Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü, yine sınır
tanımamış. Dünyanın her köşesine ulaşıp “basın özgürlüğünde durum
nedir”, araştırmış. Sonra da her ülkeye, beyazdan kırmızıya, sarıdan
mora boyamış. Tahmin ettiğiniz üzere, beyaz özgürlüğü simgeliyor..
Kirlenip sarıya, turuncuya döndükçe basın özgürlüğü dökülmeye başlıyor.
Bizimki gibi mora yaklaşan kırmızıda “basın özgürlüğünden söz
edilemiyor”.
Türkiye, listede 154. sırada. Yani diplerde. Unutuyoruz, unutturuluyor
ama bir zamanlar daha yukarıdaydık. Son 10 yılda 56 sıra birden indik.
Yeterince açık mı: SON 10 YILDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ LİSTESİNDE 56 SIRA
BİRDEN İNDİK.. DÜŞTÜK.. HER SIRAYLA ÖZGÜRLÜKTEN BİRAZ DAHA UZAKLAŞTIK.
Herhalde bu 10 yılın AKP iktidarı demek olduğunu söylemeye gerek yok.
Ama şunu söylemek şart. Bu noktaya bir anda gelmedik. Son 10 yılda göz
göre göre medya sindirildi, susturuldu, ezildi.
Her adımı açığa vurduk. Yazıp söyledik. Bugün AKP iktidarına ve
Erdoğan a karşı “özgür medya” çıkışı yapanlar.. Örneğin Hasan Cemal ve
arkadaşları.. O vakitler bizlere neler neler söyledi! Ne korkunç
ithamlarla yaftaladı!
“N ABER PAŞACI!”
2007 seçimleri sonrasıydı. Erdoğan ikinci dönemine (o sıra pek yaygın
bir kanaatle) FIRTINA GİBİ girmişti. Ergenekon, Poyrazköy gibi davalar
ya yeni başlamış ya da başlamak üzereydi. Ben, Kanal D Haber de Mehmet
Ali Birand ile çalışıyordum. Ve her gün Savcı Zekeriya Öz den gelen /
gönderilen ne idüğü belirsiz iddialarla uğraşıyordum. Zekeriya Öz
istemediği için kaynağı açıklayamıyorduk.. Gönderilen “malzemenin”
doğruluğundan emin olamıyorduk. Bu yüzden de ben dezenformasyon
bombardımanına karşı alarmda, haberleri “gazeteci süzgecinden” geçirmeye
çalışıyordum. Birand, söylediklerimi çürütemediği için yöntemime karşı
çıkamıyordu. Ama bir gün sıkıntısını şöyle dışa vurdu: “Senin yüzünden
arkadaşlarımla aram bozuldu. Bu haberleri neden vermediğimi
soruyorlar..”
O arkadaşlardan en az birinin kim olduğu birkaç hafta sonra anlaşıldı.
Binanın içindeki restorana indiğimde -eski genel yayın yönetmenim- Hasan
Cemal i gördüm. Daha uzaktan selamlayarak karşıladı beni. Ama şu
sözlerle: “N aber Paşacı!”
SUÇLAYANI SAVUNMAK..
Kaderin cilvesi!!! Hasan Cemal, bir süre sonra Başbakan Erdoğan ın
hışmına uğrayıp Milliyet ten atıldığında, bana ONU SAVUNMAK düştü.
Savundum. Onu da, bir zamanlar bizleri “darbeci” diye yaftalayanları da,
uğradığı haksızlıklarda hep savundum.
Ahmet Şık ı -hiç utanmadan- Ergenekoncu ilan edenler bugün yine ön
sıralarda yer kapma telaşında. Uluslararası gazeteci örgütlerinin
listesi Hasan Cemal, Yavuz Baydar diye başlıyor.. Raporlarında, onların
uğradığı baskılardan söz ediliyor. Onlar “ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI” ilan
ediliyor.
Doğrusu, ben kendimi bir dönemi ucuz atlatmış hissediyorum. En azından
-Rasim Ozan Kütahyalı nın kehanetine rağmen- Silivri ye gönderilmedim.
Ama meslektaşlarım gönderildi.. Birbirlerini, bırakın aynı örgüte mensup
olmayı falan, hiç tanımayan gazeteciler Silivri ye tıkıldı. Aylarca,
yıllarca...
Ahmet Şık ve diğer meslektaşlarım Silivri de yatarken, örneğin TARAF
Gazetesi onların “ne korkunç teröristler, darbeciler olduğunu”
yazıyordu.
TARAF Gazetesi ve bu vahşetin üzerinde adı yazan Mehmet Baransu ise, beyefendilerden alkış topluyordu.
TARAF LI GÜNLER!!!
Hatırlayın.. TARAF, en tarihi ve en pespaye haberiyle, Yazıcıoğlu nun
helikopterini, o sırada NTV de çalışan Mirgün Cabas a (defalarca cep
telefonundan aratmıştı.)
İki gün sonra anlaşıldı ki, NTV nin telefon kayıtları GMT ye göre, yani
iki saat farkla tutuluyordu. Tabii, bu mesele kıyamet koparttı.
Kopartınca da, o sırada CNN Türk te ortak program yapan Hasan Cemal ve
Cengiz Çandar çok özel bir program yapmıştı. TARAF ın Genel Yayın
Yönetmeni Ahmet Altan ve yardımcısı Yasemin Çongar ı ağırladılar.
O program, Ahmet Altan ile Yasemin Çongar ın “o haberleri verebilen
cesur gazeteciler” diye takdim edilmesiyle medya tarihine geçti!
Pohpohlarla devam eti.
O cesur gazeteciler, helikopteri nasıl olup da NTV ye düşürttüklerini
açıklayamamıştı ama. Bırakın açıklamayı.. Hatta özürü.. Ahmet Altan
şöyle demişti:
“NTV, (iddiaların odak noktasını oluşturan) GMT yi (yani saat farkını)
biliyor da neden 48 saat sonra açıkladı? Bu işi merak eden sadece biz
değiliz. Savcılık da merak etmiş, telefon dökümlerini görünce, NTV yi
çağırıp sormuşlar. Şimdi ben NTV ye soruyorum; NTV savcılığa GMT yi
söyledi mi?”
NİCE YILLARA HASANCIĞIM
Basın özgürlüğü listesinden girip buralara uzanmamın nedeni, Hasan Cemal in geçenlerde 70. yaşını kutladığı doğum günü partisi..
Davetli değildim. O yüzden bazı sitelerde gördüğüm kadarını biliyorum.
Hasan Cemal in doğum günü partisinde Yasemin Çongar da varmış.. Mirgün Cabas da..
Zaman eski kavgaları, kırgınlıkları unutturuyor anlaşılan.. Oysa
unutturmamalı. Çünkü, basın özgürlüğü utancı sadece bizi yönetenlere ait
değil. Vaktiyle ya da hâlâ iktidara alkış tutanlar da.. Sadece
gazetecilik yapmaya çalışanların işten atılmasına, cezaevine
gönderilmesine o gün ya da hâlâ sessiz kalanlar da.. Gazetecilerin
yargılandığı davalara bir gün olsun gelmeye zahmet etmeyenler de..
Patronlara direnmeyenlerin ya da Fatih Altaylı gibi “Aslında aslanlar
gibi direniyorum ama n apiim, daha fazlası elimden gelmiyor. İstifa mı
edeyim” diyenlerin de..
HEPİNİZİN PAYI VAR BU RENKTE.. Bu yüzden sizlerin de yüzü kızarmalı.
“GAZA GELMEYİN ARKADAŞLAR”
İstanbul da dün bir fuarı açıldı: Barajlar ve HES Fuarı. Malum,
Türkiye nin neredeyse tükenmek üzere olan derelerine / nehirlerine HES
yapılıp duruyor. İktidar “daha daha” diyor anlaşılan, bir de fuar
düzenlenmiş.
Derelerin kurumasına karşı çıkan çevreciler de protesto için koşmuş elbette.
Açılış konuşması yapmak üzere “koşan” Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu göstericilere “yabancı şirketlerin gazına gelmeyin” diye
seslenmiş.
Hangi yabancı şirket, neden bizim su kaynaklarımızın tükenmesine karşı
çıkar? Bu karşı çıkışta nasıl bir çıkar vardır? Bilemedim.
Ama polis mesajı almış. Göstericileri “yabancı şirketlerden alınmış biber gazıyla gazladı”.
Fuar, işte bu şahane görüntü ve Bakan Veysel Eroğlu nun “kuraklık
korkusuna” dair şu bilimsel / veciz / bakanlık sorumluluğuna yakışır
yanıtıyla başladı:
“Cenab-ı Allah ın yardımıyla inşallah bu kuraklığı aşacağız.”
“SİZ GAZ SIKABİLİRSİNİZ ARKADAŞLAR!”
Bunlar da Ankara dan gazlı kareler. Dün başkentte “uzun tutukluluğu”
yani adaletsizliği protesto için yürümeye kalkanlar, TOMA lar ve biber
gazıyla karşılandı.
Her ikisinden de nasibini alan bu genç kadın, bir gazeteci. Ulusal Kanal
muhabiri Hüsna Sarı, ELİNDEKİ MİKROFONA RAĞMEN SALDIRIYA UĞRADI. Bir
başka gazeteci de o saldırıyı belgeledi. Kayıtlara geçirdi. Geçmiş olsun
sevgili Hüsna.. Bu meslek, senin gibi gazetecilerle ayakta kalacak. Her
şeye rağmen!!!!