıp kalan vatandaşlarımız, gemilerle taşınarak kurtarılmıştı ya... İşte o, en öndeydi, operasyonun kritik komutanıydı. Sema’yla evlendi, Batu dünyaya geldi, sonra Duru... İyi insan, iyi baba, iyi komutan... Birinci sıradan amiral olacağı kesindi. 30 Ağustos’a gün sayıyordu.
*
22 Ağustos’ta tutukladılar!
*
“Asrın iftirası”na uğrayan, seçkin subaylarımızdandı. Savunmasında şunları anlattı...
*
“Ömrümün
üçte ikisini Türkiye Cumhuriyeti’ni ve hükümetlerini, dünya
denizlerinde temsil edip, canım pahasına korumaya ant içmişken, gerçek
olmadıkları yüzlerce kez ispatlanmış dijitallere dayanarak suçlanmamı,
kara mizah olarak tanımlıyorum. İddianamede, ev adresim ve kaldığım
cezaevi bile yanlış yazıyor!”
*
“Bir
baba olarak, çocuklarıma bırakacağım en büyük miras, her ne olursa
olsun doğruyu söylemeleri tavsiyesidir. Yalan, bu dünyadaki en büyük
onursuzluktur. Bu inancımın aksine, en büyük onursuzluğu yapıp, sadece
açık görüşte kucaklayabildiğim yedi yaşındaki kızıma hayatımda ilk kez
yalan söyledim. Olan bitenden etkilenmemesi için, burada eğitim
aldığımı, eve ne zaman döneceğimi bilmediğimi söylüyorum. Bana belli
etmek istemese de, kendisini bu yalana inandırarak, kalbi kan ağlayarak,
babasının vatan ve bayrak için kendilerinden uzakta olduğuna
inandırarak, başı dik yürüyor.”
*
“Savunmamı, peygamberimizin söylediği ve hepimizin kulaklarına küpe olması gereken ‘Bir günlük
adalet, 60 yıllık ibadetten faziletlidir’ sözüyle tamamlıyorum. Bir saniyenin bile çok önemli olduğu insan yaşamında... Türk hukuk sistemine güvenmeye devam ediyorum.”
*
16 sene yapıştırdı Murat’a... Güvenmeye devam ettiği Türk hukuk sistemi!
*
Maltepe’deki arkadaşlarımdan biriydi.
*
Bir
gece sancılarla hastaneye kaldırdılar. Safrakesesi... Ameliyat edildi.
Salata yaparken parmağının ucunu bile kessen, kendini bir hafta kötü
hissediyorsun. Hiç olmazsa, iki gün hastanede yatabilirdi. Yok
kardeşim... Ertesi sabah cezaevine geri gönderdiler. Sırf bu hadise
bile, meselenin hukuk meselesi olmadığının kanıtıydı. Yarışarak
geçilmesi mümkün olmayan subaylar, ölümüne cezalandırılıyordu.
*
Önce
Hasdal’a geçti, sonra eşinin ve çocuklarının yanına, Ankara’ya, Mamak’a
transferini istedi. Her hafta açık görüş için o kadar yol yapmasınlar,
perişan oluyorlar, bari ben oraya gideyim demişti.
*
Bu
değişiklik, hem ailesine, hem ona iyi gelmişti, biraz merhem olmuştu.
Taa ki 23 Nisan’a kadar... Her gün zaten fenaydı ama, o gün daha bir
fenaydı. Çocuk Bayramı’nda çocuklarına sarılamıyordu. Anca 26’sında açık
görüş vardı. Üç gün, üç asır gibi geçti. Hep güler yüzlü, hep iyimserdi
ama, o üç gün adeta içine kapanmıştı. 26’sı sabahı, nihayet, koştu
kucakladı hasretle, kızını, oğlunu, eşini, annesini...
*
Batu,
14 yaşına gelmişti. Babasının, kendisini Deniz Lisesi’ne teslim ettiği
yaşa... Ama, oğlunun 14 yaşı, kendisinin 14 yaşından çok farklıydı,
yaşanan sıkıntılar 24 yaşın olgunluğuna getirmişti Batu’yu... Sakın
merak etme babacığım, ailenin başındayım dercesine, dimdik duruyordu.
Duru’nun ise, gözleri dolu doluydu. Belli etmemeye çalışıyor,
dudaklarını ısırıyordu. Bir baba için, daha çaresiz nasıl bir durum
olabilir ki? Gel dedi kızına... Güya neşelendirecek, gel biraz top
oynayalım dedi.
*
Ayağı kaydı, düşüp başını taşa çarptı
diye yazdı gazeteler... Elbette palavraydı... Maalesef, buraya kadar
dayanabilmişti. Dünyanın kahrını taşımaktan yorulan asırlık ağaç misali,
durup dururken devrildi. Düştüğü için beyin kanaması geçirmedi, beyin
kanaması geçirdiği için düştü.
*
Mahkemesindeki
savunmada “bir saniyenin bile çok önemli olduğu insan yaşamında” derken,
tam olarak bunu kastediyordu. Ha bugün çıkacak, ha yarın çıkacak
denilen Balyoz kararı, Anayasa Mahkemesi’nde oyalanıp durmasaydı...
Murat, sapasağlam, aramızda, çocuklarının yanında olacaktı.
*
Şu anda GATA’da. Durumu çok ağır. Ameliyat bile edilemiyor. Uyutuluyor.
*
Ve,
Maltepe’deki kardeşlerimle konuştum, az daha sabır, aman moralinizi
sağlam tutun diye... Cam kırıkları çiğner gibiydi sesleri... 16’şar sene
yediklerinde bile, onları bu kadar üzgün görmemiştim. Akademi
sınavlarına çalıştırdığı Erdinç, Gökova firkateynini devrettiği Ender,
deniz lisesinden beri ağabeylik yaptığı Cem, akademiden sınıf arkadaşı
Yavuz ve yan yana ranzalarda yattığı havacı ağabeyi İsmet, dua
ediyorlar, hayata tutunması için... Tıpkı, Hasdal, Mamak, Silivri,
Hadımköy, Şirinyer gibi.
*
Tarih, böyle ihanet görmedi.
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 29.04.2014 00:00:00 / Okunma = 2606