43 yıllık avukat... Balyoz’un savunma ordusunda
herkesin ‘Celal Abi’si... Celal Ülgen. Dün SOKAK TV’de konuğumdu.
Balyoz Davası’yla ilgili son TÜBİTAK Raporu’nu konuşmak için
ağırlamıştım. O rapora ancak 5-10 dakika ayırabildik. Çünkü, yıllardır
Balyoz Davası ile yatıp kalkan Celal Ülgen, bugüne kadar
anlatmadıklarını / anlatamadıklarını paylaştı. Yeri geldi gözlerim
doldu... Yeri geldi, inanmakta zorluk çekip, söylediklerini tekrar
ettirdim...
Onun bazen titreyen, çatallaşan sesinden dinlemek lâzım. Yine de, birkaç
anısını aktarmak isterim. Onun cümleleri olmayacak belki. Ancak siz
yine de öyle okuyun. Satır aralarına da, akamayan gözyaşlarını ekleyin.
*UMUT POMPALANDI: Yurt dışında görevli subaylara
Genelkurmay’dan, “Endişe edecek bir şey yok” denildi. Gelip ifade
verdikten sonra geri dönecekleri, söylendi. Sonra, duruşma salonunda
kapılar üzerlerine kapandı. Daha sonra, sanıklara ve yakınlarına
“Savunmalar kısa tutulsun ki, bir an önce dava bitsin ve tahliyeler
mümkün olsun” denildi. Yine umut pompalandı. Bunun gerçekçi olmadığını
söylediğim(iz)de bize kızan sanıklar bile oldu. Hatta bir duruşmada
konuşurken bir sanık yakını arka taraftan “Kısa kesin Celal Bey!” diye
seslendi. Ne zaman ki hüküm verildi. Oynanan oyunu işte o zaman
anladılar. Sanık askerler ayağa kalkıp dakikalarca biz avukatları
alkışladılar.
*NÖBETÇİ BİLİRKİŞİ: Biz bir delili çürütüp, karşı delil
getirdiğimizde veya yeni bir rapor sunduğumuzda, hemen bir bilirkişi
çağrılıp ‘acilen karşı rapor hazırlaması’ istenirdi. Bir defasında, çok
aceleleri vardı anlaşılan, bilirkişiye mahkemenin başvurması gerektiği
halde, savcı çağırmış. Hemen oracıkta, kendi odasında karşı raporu
hazırlayıvermesini istemiş! Bu da ortaya çıktı ama neye yarar?
İstediklerini yapabileceklerini düşünüyorlardı. Ve öyle yapıyorlardı.
*YASA DA NEYMİŞ!: Avukatların kendi aralarında veya
müvekkilleriyle, duruşma aralarında yaptığı konuşmalar özeldir.
Gizlidir. Nitekim bize de, molalarda mikrofonların kapatıldığı
söylenmişti. Ancak bir vesileyle, mahkeme heyeti başkanının odasına
gittiğimde bir de baktım ki, avukatların konuşmalarından neredeyse
‘canlı yayın’ yapılıyor. Meğer içeride her an izlenip dinleniyormuşuz!
Hatta, o konuşmalar kaydediliyormuş. İtiraz ettim. Nafile! Daha sonra
salona geldiğimde durumu anlatınca, İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal
kameraya dönüp “Bu yaptığınız yasa dışıdır, bunun hesabını
vereceksiniz!..” dediği için, ‘mahkeme heyetini tehdit etmekten’
yargılanıyor.
*AVUKATA YUMRUK: Bir duruşmada, hakim bir avukatın
salondan çıkartılmasını istedi. Ortalık gerginleşti. Hakim, bana
“Arkadaşınızı dışarı çıkartın” deyince, bunu yapamayacağımı söyledim. Bu
arada, biz avukatlar o arkadaşımızın etrafında çember oluşturduk. Bunun
üzerine, hakimin talimatıyla askerler gelip bizi çekiştirmeye, itip
kakmaya başladı. Bileğim çekiştirmekten zedelendi. Tansiyonum fırladı.
Fenalaştım. Beni sanıkların duruşma öncesi tutulduğu yerde bir ambulansa
götürdüler. Tansiyonumu düşürmek için müdahale edip iğne yaptılar. Bu
arada, bir başka avukat arkadaşımız kıpkırmızı bir yüzle ve titrer halde
getirildi. Derken içerden bağrışmalar duyduk. Nedeni çok acı, çok
hazindi: Bir binbaşı, avukat bir arkadaşımızı yüzünden yumruklamıştı!..
KILIÇDAROĞLU’NUN BÜYÜK AYIBI!..
Başlık kimleri nasıl şaşırtıp heyecanlandırdı, kim bilir! Ancak yazıyı
okuyunca hak vereceksiniz. “Bu kadar da olmaz” diyeceksiniz.
‘Yazı’dan kastım; ‘hükümete hükümetten de yakın’ gazetelerden Yeni
Şafak’ın neoliberal kalemi Ali Bayramoğlu’nun makalesi. Şöyle diyor
Bayramoğlu:
“Şimdi mesele ve soru şudur: Türkiye demokrasisi daha fazla yara
almadan, siyaset daha fazla tahrip olmadan, otoriterleşme baskısı daha
fazla artmadan bu krizden nasıl sıyrılacaktır? Bu baskını ve sonuçlarını
nasıl tamir edecektir? Demokrasinin her yandan kuşatıldığını, baskı
altına girdiğini görmemek mümkün mü?
Göremeyenler için tekrar edelim:
Devlet kurumları arasındaki gerginlik görülmüş, duyulmuş türden değil.
Güvenlik birimleri karşı karşıya...
Yargı müflis durumda...
Yürütme yargıya müdahale peşinde...
Ana muhalefet yaşanan devlet krizinden beslenme niyetinde...”
KRİZDEN BESLENMEK
Kılıçdaroğlu’nu ayıplamakta haksız mıyım! Olacak şey mi bu yaptığı!
Yürütme (yani AKP İktidarı’nın ta kendisi) Yargı’ya müdahale peşinde
olabilir... Yaşananlar, Ali Bayramoğlu’nun da paylaştığı bir tanımla
DEVLET KRİZİ halini alabilir...
Ama rica ederim / ederiz: Ana muhalefetin ‘devlet krizinden beslenme
niyeti’ anlaşılabilecek, kabul edilebilecek bir durum mudur!..
Ne yapar ana muhalefet dediğin? Bir kenarda oturup gelişmeleri izler.
“Ah bir gün ben de iktidar olsam da, Yargı’ya müdahale etsem, devlet
krizi yaratıp güvenlik birimlerini (MİT ile polisi) karşı karşıya
getirsem” diye hayaller kurar. Sırasını bekler.
Bunu yapmamak ‘krizden beslenmek’tir. Fevkalade ayıptır!..
PEYNİR - EKMEK MESELESİ Ali Bayramoğlu’yla, pek çok meslektaşım gibi, özel sohbetler / anlar paylaşmışlığım yoktur. Ama tanırım.
Siz de tanısanız, aynı izlenimi edineceğinize eminim: Entelektüel...
Karizmatik... Siyaseti çözmüş... Belagâti güçlü bir köşe yazarıdır.
Ne var ki, AYNI ZAMANDA BUNLARI YAZABİLMEKTEDİR…
Yazarken, kaleminden dökülenleri belli ki görmemektedir. İktidara
olabilecek en ağır (ve gerçek) suçlamaları yöneltip, ana muhalefeti
‘bunun üzerinden siyaset yapmak’ ile eleştirebilmektedir.
Halk arasında buna ‘aklını peynir ekmekle yemek’ denir!
Ancak, bizler MEDYANIN İÇİNDE BULUNDUĞU BU TRAJİKOMİK KRİZDEN
BESLENMEMEK için böyle demeyelim. Gülmekle yetinelim. Ve dağılalım!
KİM KANDIRIYOR BU BAŞBAKANI?..
Biliyorsunuz, Mustafa Sarıgül, doğrudan Başbakan tarafından muhatap
alınıp bombalanıyor. Erdoğan en son, Kılıçdaroğlu’nun odasında ‘Sarıgül
Klasörü’ olduğunu söyleyip, bir de fotoğraf göstermişti. Aynı gün ortaya
çıktı ki; o fotoğrafta Abdullah Gül adı silinmiş! Kemal Unakıtan ismi
buğulanıp gözden saklanmış!
Erdoğan, ertesi gün Meclis grup toplantısında yine esti gürledi. Bu kez
öfkesinden yabancı medya da nasiplendi. Erdoğan, dünya medya devlerini
‘düşman’ ilan edip, esti savurdu. Bu arada, hızını alamadı ve şöyle bir
cümle kurdu: “Sadece BBC mi? Wall Street Journal… Bu gazetenin sahipleri
kimler? Geçenlerde İngiltere’de aynısını yaptılar. Cameron hemen
gazetelerini kapattı”.
Bizler, Türk vatandaşı ve gazetecisi olarak alışkınız. Ama İngilizler
alışık değil. Gülüp geçmemiş. İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği sözcüsü
Peter Spoor bir açıklama yapmış:
“Erdoğan’ın sözlerinden dolayı şaşırdık. Bu sözlerin bir yanlış
anlamadan kaynaklandığını düşünüyoruz. Çünkü Cameron hiçbir gazeteyi
kapatmadı” demiş.
Doğrusu, ciddi biçimde merak ediyorum. Başbakan’ı kim, nasıl kandırıyor?
Eline böyle yalan yanlış, saçma sapan notları tutuşturan danışmanları
kimler?
‘Telekinezi’yle, yani uzaktan elektromanyetik bir şeylerle suikast
düzenleneceğini iddia eden Yiğit Bulut’un bile böyle bir hata
yapmayacağını düşünüyorum. Bu yüzden, ‘paralel çete’nin Erdoğan’ın yakın
çevresine sızmış olacağından şüpheleniyorum.
Hani, ihbar etmiş gibi olmayayım ama…
AH BU SANAL MEDYA!
İktidar internet yasasını çıkardı. Sitelerin, belki Twitter’ın,
muhtemelen Facebook paylaşımının teker teker kapandığına tanık
olabiliriz.
Haksız da değiller. Sanal medyada mizah / akıl / muhalefet aldı başını gidiyor zira.